İsmet Değirmenci; “Doğa, sanatımla içselleştirdiğim bir yer”

İsmet Değirmenci, İstanbul’da yaşayan adalı bir sanatçı…

Simge Çerkezoğlu

İsmet Değirmenci, İstanbul’da yaşayan adalı bir sanatçı… Marmara Adası’nda doğup büyüdükten sonra hayatına farklı bir yön veren, fakat doğadan hiç kopmadan her koşulda doğayla iç içe yaşayan bir ressam, bir heykeltıraş… Her ne kadar ‘doğanın ruhunu yakalamaya çalışan ressam’ ifadesini çok iddialı bulsa da, bu ifadeyle örtüşen eserler üreten bir isim… Yirmi yıldan bu yana Kıbrıs’ta sergiler açan sanatçıyla, son olarak ‘Üç Ressam Üç Ritim’ sergisi sayesinde tanıştık, görüştük…     

“ADALI OLMAM BENİ KIBRIS’A BAĞLAYAN EN ÖNEMLİ UNSUR”

İsmet Değirmenci’nin yolu ilk kez 1999 yılında ‘Karşılaşmalar’ sergisi sayesinde Kıbrıs’la kesişiyor. Yirmi yıldan bu yana adayla, adalı sanatçılarla güçlü bağlar kuran sanatçı, bu kez bizlere, kendisini tanıma şansı sunuyor. 

“Ben hep Deniz Bilimleri üzerine okumak isterdim. Zaten matematik mezunuyum. Fakat Türkiye’de sualtı bilimleri üzerine bir okul yoktu. Lise eğitimim boyunca zaten çok resim çizer, bundan da keyif alırdım. Hiçbir zaman çok yetenekli olduğumu düşünmedim ama güzel sanatlarda okumaya karar verdim. Heykel bölümünü kazandım. Resim yaparak, heykel eğitimimi sürdürdüm. Böylece bu günlere ulaştım. İlk kez 1994 yılında ilk sergimi açtım, devamı geldi. Kıbrıs’ta ise sizin de söylediğiniz gibi Kıbrıslı ve Türk sanatçıların sergisi ‘Karşılaşmalar’ için Ada’ya geldim. O sergide Kıbrıslı sanatçıları tanıdım. İlk tanıştığım sanatçı İnci Kansu oldu. Bu tanışıklığı 1999 yılında Mehmet Kansu ile birlikte açtığımız ‘İki Ada Desenleri’ isimli sergi ve kitap çalışması takip etti. Mehmet Kansu’ya şiirleriyle desenlerimi birleştirmeyi teklif etmiştim. Onun şiirleri ve benim desenlerim, iki ayrı adanın ortak bir çalışması oldu.”

Zamanla Kıbrıs’ta gittikçe çoğalan dostlar, dostluklar biriktiren sanatçı, Ada’da pek çok projeye de imza attı…  

“Öyle sanıyorum ki benim de adalı olmam beni Kıbrıs’a bağlayan en önemli unsur. Ben de Marmara adasında doğdum, büyüdüm. Adalılar birbirleriyle çok güzel ilişki kurabiliyor, empati yapabiliyor. İki ada her ne kadar farklı olsa da kendi meselelerini, yalnızlık duygularını paylaşabilirler. Kıbrıs’a böylece bağlandım. Bu Sergiyi 2005 yılında bir başka kişisel sergim, Limanlar sergisi takip etti. ”     

İsmet Değirmenci’yi anlatmak için kullanılan şöyle bir ifadeye rastlıyorum… “Doğanın ruhunu yakalamaya çalışan ressam” ve bunun üzerine doğanın ruhunu yakaladı mı diye sormadan edemiyorum.

