Kahraman kadının hikâyesi

Tümden en kör milliyetçiliğe, en acımasız, en saldırgan, en kısır milliyetçiliğe teslim olmuş bir ülke düşünün. Her adımda marşlar okunuyor, farklı, “milletten” olmayanlar hedef gösteriliyor, dövülüyor, öldürülüyor.

Ulaş Gökçe

Çok az insan bilecek onun hikâyesini. Dünya medya savaşları cephesinde adı pek duyulmayacak onun. Duyanlar anlamayacak onu pek. Çünkü medya savaşlarında beyinleri tahrip oldu çoğunun… Doğru nerede, haklı kim anlaşılmıyor artık. Hillary Clinton şahsen çok savaş başlattı. Bugün Libya denilen bir ülke artık pek yok. Hillary bunu “başardı”. Ama Hillary’ye sempati duyacak aydın bir insan, kadın haklarını savunduğu için…. Hillary Clinton’un hırsızlığı ortaya çıkınca, hırsızlığına değil, özel bilgilerinin çalınmasına isyan edecek dışarıdan akıllı görünen biri… Montesquieu “İyi ahlaka uygun olan bir kahramanlık insanları pek etkilemez. Ahlakı yerle bir eden kahramanlık insanları şaşırtır ve hayran bırakır” demişti. Bugün bu laflar çok fazla geçerli.

HİKÂYENİN ZEMİNİ

Tümden en kör milliyetçiliğe, en acımasız, en saldırgan, en kısır milliyetçiliğe teslim olmuş bir ülke düşünün. Her adımda marşlar okunuyor, farklı, “milletten” olmayanlar hedef gösteriliyor, dövülüyor, öldürülüyor. Bağımsız durmaya çalışan gazeteciler hapse atılıyor, bağımsız gazeteciler dövülüyor ve öldürülüyor. Ülke ekonomisinin %80’i gitmiş, halk beş katı fakirleşmiş, ülke ulusal parası 5 katı değer kaybetmiş, işsizlik her yerde, yatırımlar durmuş, her şey özelleştirilmiş, sağlık güvencesi, burslar kalkmış, bilime, kültüre, sanata ödenekler kesilmiş, ülkeden 3 milyon insan Avrupa’da en ucuz işler için kaçmış… İşte böyle bir ülkede her köşe başında milli şarkılar söyleniyor, ulusal semboller fetişizmi bilinen diğer örnekleri kat ve kat aşmış… Farklı düşünen dövülüyor, işinden oluyor, hapse giriyor…  Herkes. Bir köy öğretmeni, gazeteci, memur, üniversite öğrencisi… Farklı bir görüş söyleyen Avrupalı siyasetçilerin ülkeye girişi yasaklanıyor. Yabancı gazetecilere sıkı kontrol var ve bağımsız söylemde bulunan pek çoğunun ülkeye girişi yasak. Evet, doğu anladınız. Bu ülke, Oliver Stone’un son filmlerinden birinde bahsettiği Ukrayna. Stone’un sözüyle ateşler içinde Ukrayna.

3 yıl önce ABD-AB’nin finansmanıyla Kiev’de darbe olmuştu. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın meşhur yetkilisi Victoria Nuland bu “devrime” 5 milyar dolar harcandığını söylemiş, bazı konularda tereddüt eden AB’ye herkesin çok iyi bildiği küfürleri etmişti. Milliyetçi, AB yanlısı, Rusya karşıtı darbe sonrasında Ukrayna’nın Kırım Özerk Cumhuriyeti ve ülkenin doğusu olanlara isyan etmiş, Kırım bir referandumla Rusya’ya bağlanmış, doğuda ise savaş başlamıştı. ABD-AB ile Rusya arasındaki bu rekabetin aktörü olan ülke kurban olmuştu.

Ukrayna’nın doğusunda 3 yıldır bir savaş sürüyor. Bu savaş Kiev’deki darbeye karşı başlamıştı. Doğudaki halk, Kiev rejimine karşı isyan içindeydi. Kendi dillerinde eğitim ve hizmet istiyorlar, ortak tarihe ve değerlere saldırılmasını kabul etmiyorlardı. Rusya mı onları cesaretlendiriyordu? Elbette. Sadece AB-ABD ve onların Kiev’deki memuru konumundaki hükümet mi suçluydu? Hayır. Elbette bu büyük devletlerin çıkar savaşıydı. Ortada göreceli olan pek çok konu var. Ancak tartışılmayacak tek bir şey var: Bu bir iç savaştır. Cephede birbirlerine ateş eden fakir gençler aynı halkın çocuklarıdır. Aynı okullarda, üniversitelerde okudular, aynı fabrikalarda çalıştılar, aynı şehirlerde, köylerde, mahallelerde yaşadılar. Kardeş kavgasıdır yaşanan. Ahlaklı, vicdanlı bir insan, insan olmayı başarmış bir canlı siyaseten kimin tarafından olursa olsun önce savaşa karşı çıkabilmelidir. Peki bunca baskı, propaganda, beyin yıkama, cepheleşme, milliyetçi hezeyanlar, sokak baskısına rağmen savaşa nasıl karşı çıkılır?

