Felsefe eğitimi; düşünebilmenin öğretilmesi

Çocuğun kendine dikte edilenleri fark edebilmesi ve kendi biricikliğini koruyabilmesi için öncelikle düşünebilmesi kendi farklılığını bulup ortaya koyabilmesi gerekir.

 

Pervin Yiğit
pervinyigit@gmail.com

 

Felsefe yapma diye maalesef dilimize yerleşen ve çoğu insan tarafından demagoji, saçmalama ve laf salatası yapmak gibi algılanan “felsefe”, biraz kültürümüzün biraz da eğitim sistemimizin sayesinde  hakettiği değeri hiç bir zaman göremedi. Felsefe dersleri her zaman gereksiz dersler sıralamasında, beden eğitimi ve müzik eğitimi ile birincilik için yarışıyor. Halbuki 2500 yıl önce Platon eğitim ile ilgili konuşurken, çocukların bedenlerini geliştirmek için önce beden eğitimine ağırlık verilmesi gerektiğini söyler. Platon’a göre bunu takip edecek olan ruhun incelmesi/eğitilmesi için müzik eğitimidir ve sonrasında da felsefe ile beraber diğer disiplinler gelmelidir. Eğitimin ilk ortaya çıktığı yıllar bu kadar önem atfedilen disiplinlerin bugün bu durumda olması tabii ki hayal kırıklığı. Sebebi ne olursa olsun, bunu düzeltmek de öncelikle felsefecilerin sonra da eğitimcilerin görevi.

Peki felsefe, eğitim ya da öğretim sürecinde neden gerekli? Bizim toplumumuzda eğitim her zaman ezberle beraber düşünülmüştür. İlkokulda okumayı öğrenirkenden ilk yaptığımız şey okuduğumuz şeyleri ezberlemek olmuştur. Önce şiirler ezberlenmiştir, sonra çarpım tablosu, savaşların tarihleri derken sonrasında anlamadığımız her şeyi ezberleyerek eğitim hayatımıza devam edip bir “meslek” sahibi olarak eğitimimize de nokta koyuyoruz. Bir bakıyoruz ki en iyi öğretimi alma şansı bulan bireyler bile  mezun olduktan 2-3 yıl sonra artık teorik olarak hiç bir şey hatırlamıyor.

Tabii ki bu sistemin eleştirisini yapmak ve buna çözüm önerileri sunmak eğitimcilerin işi. Benim sadece yapmak istediğim böylesi bir eğitim sisteminde, felsefenin günümüz dünyasında ve Kıbrıs’ta her zamankinden çok daha gerekli olduğunu göstermek. Ezberci bir sistemin çocuklara düşünmeyi ya da varsayımlarda bulunmayı öğretmediği çok açık. Hatta eğitimin, bizim ülkemiz için erken yaşlarda çocukların kafasına sınırlamalar getiren ve hayalgüçlerini körelten bir olgu olduğu da söylenebilir.  Çocuklar, ilköğretimde soru sormaya teşvik edileceğine, olayları olduğu gibi kabullenip ezberlemeye zorlandıklarından, soru sormayı ya da konuşarak kendini ifade etmeyi öğrenemiyor. Çocuklarda doğal olarak bulunan merak etme güdüsü ve soru sorma yeteneği, eğitim süresince baltalanarak bir süre sonra yok oluyor. Kısacası okullar çocuklara ne düşünmeyi ne de yaratıcılığı öğretiyor. Teknolojinin gelişmesinin de bir dezavantajı olarak, elektronik medya ve bilgisayar oyunlarına bağımlılık da çocukların keşfetme ve merak etme özelliklerini yok ederken, yaratmaya eğilimlerini de köreltiyor. Bunların geri plana atılması ile de eleştirel düşünce de henüz oluşamadan kayboluyor ve akabinde üniversite eğitiminin de kitap özetlerinin ezberlenme eğitimine dönüşmesi ile o ezberci çocuklar düşünemeyen bireyler olarak hayata atılıyor.

“Eğitim gerçeklerin öğretilmesi değildir, düşünmek için aklın eğitilmesidir”. Einstein

Eğitim Einstein’in dediği gibi düşünmeye, düşündürmeye odaklı olmalıdır. Bu da ancak felsefe eğitiminin okullara girmesi ile mümkün olabilir. Burada felsefe eğitiminden kast ettiğim lise ders kitaplarındaki felsefe tarihini öğretmek değildir. Öğrencinin bilmesi gereken Aristo’nun, Kant’ın neler söylediğinden ziyade neden ve nasıl söylediklerini düşünmek, kişilerden çok kavramlara odaklanarak felsefeyi hayatla ilişkilendirmektir. Düşünme eğitimi de diyebileceğimiz felsefe eğitimi çocukların sorgulama becerilerini geliştirmek ve merak dürtülerini korumak için gereklidir. Öğrenciler, felsefe eğitimi ile soru sorarken, daha yerinde sorular sormayı öğrenir. Farklı fikirlerin tartışıldığı bir ortamda, hem farklı görüşlere saygı duymayı, hem de kendini özgürce ifade edebileceği bir yerde söylediklerinin ya da düşündüklerinin sebeplerini bulmayı ve bunları temellendirmeyi öğrenir.

