Dünyada Bu Kadar Acı Varken Mutlu Olmaya Hakkımız Var mı?

Ve hatta onu bir acı olmaktan çıkarıp bütün canlılarla ortak mücadelemiz, ortak paydamız oluşunun sevincini yaşayabiliriz.

Yılmaz Akgünlü
yakgunlu@yahoo.com

Acıyı paylaşmak sevginin göstergesidir. Bu doğaldır ve acıyı paylaşmak hayata bağlar bizi.  (Cardenio – William Shakespeare)

Çevremiz acıyla çevriliyken mutlu olmak mümkün müdür? Bu, vicdan sahibi her insanın sorduğu acımasızca zor bir sorudur. Soruya derinlemesine bakarak belki de bir çıkış yolu bulabiliriz. Ama bu çıkış yolu acaba bizi acı çekmekten kurtaracak bir çözüm müdür? Pek sanmıyorum. Oldukça kişisel bir konu ve kişisel bir tavır alıştan söz ediyoruz. O yüzden bu tartışmada kesin bir yere varmak zor gibi görünebilir. Ama belki de öyle değildir, bazen başlangıçta kesin görünmese de bize doğruları hissettirecek açık ve net tavırlara ulaşabiliriz.

Bu öyle bir soru ki, bugün dünyamızda insanlar gitgide kendi kişisel menfaat ve ilgilerine odaklanmışken şefkat, yardımseverlik ve diğerkâmlık gibi bazı değerler gözden düşmüşken nasıl olup da bir tür olarak var olacağımız ve dünyayı yok etmeden yaşayabileceğimizin cevabını içermektedir. Bireysel mutluluk kültürü gitgide yayılıyor. Ancak dünyanın bugünkü çevresel, sosyal ve politik sorunlarının çözümü kolektif ve ekolojik (insan toplumlarını ve doğayı bir arada gören) bir bakış açısı ve bir paylaşım kültürü yayılmadan çözülebilecek gibi görünmüyor. Bu yüzden başkaları acı çekerken mutlu olmaya hakkımız olup olmadığını tartışmaya ve toplumları dönüştüren bir yol bulmaya her zamankinden çok ihtiyacımız var. İki işe yaramaz kutup arasında bölünmüş durumdayız. Bunların birincisi dünyanın fakir ve ezilen kesimlerinin çektiği acılara onların kaderi gözüyle bakıp ilgilenmemek hatta kendini (bu acılardan uzak olduğu için) üstün ya da şanslı hissetmek. İkincisi ise her gün medyaya yansıyan bu acılar karşısında kahrolmak, dertlenmek ve yaşama sevincini kaybetmek. Bir şey yapamamanın verdiği suçluluk duygusuyla kendini çaresiz hissetmektir. Lakin bu iki kutup dışında başka tavırlar da olmalı, insanın duygu dünyası iki kutuptan oluşan duygulara indirgenmemeli.

Elbette umursamamak, boş yere acı çekmekten daha mantıklı görünebilir. Sonuçta dünyanın bütün acılarını ortadan kaldıramayacağımıza göre hayatımıza devam etmek daha doğru değil mi? Onlar mutsuzsa ben neden mutsuz olayım? Bu mutsuzluğun daha da yayılması demek değil midir? Hatta aksine acı içindeki insanları düşünerek ne kadar iyi durumda olduğumuzu fark edebiliriz değil mi? Yani kendimizi iyi hissetmek için bizden kötü durumda olanlara bakıp halimize şükretmek de bir yoldur, ama ne kadar güzel bir yol tartışılır. Şu anda Gazze’de olabilirdim, çok uzun bir süredir sefil, aç ve perişan halde yaşıyor (ya da ölüyor) olabilirdim, birçok yakınım ölmüş olabilirdi,  geleceğe son derece karamsar bakıyor olabilirdim, çıkışı olmayan bu cehennemde yaşamaktan dolayı sonsuz bir azap içinde olabilirdim, şükür ki değilim. Sırf başkaları kadar kötü durumda olmadığım için şükretmek ve elimdeki güzelliklerin değerini bilerek mutlu olmak aslında son derece sağduyuya uygun görünüyor. Ancak bu tavırda da beni derinden rahatsız eden bir şey var. Başkalarının acısına bir uzaktan bakma hali seziliyor burada. Onların acısını yeterince duyumsamıyor gibiyim. Bu örnekte bir değişiklik yapsak ve çok yakın olduğumuz birisinin, kardeşimizin, annemizin ya da en candan dostumuzun aynı acı içinde olduğunu hayal etsek gene de şükredebilir miydik? Kardeşimiz ya da sevdiğimiz kişi acı içindeyken ‘Ah ne güzel şu anda kardeşim gibi acı çekmiyorum ne mutlu bana’ der miydik?

