Genco Erkal “Sanatı bağımsız olarak yapmak istedim memur olarak değil”

Genco Erkal “Sanatı bağımsız olarak yapmak istedim memur olarak değil”


Henüz röportaj yapmaya yeni başladığım aylardı ve Genco Erkal’la röportaj yapma fırsatı yakalamıştım. Sohbetimiz o günden bu güne benim için unutulmazlar arasındadır... Hatta ondan öyle etkilendim ki, daha sonra İstanbul’a giderek Bursa Cezaevi’nden Mektuplar-Yaşamaya Dair- oyununu da izledim. Oyun için gittiğimi haber verdiğim anki mutluluğunu ise hiç unutamam. Bu yıl Kıbrıs Tiyatro Festivali için burada olacağını duyunca, sanatçıyla yeniden görüşmek istedim. Hem Bir Delinin Hatıra Defteri oyununu anlattı hem de aradan geçen zamanda yaşananları değerlendirdi. Ne mutlu ki kendimi anlatmaya başlayınca beni hatırladı. Böylece çok daha samimi bir sohbet gerçekleştirme onuruna erişmiş oldum. 

“Bazı oyunlar izleyici üzerinde büyük etki bırakıyor”

Bir Deli’nin Hatıra Defteri Türkiye’de oynanan ilk tek kişilik oyun olma özelliğine sahip…  Henüz 27 yaşındayken, Genco Erkal, bu eseri adeta efsaneleştirerek ölümsüz kıldı. Merak ediyorum tüm bu nedenler dışında, bunca yıl aradan sonra,  yeniden bu oyunla sahneye çıkmasının başka gerekçeleri olabilir mi? Gülümsüyor ve anlatmaya başlıyor.  
“Oyunu 50 yıl içinde dördüncü kez yeniden oynuyorum ancak her seferinde yeni bir yorumla sahneliyorum. Yeni kostümler ve yeni dekorla izleyici karşısına çıkıyorum. Bu oyunu yeniden sahnelememin esas nedeni izleyicilerden gelen talepler. Devamlı olarak bana gelip Bir Delinin Hatıra Defteri’nde sizi izlemiştik, fevkaladeydi. Yeniden oynamayacak mısınız? Diye soruyorlar. Ben de onları kıramıyorum. Bazıları da gelip bana diyor ki beni ilk kez bu oyuna annem getirmişti, şimdi ben de kızımı bu oyuna getirmek istiyorum. Bir de bu oyunda beni ananem izlemişti. Şimdi istiyorum ki torunlarım da beni izlesin. Böylece tamamen altı kuşağa seslenmiş olacağım. Sizin de dediğiniz gibi bu oyun adeta bir efsane oldu. Bugüne kadar yüzen fazla oyunda oynadım ama kime sorsanız ilk akla gelen oyun budur. Hem hoşuma gidiyor, hem de kızıyorum. O kadar çok oyun oynadım ki… Niye kimse onlardan bahsetmiyor diyorum. Demek ki bazı oyunların böyle bir kaderi oluyor izleyici üzerinde çok büyük bir etki yapıyor. Unutulmaz bir oyun oluyor.”