Öğrenciye farklı düşünebilmenin olağan olduğu öğretilirken, bir şeyi neden düşündüğünü de keşfetmesi ve bunu başkasına aktarabilmesi de öğretilmelidir. Bunun amacı birini ikna etmek değil, bireyin kendi fikirlerine temel bulmasıdır. Düşünce eğitimi, öğrenciye bir şeyi neden düşündüğünü keşfettirir, böylece bu nedenler aracılığı ile öğrenciler fikirlerini başkalarına aktarırken hem kendilerini ifade etme yetenekleri gelişir, hem de karşısındakinin –farklı düşünse de- fikrine saygı duymayı öğrenir. Öğrenci akıl yürütmesinin niteliğine dikkat etmeyi öğrenirken, boş argümanlardan kaçınır, düşünce şekli de bunu ifade edişi de eğlenceli bir şekilde zorlama olmadan disipline edilir. “ben kadın-erkek arasında eşitlik olduğuna inanıyorum” demekle “ben şu şu sebeplerle kadın ve erkek arasında eşitlik olması gerektiğine inanıyorum” demek kendini ifade etme sürecinde aynı etkiyi yaratmaz. Neden sosyalizme inanıyorsun sorusuna canım istiyor, bizim aile sosyalist demekle, mantıklı sebepler sunarak cevap vermek arasında fark vardır ve bu iletişim esnasında karşı tarafın bireye saygı gösterip göstermemesini de etkileyen bir durumdur. Düşünceler kelimeler ile ifade edilmeye çalışıldıkça ve bir başkasına aktarıldıkça daha çok anlam kazanır ve birey bu süreçte kendini ifade ettikçe daha iyi düşünebilmeyi de öğrenir. Bu sebepledir ki, felsefe tarihinden bağımsız düşünülecek olan bir felsefe eğitimi, öğrenciye hayata dair kazanımlar sağlayacaktır.

Muhakeme yeteneği de kazandıran bu eğitim, öğrenciye karşısındakini dinlemeyi öğretirken, kendi düşüncelerini ifade etme ve farklılıklar karşısında savunma sürecinde, bu karşıtlıkları kişiselleştirmeden fikirlere odaklanmayı öğretir. Bizim toplumuzda iletişim konusundaki en büyük sıkıntılarından biri de tartışmayı kişiselleştirmektir. Özellikle Kıbrıs’ta nüfusun az olması, iş arkadaşlarının aynı zamanda arkadaş olması, kişilerin birbirini az çok tanıması profesyonel ilişkiyi aynı zamanda gündelik ilişkiye de çevirir. Bu durum da tabii ki tartışma kültürümüzü etkiler. En küçük bir fikir ayrılığında, “insan arkadaşının fikrine karşı çıkar mı?, başkalarının yanında dostum beni nasıl desteklemez?” gibi cümleler sıkça duyulur. Halbuki tartışma kültürü veya dinleme kültürüyle ilgili çocuklara ilk öğretmemiz gereken farklı fikirlere sahip olup bunları savunmanın kişisel ya da duygusal olarak algılanmaması gerektiğidir. Bunu ulaşmak için de felsefe eğitimi yeterlidir. 

Toplumda bireyleri aynılaştırmaya çalışan empoze kültürü de okullarda özellikle sözel derslerde kendini belli etmekte ve çocukları prototip bireyler olarak yetiştirmeye çalışmaktadır. Çocuğun kendine dikte edilenleri fark edebilmesi ve kendi biricikliğini koruyabilmesi için öncelikle düşünebilmesi kendi farklılığını bulup ortaya koyabilmesi gerekir. Düşünceyi üretmeyi, savunmayı, fikir değiştirmeyi, geliştirmeyi, olaylara farklı açılardan bakabilmeyi, mutlak olmayan olayları fark edebilmeyi ve kültürel bağlamdaki değişiklikleri görebilmeyi sağlayan düşünce eğitimi bireyin “kendisi” olması için alması gereken en temel eğitimdir. Bu yüzdendir ki bir felsefeci olarak felsefenin problemleri fark edip çözüm üretebilen bilinçli bireyler yetiştirmek için, kişilere ve fikirlere önyargısız bakabilmek için, bağımsız düşünüp kendi karakterini bulup gerçekleştirme cesareti için, bir öğrencinin alması gereken en değerli derslerden biri olduğunu düşünüyorum. Öğretim bireyi toplum için yetiştirirken, felsefenin bireyi kendisi için yetiştirdiğini düşünen bir insan  olarak da düşünce eğitimin yurtdışında olduğu gibi okullara girmesiyle toplumun gelişeceğini savunuyorum, umarım önümüzdeki yıllarda genç nesillerimiz ezberci sistem yerine eleştirel düşünce ile şekillenmiş eğitim ve öğretim alma hakkına sahip olur ve yeni kuşaklarla beraber toplum daha iyi, özgür, adil ve eşit bir topluma evrilebilir.

 

Dergiler Haberleri