Elbette herkesin acısını aynı derecede hissedemeyeceğimizi, en başta kendimizin ve yakınlarımızın acısından sorumlu olduğumuzu, çünkü onlara yardım edebileceğimizi düşünerek kendimizi savunabiliriz. Ve bunda da bir haklılık payı vardır. Neticede şu anda dünyada bulunan sekiz milyardan fazla insanın bir bölümü o ya da bu sebepten ötürü acı çekiyor olabilir ve sadece bu insanlar değil, bütün sinir sistemine sahip canlılar acı çekiyor olabilir. Dünya bir bakıma acı içinde yanıyor. Ve bu geçmişte de böyleydi ve gelecekte de böyle olacak. Öyleyse dünyanın bütün acıları için durmadan üzülüp kahrolmam beklenemez. Zamanı geldi ben de acı çektim ve gene acılar içinde olacağım günler gelecek, o halde henüz sıra bana gelmemişken mutluluğun tadını çıkarayım bari diye düşünebiliriz.

Öte yandan böyle düşünmek de beni yeterince tatmin etmiyor. Çünkü sadece kendimin ve yakınlarımın acısını derinden duyumsamak diğerlerini umursamamak da bana bencillik gibi geliyor. Başkalarının acılarına uzaktan bakıp arada bir üzülmek bence doğru tavır değil. Derinden inandığım bir şey var: aslında gerçekten mutlu olamamamızın nedeni başkalarının ve hatta benden uzaktaki insanların acılarını yeterince önemsemiyor olmam. Yani bütün dünyanın acısını yeterince dert etmediğim için mutlu olamıyorum. Bu çok iddialı ve oldukça da abartılı bir düşünce gibi görünebilir. Ancak ben bu düşüncenin arkasında duruyorum ve bunun doğru olduğunu kanıtlamaya çalışacağım.

Elbette kendimi zorla başkalarının acısı için üzerek vicdanımı rahatlatmaya çalışmamalıyım. Bence doğru tavır bu değil, bu sahte bir ikiyüzlülüktür. Doğru tavır ne boşuna suçluluk duymak ne de suçluluk duygusundan kurtulmak gibi bir çabadır. Buna karşın uyanık olmalıyız. Bence sorunu çok daha derinden kavramalıyız. Dünya bir bütündür. Biz ne kadar gözlerimizi kapatırsak kapatalım ne kadar bu gerçekten kaçmaya çalışırsak çalışalım dünyanın iyiliği bizim iyiliğimizdir, onun kötülüğü de bizim kötülüğümüz. Biz bu dünyayla birlikte var oluyoruz. O yüzden vicdanımızın sesini susturmaya çalışsak da onun acısını en derinlerde bir yerlerde duyumsarız. Sizce bu sesten rahatsız olmadan yaşanabilir mi? En kötü insan bile derinlerinde bu duyguya sahiptir ama bu duyguyla bağ kuramaz ve bu duygunun gerektirdiği şekilde yaşayamaz.