1842 yılında Rus yazar Nikolay Vasilyeviç Gogol tarafından kaleme alınan Bir Delinin Hatıra Defteri günümüzde hala etkileyiciliğini sürdürüyor…  Genco Erkal ile bir eser aradan yüzlerce yıl geçmiş olmasına rağmen nasıl hala insanları etkileyebildiğini konuşuyoruz.
“Gogol’un burada etkisi büyük, o, bu eseri yaşadığı toplumu eleştirerek yazmış ve bu eleştiri içinde hem müthiş bir trajedi, üzücü bir olay var hem de bunları alaycı biçimde anlatışı var. Zaten bu oyunu izlediğiniz zaman güleyim mi ağlayayım mı diye düşünüyor insan. Çok dokunaklı bir hikâye ama aynı zamanda komik de. Biliyorsunuz zaten insanlar delilere gülerler. Hâlbuki gülünecek bir durum yoktur. Deliler hastadır, acıklı bir durumdadır. Burada seyirciyi çok derinden yakalayan bir hikaye var. Kapılıp gidiyorsunuz. Normal gibi görünen bir insanın yavaş yavaş bambaşka bir dünyaya geçtiğine, aklını kaybettiğine ve kendi dünyasına sığındığına şahit oluyorsunuz. Çok fakir bir memur olmasına rağmen sonunda kendini İspanya Kıralı zannediyor. İspanya’ya geldiğini zannediyor ama aslında akıl hastanesinde... Tüm bu acıklı ve güldürücü olaylar içinde finalde de çok yürek parçalayan bir şey var. Tiyatroya niye gidersiniz zaten hem eğlenmek hem duygulanmak hem de düşünmek için… Bu oyunda da hepsi var. Ayrıca tek kişi oynuyor ve siz bir insanın dünyasına sanki kapı aralığından onu izliyor gibi, hayat öyküsüne tanık oluyorsunuz…

Genco Erkal’ın daha önceki bir röportajında okuduğum detay yeniden aklıma geliyor. Bir Delinin Hatıra Defteri’ne dair unutulmaz bir anısı var. Yıl 1965, Ankara … Bahsettiğim anıyı hatırlayan sanatçı çok gülüyor.
“Zamanın Devlet Tiyatroları Genel Müdürü beni beğendiklerini uzaktan izlediklerini ve devlet tiyatrosuna almak istediklerini söyledi… Ben konservatuarda değilim ama Devlet Tiyatroları genel müdürünün konservatuardan yetişmemiş bir oyuncuya seni alalım falan demesi olmayacak bir şeydi. Ben de çok memnun oldum. Bir Delinin Hatıra Defteri üzerine çalışıyordum, onu sizin sahnede oynayabilirim, dedim. Bu dediğiniz gibi 1965 yılında, Ankara’da yaşanan bir olay. Ancak buna karşılık oyuncuların ne oynayacağınıza biz karar veririz, cevabını aldım. İşte orada benim için ödenekli tiyatro hayali bitti. O yüzden hiçbir zaman ne Şehir Tiyatrosu ne de Devlet Tiyatrosu düşünmedim. Ben sanatı bağımsız olarak yapmak istedim, memur olarak değil. Devlet tiyatrosunda veya bir şehir tiyatrolarına girsem hiçbir zaman istediğim bir şeyi yapamayacaktım. Orada siz memursunuz. Üstleriniz ne derse o olur. Onlar bu oyun derse bu oyunu oynamak ve onlara uymak zorundasınız. Ben bunu hiçbir zaman kabul edemedim. Aynı zamanda başıma buyruk ve bağımsız olmayı çok istedim. Çok zorlu dönemler de yaşadık. Çünkü politik tiyatro da yapıyorduk, askeri darbeler yaşadık. Çok baskı gördük, oyunlarımız yasaklandı. Yargılandık ve tutuklandık. Ama bunların hiçbirini devlet tiyatrolarında çalışarak yapamazdım. Her şeyi kendim sağladım, seçtim ve yaptım. Benim yaşamım bu. Bundan hiç şikâyetçi değilim. Zaten tiyatro ve sanat bir mücadeledir. Kurulu düzene karşı bir başkaldırıdır. Bunu da ödenekli olarak yapmak zor tabii.”