“Doğanın ruhunu yakalamak, çok iddialı bir kavram, benim öyle bir derdim olmadı. Ama ben doğada yaşadım, doğayla iç içe büyüdüm. Doğa benim için görünen bir yer, sadece gözlemlenen, boş vakit geçirilen bir yerden çok daha öte… İçselleştirdiğim bir yer. Bu nedenle resimlerimde doğanın metaforlarını kullanarak, dışa vurumcu çalışmalarla simgeler, hisler oluşturdum. Kendime böyle bir yol çizdim. Bir ideal oluşturdum. Şehrin kalabalık, hızlı kaotik yapısına karşı doğanın sessizliğini, zamansızlığını kullandım. Resimlerimde bu metaforları kullanarak, yoluma devam ettim. ”  

“ŞEHİR İNSANI İÇİNE ALAN, YOĞURAN, KENDİSİNDEN UZAKLAŞTIRAN BİR YAPI”

Zaman içinde doğadan çok şehirler, şehirlerin yarattığı kaos, karmaşa ve hız üzerinden resimler çizen sanatçı, sanatının doğadan şehre nasıl evirildiğini ortaya koyarken, doğa üzerinden şehirlere baktığını sözlerine ekliyor…  

 “Yıllarca hep doğa resimleri yaptım. 2010 yılında ise doğaya çok yakın değil, biraz daha uzaktan bakarak doğanın ritimlerini, düzenini, müzikalitesini görmeye başladım. 2012 yılına geldiğimde ise daha çok şehirde vakit geçirdiğim için doğada yaptığım dizgeleri şehirde kullanmaya başladım. Zaten sanat yaşamımı oluşturan şey temelde yol ve şehir oldu. Şehir insanı içine alan, yoğuran, bazen kendisinden uzaklaştıran, kendisini bulmak için doğaya kaçmasını sağlayan bir yapı. Öte yandan şehrin de bir dizgesi, peyzajı var... Şehirde yapılar oluşmuş, geometrik formu, yolları, kendi içinde bir hızı var. Doğadaki boşluk duygusunun tam tersi… Böylece bunları anlatmaya başladım. Bunu eleştirel olarak değil de, doğanın dizgesini şehre taşıyarak yaptım. Bazen çok renkli resimler çıktı ortaya… Bazen siyah, beyaz… Bilinmeyen bir şehri resmettim ben, ütopik bir şehri. İçimdeki doğa merkezli meseleyi, şehirler üzerinden anlattım.”

“DİLLERİMİZ FARKLI AMA BİR RİTİM DUYGUSUYLA ORTAK PAYDADA BULUŞTUK”

Geçtiğimiz haftalarda açılan ‘Üç Ressam Üç Ritim’ sergisinde Emin Çizenel ve Ümit İnatçı ile birlikte eserlerini sergileyen sanatçı, aralarındaki bu ortak ritim duygusunun anlamını, her üçünün resimlerdeki devinim olarak açıkladı…

“İlk başta Ümit İnatçı ile bu sergi fikrini düşündük. Resimlerim zaten İstanbul’dan getirilmişti. Böylece Emin Çizenel’i de yanımıza alarak bu sergiyi açmaya karar verdik. Elbette her birimiz farklı sanatçılarız. Resimlerimiz birbirine çok da yakın değil. Aramızdaki ortak duygu ise ritim duygusuydu. Hepimizin resimlerinde bir müzikalite var. Dillerimiz farklı ama ritim duygusuyla ortak paydada buluştuk. O ritim dediğimiz müzikalite, bedensel hareket, resimlerdeki devinim hepsini ortak bir yerde toplayan imge oldu bizim için… Böylece bu sergide buluştuk.”    

“YARINI HEP YENİDEN BAŞLAYAN BİR ŞEY GİBİ GÖRÜRÜZ”

İsmet Değirmenci’ninÜç Ressam, Üç Ritim’ sergisinde yer alan çizimlerindeki en ilginç detay benim için gazetelerdi... Resimlerinde kullandığı bu gazete detaylarının derinlerinde, günümüz insanının tutulduğu belleksizlik durumu saklıydı.    

