“Et” Yeme Alışkanlığı ve Toplumsal Cinsiyet Rolleri

“Et” Yeme Alışkanlığı ve Toplumsal Cinsiyet Rolleri


 Fezel Nizam (FEMA Aktivisti)
 fezelnizam@hotmail.com

Toplumsal cinsiyet kavramı feminizmle birlikte hayat bulan ve biyolojik cinsiyetten bağımsız olarak; kültür, örf, adet ve yazılı olmayan kurallar bütünü ile inşa edilen rolleri ifade eden kavramdır. Bu roller davranış biçimlerini, görev paylaşımlarını, sorumlulukları ve aslında hayatın ta kendisini düzenler. Dünyaya geldiğimiz andan itibaren neyi nasıl yapmamız gerektiğini sürekli bizlere dikte eden bir dış ses vardır sanki. Toplumsal cinsiyet rolleri, okuduğumuz masallar, izlediğimiz televizyon programları/reklamlar, çocukken oynadığımız oyunlar/oyuncaklar ve hatta yeme alışkanlıklarımızla pekişir durur. “Yeme alışkanlıkları da nereden çıktı şimdi?” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Ne demek istediğimi yaşadığım veya tanık olduğum bazı olaylarla daha iyi açıklayacağımı düşünüyorum.

Ailemizde yıllardır süregelen bir ritüeldir hafta sonu buluşmaları. Bu, günlük koşturmaca içinde bir es verme fırsatı sunar bizlere. Aile buluşması, sohbet ve anneannemin özenerek hazırladığı envaiçeşit yemekler renk katar monoton hayatlarımıza. Yine bir buluşma günümüzde, yemeğe oturmak üzereyken anneannemin kendinden önce ailedeki erkeklere servis yapma gayreti dikkatimi çekti. Kimsenin bu yönde bir talebi olmamasına rağmen, kendine görev bilmişti önceliği erkeklere vermeyi. Yemekten sonra sohbet açıp eskiden yemek kültürünün nasıl olduğunu sordum. Savaş yaşamış, göçmen bir aile olarak ekonomik durumlarının iyi olmadığını o yüzden her zaman et yemenin nasip olmadığını, fakat eve et girdiğinde de önceliğin dedeme, ve sonra da çocuklara verildiğini öğrendim. Kadın, hayatın diğer alanlarında olduğu gibi burada da ikinci plana atılıyordu. Bu dinlediklerim, altında yatan nedenleri de düşündüğümde beni bayağı etkilemişti. Yaptığım küçük bir araştırma sonunda, yemek servisinde önceliğin, genellikle erkeğe ait olduğunu öğrendim. Bu ataerkil gelenek diğer toplumlarda da benzerlik gösteriyor. Etiyopyalı kadınlar ve kızlar, toplumun hangi sınıfından olurlarsa olsunlar, iki ayrı öğün hazırlamak zorundadırlar; birincisi erkekler için genellikle et içeriği zengin olan ve ikincisi de kadınlar için protein içermeyen öğünler.(1) Teknoloji öncesi çağda Solomon Adaları’nda ise domuzları yetiştirmek kadınların sorumluluğunda olsa da, domuz eti yemeleri kesinlikle yasaktı. Burada kadının iş gücünün görmezden gelindiğine vurgu yapmakta da fayda var. Endonezya’da ise özel dini zamanlarda et hanelere, erkek sayısına göre dağıtılıyordu.(2) Örnekler daha da bitmiyor. Asya’da bazı kültürlerde kadınların balık, deniz ürünleri, tavuk ve yumurta tüketmesine izin verilmiyor.(3)

İşte bu noktada et yeme ve erkeklik arasında büyük bir ilişki kurulduğu, kadının ise sebzeye “mahkûm” bırakıldığı görülebiliyor. Erkekler eve ekmek getiren aile reisi olduğuna göre, güçlü-kuvvetli, cesur olmak zorundaydı. Bunun için de proteine dolayısıyla da ete ihtiyacı vardı. Kültürel geleneklere de bağlı kalarak, erkeklerin ete ihtiyacı olduğu, “eve ekmek getiren” erkeğin, önceliği de, eti de aldığı anlaşılıyor. Yani et ile yiğitlik-koruyuculuk arasında paralel bir bağ oluşturuluyor bilinçaltımızda. Et erkek egemenliğinin bir sembolü oluveriyor.

Geçmişten günümüze gelecek olursak, kadınlar çay partileri kısır günleri yaparak; pasta börek ile karbonhidrat ve sebze ağırlıklı besleniyorlar. Oysa erkekler bir araya geldiklerinde “hade yakalım bir mangalcık?” sohbetinin ardından, dünya yansa umurlarında olmadan mangal keyfi yaşamaktadır. Mangal yapmanın külfeti ile uğraşmak istemeyenler ise, soluğu meyhanede alarak; erkek bir mekânda erkeğe özgü yiyecekler tüketmektedir. Bu gruptan kişiler için sebzenin tek başına bir öğün olabileceği düşünülemez. Sebze ancak ana yemeğin yanında meze olabilir. Kadınlar gibi; kadınların  tek başına birey olabileceklerini de çoğunlukla, ancak lafta kabul ederler! “Erkeksiz bir kadın olamaz”, “eve bir direk gerekir”. Bitki ve kadın edilgen birer nesneye dönüşür ataerkil hayatta.(4) Erkekler ile hayvanlar, bitkilerle de kadınlar benzeştirilir. Nasıl hayvanlar bitkilerden üstünse, erkekler de kadınlardan üstünlüğünü bu yolla meşrulaştırmış olur.

