Hatırlayalım

Hatırlayalım

 

Rıdvan Arifoğlu
rarifoglu@yahoo.com

Kermiya'dan Dereboyu'na doğru inerken motor-atım (kansız, saf) cuşuhuruşa geldi. Rüzgâr da arkadan estiği için açıldıkça açıldı. Aldı alımını, bakalım ne söyledi: Bre ağalar bre beyler

             Buna felek derler felek
             Ne aman dinler ne kelek
             Akıbet ömrümüzü helak
             Etmeden bir dem sürelim.

             Yedek-tankı da boşalmadan motora 5 gıdım yağlı benzin… Yağa benzin: 1'e 50. Şu elektrik faturasını ödemem gerek. Yehova Şahitleri'nin binasının önünden geçerken anılar çullanıyor. Gülümsetiyor. Galiba kuzeyde 1974 sonrasında, kullanıcılarına geri verilen tek bina buymuş. Ben küçükken Lefkoşa Türk Halk Müziği korosu burayı kullanıyordu. Önce Aytaç Çağın, sonra da Özkan Pastırmacıoğlu şef olmuştu. Burada ben cura, abim bağlama, babam divan saz çalıyorduk. Yeğenlerim de korodaydı. Bir keresinde bir arkadaşımla gidelim dedik. Aslında ben ayinden çok binayı merak ediyordum. Hatırladığım kadarıyla binanın içi Kıbrıs'ta da Türkiye'de de eski Rum evlerinde çok kullanılan uçuk bir yeşile boyanmıştı. Aslında bağlamalar eşliğinde mezmur okumak nasıl olur diye düşündüm (türkü tadında). O yüzden mezmurlar okunurken beni gülme tuttu. Aslında dehşet verici bir anı bu: Halk müziği korosunun büyük üyeleri bir olup bakanlık eliyle herkese "sanatçı kartı" diye bir kart çıkarmışlardı. E sanatçı kartın olunca da ister-istemez sanatçı oluyorsun. Çevrene hava basıyorsun. Fellini'nin Orkestra Provası filmini hatırladım. Orkestranın şefi bir "darbe"yle devriliyor. Şefin yerine ritm için büyük bir metronom geçiriliyor. Sonra metronomdan tatmin olmayan topluluk üyeleri şefi tekrar başa geçiriyor. Ancak şef artık diktatörleşecektir. (Bizimkiler öyle değildi.) Sonunda şefin kol ve baton hareketleri Nazi selamını çağrıştıran harekete dönüşüyor. Gelen gideni aratır derler ama gelenle giden aynı olunca kimi arıyor insanlar? İnce Kırmızı Hat filminde sorulmuştu: "Bu büyük şeytan nereden geliyor böyle?" Bugün bütün sorular bu kadar zor olmayacak. Üstelik cevapları da içinde (saklı) olacak.

             Parkın yanında durup telefonda konuşurken karşı evin avlusundan bir genç gülümseyerek bana bakıyor. Başparmağını pistteki işaretçiye "Tamam, hazırım!" demek için gösteren havalı pilot gibi göstererek "Postacı! Postacı!" diye bağırıyor (san ki). Ne oluyor, acaba bu genç yeni bir aşk yaşıyor da sevgilisinden mektup mu bekliyor? Gülüşü tam âşık insan gülümsemesi! Beni postacı sandı, vay saf çocuk, aşk insanı böyle yapar işte, her şey sevgilinle ilgiliymiş gibi gelir. Eski postacılar mektupları bu Mobilet'lerle dağıtırdı, belki de ondan, beni postacı sandı, vay yavrum… Ne güzel bir genç bu! Ne postacısı, diyecektim ki gerçekten ne postacısı!? Ben onun sevgilisiyle romantizm gereği bilgisayarda haberleşmek yerine birbirlerine kokulu mektuplar gönderdiklerini hayal ederken sevgili genç meğer "Nostalji! Nostalji!" deyip motoru gösteriyor. Vay hıyar vay, biz de seni adam yerine koyduk. Gülümseyip onaylıyorum. Evet, nostalji.
             Böylece yaşlanmaya başladığımı anlıyorum. Ben bu motorlara (tabiri caizse) yetiştim, ergenken de Mobilet sürerdim. 25-30 yaşındaki biri için ise Mobilet'ler artık nostalji oldu. Adı Throwaway, göbek adı Nostalji. Dış kulvardan rahvan gider.
           
             Zaten moralim bozuk, bir de bu çocuk… Böyle zamanlarda bildiklerimi tekrar edip hatırlayarak doğruluğunu kontrol etmek, yerlerinde duruyorlar mı diye bakmak iyi geliyor. Hep birlikte hatırlıyoruz:

-Kıbrıs Akdeniz'in kaçıncı büyük(lükteki) adasıydı?
-Üçüncü

-Sevgi neydi?
-Sevgi emekti

-Napolyon'un iki bacağı arasındaki kıllı şeye ne ad verilirdi?
-At

-Vergisini zamanında vermeyene af vardı, verene ne vardı?
-Üçün soldan (ve sağdan) ikincisi

Böylece güneş batarken ben de o güzel kansız şarabımı babamla yudumlamaya başladım. (Şarap: Bir çeşit yağlı benzin.) Dün akşamki Fener-Galatasaray maçındaki kör dövüşünü gören annemin yorumunu hatırlayarak güldüm. En azından bu defa yakın geçmişi hatırladım diye sevindim. "Çocukdur be bunnar!".

Dergiler Haberleri