“Hepimizin belleği tuhaftır, birkaç gün sonra her şeyi unuturuz. Hatta aydınlar bundan çok şikâyet eder, toplumların bellek oluşturamadığını söyler. Yarını hep yeniden başlayan bir şey gibi görürüz. Belki de olması gereken budur. Bilemiyorum. Ama dün bir anda unutulur. Gazeteleri ben yıllarca topladım. Daha evvel gazeteden gemiler yaparak, özellikle siyasilerin gazetelerde çıkan, her gün bizim hayatımızda yer alan, sürekli bizi kuşatan, aynı şeyleri tekrarlayan durumunu ortaya koymaya çalışmıştım. Bunu yaparken aradan geçen zamanda  cümlelerin bile hiç değişmediğini fark ettim. Aynı vaatler, aynı gerekçeler… Hep bunları kesip kolajlar yaptım, sonra da bu gazetelerle gemiler yaparak, bu fikirleri yüzdürüp uzaklaştırmaya çalıştım. Bu sefer oluşturduğum bu belleği kolaj olarak resimlerimde kullandım. Bu hız çağında her şeyin yok olup gittiğini, belleğin de aslında bir anlamda yok olup gittiğini anlatmaya çalıştım. Hayata yarın yeniden başlıyoruz fakat bunu dünü unutarak gerçekleştiriyoruz.”

“KIBRIS’TA MÜTHİŞ BELİRSİZLİK VAR”

Daha önce yayınlanan bir röportajında düş kurmanın sanatçı için önemini anlatan İsmet Değirmenci, bunu gerçekleştirmek için de doğaya dönmenin gerekliliğine vurgu yapmıştı. Bir süredir Kıbrıs’ta yaşayan sanatçıya, Ada’nın kendisinde böyle bir duygu bırakıp bırakmadığını soruyorum. Böylece Ada’ya dair çok önemli tespitlerde bulunduğunu fark ediyorum.

“Ada bir kaçış yeri. İnsanın doğaya dönme nedeni, insanın kendisini oluşturma süreci. Zaten biz kendi sanatsal tarihimizi kendimiz oluşturuyoruz. Elbette her insanın bir arınma dönemi yaşaması gerekiyor. Şehirde tutsak, o kadar her şeye bağımlıyız ki tabii odaklanma sorunu yaşıyoruz. Belki atölyeye kapanıp resimlerimizi yapıyoruz ama ne kadar kendimiz olduğumuzdan emin olamıyorum. Hayatın akışı içinde öyle çok şey düşünüyoruz ki. Oysa insanın hayatın içindeki tüm sosyal, ekonomik kaygılarından uzaklaşıp sanatına odaklanması gerekiyor. Kıbrıs’a yirmi yıldır gidip geliyorum. Dostlarım sayesinde Ada’ya daha yakınım. Ada’nın meselelerini gözlemliyorum. Kıbrıs’ın doğası çok güzel ama belirsizlik duygusu hep var. Her ne kadar günlük hayatta unutulsa da Kıbrıs’ta müthiş bir belirsizlik var. Hep kafalarda şüpheler, sorular yer alıyor. Bir yıldır burada yaşıyorum. Zaman içinde Kıbrıs’ın da Türkiye’nin bir parçası olduğunu hissediyorum. Türkiye’de kaçtığımız şeyleri burada buluyoruz. Elbette kendine özgü, kendini koruyan da bir dinamiği var ama… Benim için buradaki en büyük sorun sanatın dönüşümünün olmaması. Sanata ilgi var ama sadece izleyici anlamında var. Koleksiyoncu anlamında maalesef ilgi duyan kimse yok. İnsanlar için şık bir araba almak sanattan çok daha önemli, değerli. Bu nedenle sürekli Ada’da yaşayarak hayatımı idame ettirmem çok zor. Yeniden İstanbul’a dönüyorum. Elbette Ada ile iletişimimi kesmiyorum…”     

Dergiler Haberleri