Masallar ve filmler de bizi küçük yaşta yemek yemenin cinsiyetçi rolleri ile tanıştırdı. Gargamel’in Şirinler’inin yemek için çevirdiği dolaplar, bir erkeğin et yemesini normalleştirmemizi sağlar. Klasik türk sinemasının vazgeçilmezlerinden biri olan Tarkan filmlerinin bir sahnesi de hafızamdan hiç çıkmaz: Cesur kahramanımız, kötü kalpli zalimlere haddini bildirdikten sonra soluğu bir handa alır. Son derece kaba bir tavırla kendisine yemek getirilmesini salık verir. Önüne gelen kocaman but parçasını eline alarak, hayvanın cansız bedenini vahşice koparmak suretiyle kaba saba bir edayla yer. Karnını bir güzel doyuran kahramanımız için artık sıra ikinci ziyafete gelir. Han sahibine bir işaret çakar ve handa çalışan kadının dansı başlar. Yaptığı kahramanlıktan sonra kadının bedenine de sahip olma hakkı vardır, güzel bir gece onu bekler! Filmin bu sahnesini genel olarak analiz ettiğimizde, cesur kahramanın zalimlere dersini vermesi, “erkeklik yapması”, hem hayvanın hem de kadının bedenine sahip olmasını haklı kılar.

Geçmişimizde et - erkek egemenliğini benzeştiren ve insan olmayan hayvanları yemeyi haklı kılan kanıtlar bir bir dikkatimi çekmeye başladı bu süreçte. Atasözlerinden, “Et kanlı, yiğit canlı gerek” etin çok pişirilmeden tüketilmesi gerektiğini, genç “delikanlıların” ise durgun hareketsiz olmamaları gerektiğini söyler ve yine et ile erkek benzeştirilir. “Bir dirhem et, bin ayıp örter” de bu atasözlerine ikinci örnek olarak verilebilir. Toplumsal cinsiyet rolleri ile ayıp, yasak, günah gibi tanımlamalar kadınlara yüklenmekte ve kadınların “hanım hanımcık”, aklı başında olmaları beklenmektedir. Kadınlar ne kadar “ayıp”lansalar da, etin bunları örtbas edeceği vurgulanarak, erkek egemenliği pekiştirilir.

2012 yılında Amerika Birleşik Devletleri ve Britanya bölgelerinde yürütülen bir çalışmada ise, özellikle biftek gibi, kas oranı yüksek etlerden tüketme ile “erkeklik” arasında büyük bir bağlantı bulunmuştur. Çalışmaya katılan insanlar sebzelere göre eti daha maskülen algıladıklarını belirtmişlerdir. Kırmızı eti daha güçlü, geleneksel, maço ve kas yapıcı bir yiyecek olarak sunmuşlardır. Ayrıca yazarlar cinsiyet zamiri içeren 23 farklı dili de analiz etmiş ve etin erkek cinsiyeti ile daha yakından ilgili olduğunu gözlemlemişlerdir.(5) Görüyoruz ki, tüm dünyayı etkisi altına alan ataerki, hayvanları kullanarak iktidarını sağlamlaştırmayı sürdürüyor.

Hafızamdan silinmeyen diğer bir olay ise, çocuk yapmayı planlayan bir çift ile onların ailelerinin sohbetine tanık olmamla başlar. “Erkek adamın erkek oğlu olur” mentalitesinden yola çıkan erkeğin ailesi ve “baba” adayı, erkek çocuk sahibi olabilmek için çeşitli hurafelere başvurarak kadına baskı uyguluyorlardı. Söylentiler, anne adayının hamile kalmadan en az altı hafta öncesinden başlayarak et, balık, çikolata, tereyağı gibi besinlerle beslenerek erkek çocuğa sahip olabileceğini; kız çocuğa sahip olmak isteyenlerin ise fındık, fıstık, fasulye, pırasa ve bal gibi besinler yemeleri gerektiğini salık veriyordu. Bu tarz bir beslenmenin son derece sağlıksız olacağı bir yana dursun, kız çocukların işe yaramaz olarak nitelendirerek, erkek egemen yapıyı pekiştiren bu cinsiyetçi söylemler, et yemek ve “erkek” olmak arasındaki bağlantıyı daha iyi anlamamı sağlamıştı.

Ataerkil sistemi yapı bozumuna uğratmak, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak ve dahası tüm canlılar için demokratik bir yaşam adına gelin vejetaryen olalım!

YAŞASIN TÜM CANLILARIN KARDEŞLİĞİ!

----------------------------------------

Kaynaklar

(1) Lisa Leghorn ve Mary Roodkowsky. Who Really Starves: Women and World Hunger. New York: Friendship Press, 1977, s.21.
(2) Frederick J. Simoons. Eat Not This Flesh: Food Avoidances in the Old World. Madison: University of Wisconsin. 1961, 1976, s.12.
(3) Frederick J. Simoons. Eat Not This Flesh: Food Avoidances in the Old World. Madison: University of Wisconsin. 1961, 1976, s.79.
(4) Carol J. Adams. Etin Cinsel Politikası. Ayrıntı Yayınları. 2013, s.92.
(5) Paul Rozin, Julia M. Hormes, Myles S. Faith, and Brian Wansink. "Is Meat Male? A Quantitative Multi-Method Framework to Establish Metaphoric Relationships." Journal of Consumer Research: October 2012.

Dergiler Haberleri