Özel tiyatroların sıkıntıları elbette bitmiyor. Maddi imkânsızlıklar ve sahne kıtlığı en önemli sorunların başında geliyor.  Geçtiğimiz aylarda Dostlar Tiyatrosu’nun   "Güneşin Sofrasında - Nâzım ile Brecht" oyununa güvenlik gerekçesiyle getirilen oynanamama yasağı ise yaşananlara tuz biber ekiyor. Bu karar geri alınmasına rağmen,  satır aralarında, devletin özel tiyatrolara vermek istediği mesaj saklı.
“Ben aslında bu darbenin ne olduğunu, ne kadar başarısız olacağını hemen birkaç saat içinde anlamıştım. Belki de bu durum çok darbe yaşamış olmamdan kaynaklanıyordur. Ama bir şeyi daha gördüm, Bu örgütü bahane ederek zaten hiç hoşlanılmayan muhalif seslerin hepsinin susturulması için bir bahane yaratılmak istenebilirdi. Ben bunları düşünürken, bize gizli olarak ama açık açık ‘sizin özellikle sosyal medyadaki paylaşımlarınızdan dolayı hakkınızda şikayet var. Sizi benimsemiyoruz’ diye bir uyarı geldi. Kim beni benimsemiyor, aslında bu yorumun geldiği yer belli. Tepeden büyük bir baskı yaşanıyor. Ancak o arada Yeni Kapı mitinginden istifade ederek CHP ve iktidar partisinin yakınlaşması sayesinde, CHP’nin bizim oyuna ilişkin kararı meclise taşımasıyla, CHP’nin ağzına bal çalmak için bu yasak kaldırıldı. Bu elbette işimize yaradı ama, CHP’den daha sonra koparılacak çok da fazla tavizler olduğunu da düşündüm doğrusu. Sonuçta biz oyunumuza devam ettik ama gidiş hiç iyi değil. Yeni Kapı’da yaşanan birlik beraberlik havasının çok sürmesine de imkan yok. Bizler hem demokratik bir ülkede yaşadığımızı iddia ediyoruz, hem de kanun hükmündeki kararnamelerle, meclisi tamamen devreden çıkarak, bir kişinin ve ekibinin istediği her şeyin gerçek olduğunu görüyoruz. Korktuğumuz şeyler  örnekleriyle yaşanıyor. Kim olursa olsun FETÖ üyesi diye hemen içeriye atılıyor. İçeride gazeteciler ve yazarlar var. Olacak şey değil. Bu insanlar bir örgüte sempati duymuş olabilir. En baştaki kişi bile özür diliyorum yanılmışım diyorsa, başkaları da yanılmış olabilir. Onu içeriye atmıyorlar diğerlerini ise içeri atıyorlar. İlaçlarını bile vermiyorlar. Çok değerli, yazarlar ve gazeteciler var. Onlara çok büyük haksızlık yapılıyor. Gerekçe hazır ama bazı insanlar var hepsini tanıyoruz. Solcu ve ateist insanları bu terör örgütünden içeri atıyorlar. Mümkün değil böyle bir şeyin olması ama bizim ülkemizde her şey oluyor.”       

“Bazı insanlar çözüm olmasın diye uğraşıyor”

Üç yılı aşkın bir süre önce Mağusa’da yine Genco Erkal’la bir röportaj yapmıştık. Benim unutulmazlarım arasında yer alan bu röportajda Kıbrıs’ı ve adanın geleceğini de konuştuk. O günden bugüne çok yol almamış olsak da sanatçının düşüncelerini merak ediyorum.
“Şu son seçimlerden sonra bayağı bir ümitlendim. Bir şeyler bu sefer galiba değişecek dedim. Her iki taraf da barışa olumlu ve ılımlı bakar. Galiba bu iş çözülecek diye seviniyoruz. Bu konu bizleri de sevindirir tabi. Ancak buraya geldikten sonra konuştuğum arkadaşlarımı ümitsiz gördüm. Onlara göre değişen bir şey yok. Çok üzüldüm. Tabii ben de zaman zaman hissediyorum bizim taraftan da bazı müdahaleler var. Bazı insanlar çözüm olmasın, birleşme olmasın diye uğraşıyor. Hem de maalesef derinden uğraşıyorlar. Ben de bunları fark edince ümidimi kaybediyorum.  Ben aslında çok şeyden ümidimi kaybettim. Ülkemle ilgili de ümidimi kaybettim. Ne yazık öyle bir iş yapıyorum ki işim umut dağıtmak, moral vermek. Bu ümitsizliğimi saklama zorundayım. Tam tersine her şey çok güzel olacak, güzel günler göreceğiz diye ümit verme zorundayım ama içim fazla ümitli değil doğrusu. Dilerim ben yanılırım ve güzel günler yakındır.”

Dergiler Haberleri