ARA HİKÂYE: KOTSABA

Ruslan Kotsaba isimli gazeteci 2014’te savaş başlayınca cepheye görevli olarak gitti. 112 kanalının muhabiriydi. Ukrayna’nın sadece Ukraynaca konuşulan bir bölgesinde doğmuş, milliyetçi, batı yanlısı bir gazeteciydi. Savaşa gitti. Cepheyi bir uçtan bir uca dolaştı. Sonra cephenin karşı tarafına geçti. “Düşmanı” gördü. Düşmanı gördü, dostu gördü. Sonra ülkede genel seferberlik ilan edildiğinde savaşın büyüyeceğini, kronikleşeceğini anladı ve duygusal zincirlerini kopararak savaşa karşı çıktı. “Kardeş kardeşi öldürmesin” dedi ve tutuklandı. 1.5 yıl seferberliğe karşı çıktı diye hapis yattı. Eşi ve çocukları aç kaldı. Eşi börek satarak çocuklarına baktı.

KİEV’DE BİR ANNE

3 hafta önce Kiev’de bir okul yönetimi velilerden Viber yoluyla Doğuda savaşmakta olan askerlere yardım ve mektup gönderilmesini talep eder. Ülkede akan kanı daha da artıran sosyal sorumluluk projelerinden biriydi bu…Velilerden Svetlana isimli bir kadın bu çağrıya, Doğuda ölen çocukların anısına yaptırılan bir anıtın fotoğrafıyla cevap verdi. Svetlana “Bu bir hakikat fotoğrafı. Anıtın üstünde öldürülen Ukraynalı çocukların isimleri yazılı. Anıt Donetsk şehrinde bulunuyor” diye de  yazar. Bunun üzerine onlarca kişi Svetlana’ya sözlü olarak saldırır, hakaret eder. Svetlana’nın eşi Vadim, saldırıya uğrayan karısına destek olur: “Kimse çocuğumdan, Donbass’daki (Ukrayna’nın doğusuna verilen isim. UG) sivil halkı öldüren ordudaki askerlere mektup yazmasını talep edecek cesareti gösteremez.” Svetlana “Donbass’taki hemşerilerim benim veya ailem için bir tehdit değildiler. Televizyonda ne derlerse desinler hiçbir Ukraynalı, Donbass’tan veya Lvov şehrinden benim için düşman olmayacak. Hiçbir Rus da düşman olmayacak. Çocuklarıma bunu öğretiyorum.” diyordu. Veliler anne ve babaya saldırmaya başladılar.  Daha sonra olay basına yansır. Svetlana’ya karşı linç başlamıştı. Artık o ayrılıkçı, Putin ajanı, hain ve düşmandı. TV kanalları, gazeteler, sosyal medya ondan bahsediyordu. O da, eşi de tehdit ediliyordu. İstihbarat, milletvekilleri devredeydi.

Svetlana ve Vadim’in çocukları okuldan atılmakla, anne ve babası öldürülmekle, hapse atılmakla tehdit ediliyorlardı. İki sıradan insandılar. Ne siyasi parti, ne bir cemaat, ne göçmen, ne mülteci, ne zengin, ne fakir, ne dindar, ne ateisttiler. Sıradan insandılar. Gördüklerine, hissettiklerine inanıyorlardı. Ne korkuyorlar, ne de korkusuzdular. “Anne ve babalar gözlerini başka yere çeviriyorlar. Çünkü bizim durumumuza düşmekten korkuyorlar” diyor Svetlana. Çoğunluk susuyordu. Pek çok kişi onlara karşı linç başlatmıştı.

HİÇBİR ŞEY HAKİKATTEN GÜÇLÜ DEĞİL

“Ben siyasetçi değilim. Ben Ukrayna vatandaşıyım. Ben Ukrayna yurtseveriyim. Neden askerlere bu yardımların yapıldığını anlattım. Her iki taraftaki hemşerilerimizin öldürülmesi için yardımlar toplanıyordu. (…) Ukraynalıların Ukraynalıları öldürdüğü bir savaştır bu” diyordu Svetlana. “Bu asker vatanı savunuyorlar mı” diye soruyor gazeteci. “Zor bir soru. Eğer çocucukları öldürmedilerse, eğer Yaratıcı karşısında çocukları öldürmediklerini söyleyebiliyorlarsa vatanlarını savunuyorlar demektir” diye cevaplıyordu Svetlana.

Svetlana ve eşi Vadim bugünlerde Ukrayna rejimi ve onun yarattıkları tarafından saldırı altındalar. Svetlana basının karşısına çıkıp mülakat verdi. “Usta” gazetecinin kışkırtıcı sorularına kolaylıkla cevap verdi. Hiçbir şey hakikatten güçlü değil. Svetlana’nın sözleri bunun ispatıydı. Siyasetçiler istedi diye kimseyi düşman görecek değildi. Kendi gözleriyle gördüğü hakikati gizleyecek, gördüğüne inanmayacak değildi.

Kiev’de bir kadın var. Üç çocuk annesi. Ne korktu, ne yalana uydu, ne de yalana göz yumdu. Kahramanlık yapmak istemedi. Bir insanın yapması gerekeni yaptı. Bir annenin yapması gerekeni yaptı ve savaşa karşı çıktı.

Dergiler Haberleri