Godot’yu Beklerken’in Politik Düzlemi

Sahnede iki farklı dilde konuşup birbirini anlayabilen Estragon ve Vladimir ya nostaljik ya da ütopik bir Kıbrıs hayali ile özdeşleşir.

Dr. Nesrin Değirmencioğlu
ODTU Kuzey Kıbrıs Kampüsü

dnesrin@metu.edu.tr

Martin Esslin Theatre of the Absurd’u/Absürt Tiyatro’yu 2. Dünya Savaşı sonrası insanların inandığı politik söylemlerin, dini inanışların ve insanlığın kaçınılmaz teknolojik gelişiminin tümünün insanları derin bir hayal kırıklığına uğratmasından doğan tiyatro olarak tanımlar.[i] Beckett’in Godot’yu Beklerken oyunu da işlediği temalar bakımından dilin bir iletişim aracı olmaktan çıkması, karakterlerin kimlik sorunsalı ve dile getirdiği varoluşsal sorular bakımından Absürd Tiyatro’ya harika bir örnektir.

II. Dünya Savaşı’nda Nazi Almanyası’nın ari bir ırk yaratmak hedefiyle uygulamaya koyduğu politikalar, 6 milyon Yahudi’nin toplama ve imha kamplarında insanlık dışı muameleler sonucunda sistematik olarak öldürülmesiyle aşırı sağ politikalara olan inanç temellerinden sarsılmıştı. Stalin liderliğindeki Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde de durum pek iç açıcı değildi. Stalin, Komünist Parti ve Ordu içinde kendi görüşlerini paylaşmayan 81 üst düzey askeri görevliyi idam ettirmiş; 139 Merkezi Komite Üyesi’nden 93’unu öldürtmüş, ve 3 milyon insanı Komünizm’e karşı çıktıkları gerekçesiyle gulag adı verilen isçi kamplarına göndermiş ve 750,000 kişinin ölümüne yol açmıstı. [ii] Tüm bu gelişmeler olurken aşırı sağ ve aşırı sol politikalara güven azalmış, Amerika Birleşik Devletleri’nin 1945’te Hirosima ve Nagasaki’yi bombalamasının ardından tehlikenin sadece ülke içindeki politikacilardan değil, ülke dışından da aniden düşen bir nükleer bomba tarafından gelebileceği, insanlığı hiç olmadığı kadar güvensiz, korunaksız ve politikacılar tarafindan aldatılmış hissiyle başbaşa bırakmıştı. Işte tam da bu güvensizlik hissi içinde Beckett, yeni bir tiyatral form arayışı içine girmiş ve dil yapılarını yeniden şekillendirerek  içinden geçilen savaş sonrası travmasını anlatacak yeni yöntemler yaratmıştır.

Godot’yu Beklerken oyununda dilin bir iletişim aracı olmaktan çıktığı görülür. Vladimir, Estragon ve Pozzo biribirlerine ‘Hoşçakal’ dedikten sonra hiçbir yere gidemezler, ayni çaresizlik içinde sahne de kalmaya devam ederler. Beckett, bu sahne ile dilin iletişim aracı olmaktan çıkışını yalın bir dille anlatırken, politikacıların II. Dünya Savaşı’nda verdikleri sözlerin sadece insanlığa dair işlenmiş suçlara dönüştüğü bir ortamda dilin ve sözün bir iletişim aracı olarak anlamını yitirmesine gönderme yapar.

Tam da bu noktada, Antilogos Tiyatrosu’nun sunduğu Izel Seylani ve Yorgos Kiriaku’nun sırasıyla Estragon ve Vladimir karakterlerini canlandırdığı Godot’yu Beklerken oyununda Vladimir’in Rumca, Estragon’un Türkçe konuşması, iki dilden sadece birini bilen izleyiciyi oyunun yarısının anlamsız olacağı ihtimaliyle yüzyüze bırakır.[iii] Bu yüzleşme aslında oyun boyunca Beckett’in anlatmaya çalıştığı dil kullanımının yarattığı `anlamsızlığı`, Kıbrıs özelinde dahiyane bir biçimde yeniden yaratır. Bu yeni yaratı farklı bir boyutu da beraberinde getirir. Beckett’in oyununu orijinal hali ile ayni dilde izlerken diyaloglardaki ‘anlamsızlıkları’, parçalı anlatım örgüsünü, sessizlikleri, ve zamansal karışıklıkları oyunun kurgusunun bir parçası olarak değerlendirir izleyici. Izel Seylani ve Yorgos Kiriaku’nun yorumunda ise izleyici diyalogların yarısını anlamama riski ile de karşı karşıya kalır. Sahnede iki farklı dilde konuşup birbirini anlayabilen Estragon ve Vladimir ya nostaljik ya da ütopik bir Kıbrıs hayali ile özdeşleşir. İzleyici savaş sonrası travması ve büyük oranda yitirilmeye yüz tutmuş ortak bir kimlik hayali ile dolarken ‘şimdi’de bu hayalin imkansızlığı ile yüzleşir. Ortak bir kültürün parçası olan ninniler ile uykuya dalan Estragon, bir kabus görerek uyanır. Bu uyanış, ortak kültürel mirasın ve ortak Kıbrıslı kimliğinin savaş sonrası uğradığı erozyona denk düser.

Tüm bunlar ışığında, ‘Godot’un kim olduğu da süregelmiş bir soru olarak akıllarda durur. Karakterler onun tam olarak kim olduğunu bilmeselerde ‘Kurtarıcı’ olarak tanımlarlar. Radyo’dan gelen Bülent Ecevit’in çıkarma sonrası iki topluma da barışı getirdiklerini söylerkenki sesi ve Rumca bilmeyen izleyicinin anlayamadığı bazı Rum yetkililerin açıklamaları, dünden bu güne değin gelmiş geçmiş tüm ‘kurtarıcıları’ (anlasalarda anlamasalarda) dinleyen ve sabırla (tıpkı Estragon ve Vladimir gibi) bekleyen Kıbrıs’taki iki toplumun, artık bu kısır döngüyü kırması, kendi ortak geleceğini kendi insaa etmesi ve Godot’yu beklemekten vazgeçmesi gerekmez mi?, sorusunu kuvvetli bir biçimde akla getirir.

 

[i] Martin Esslin, “Beckett and The Theatre of the Absurd”, 43.

[ii] http://www.bbc.co.uk/timelines/z8nbcdm

[iii] Arkadaki ekrana cevirileri yansıtılarak bu durum önlenmeye çalışılmıştır; ama, önlenemediyse de bunun oyuna katkı yaptığı kanısındayım.

Kültür & Sanat Haberleri