Bütün dünyanın acısını hissettiğimizi düşününce bunun bizim için kaldırılması imkansız bir yük olduğuna inanabiliriz. Ancak tüm acıların temelinde ortaklaşa paylaştığımız bir acı olduğunu düşünürsek hissimiz değişebilir. Hepimiz aslında var olma mücadelesinin ortak acısını yaşıyoruz. Hepimiz bu dünyada az ya da çok benzer acılar içindeyiz. Hepimiz olgunlaşmak için sonu gelmez meydan okumalardan geçiyoruz. Hepimiz hastalıkların, belirsizliklerin, ayrılık ve özlemlerin, kayıpların ve anlamsız boşluk hislerinin acılarını yaşıyoruz az ya da çok.  Bu acıların ne kadar evrensel olduğunu, birçok duyarlı varlığın bunları tıpkı bizim gibi yaşadığını hissedip duyumsamaktan gelen teselliden daha güçlü bir teselli olabilir mi? Ve hatta onu bir acı olmaktan çıkarıp bütün canlılarla ortak mücadelemiz, ortak paydamız oluşunun sevincini yaşayabiliriz. Bir arkadaşınızla son derece derin acıları hakiki bir paylaşımla yaşamadan onunla hakiki bir dostluk yaşayabilir miyiz? Ancak gerçekten acının, üzüntünün ve yıkımın ateşten çemberinden beraber geçtiğimizde dostluğun o yüce makamına erişiriz.

Elbette dünyayla ve onun acılarıyla bir bütün olduğumuzu sadece ‘düşünmekle’ onunla bütün olamayız. Diyelim ki bu kozmik birlik halini duyumsadığımız bir algı durumu yaşamış olalım, bu durumda muhtemelen kendimi bildim bileli hissettiğim o yabancılaşma ve yalnızlık duygusundan kurtulmuş olmanın sevincini yaşayacağım. Dünyayla bir olmak beni acılara boğmayacak. Ancak benliğimden kurtulduğumda ve doğal olarak herkesi kendim gibi sevdiğimde zihnim yeni bir aşamaya geçecektir. Artık o insanların iyiliğini ve mutluluğunu da kendiminki gibi önemseyeceğimdir. Onların acısını duyumsayacağım ama bu yıkıcı bir acı olmayacaktır, çünkü ben kendi içimdeki acıdan kurtulmuşumdur. O halde başkasının içindeki acıdan da kurtulmuşumdur. Artık benliğimin nasıl bir oluşum olduğunu anlayıp onu aştığıma göre onun yarattığı acılarından da özgürleşmişimdir. Öğrencisi Zen ustasına ölünce ustasının nereye gideceğini sorar. Ustası cehenneme der, senin gibileri kurtarmak için.

Acılarımızın büyük bir kısmını biz yaratıyoruz, bu acıların çoğu zihnimizde yarattığımız kurguların, aşırı ve gerçekdışı isteklerin ürünü. Çoğu acı boşuna yaşanıyor. Zaten yeterince param varken daha fazla para kazanacağım diye katlandığım onca acı, kişiliğimden, ruhumdan taviz verişimin doğurduğu acılar boşuna. Canım sıkıldığı için riskli işlere girişip paramı ya da itibarımı kaybettiğim için yaşadığım acılar da boşuna. Oburca çok yemek yiyip sonra hastalanmakla yaşadığım acı boşuna. Kaprislerimle ve benciliklerimle sevdiğim insanları kendimden soğutarak yaşadığım acılar da boşuna. Yani insanların yaşadığı çoğu acı için üzülmeme gerek yok. Ancak masum insanların acıları için üzülebilirim, onlara yardım etmek için çabalayabilirim, elimden bir şey gelmeyen durumlarda onların iyiliğin canı gönülden isteyebilirim. Bu dünyada acının azalması için çabalarımı yoğunlaştırabilirim. Ancak aslında insanların yaşadığı en büyük acıları kendim bizzat yaşamadığım sürece hissetmem çok da kolay değildir. Yalnızlığın Felsefesinde Lars Svendsen’in dediği gibi:


"… acı paylaşılmaz. Acı yeterince güçlü hale geldiğinde insanın dünyasını ve dilini mahveder. Acı, sözü un ufak eder. İnsan bir şeyin acı verdiğini söyleyebilir ama acı dayanılmaz hale geldiğinde bu kabiliyet bile kaybolur. Büyük acı başkalarıyla paylaşılamaz, çünkü acı birinin tüm dünyasına dönüştüğünde başka bir şey için yer kalmaz."

Doğru acıları çekmek, başkaları için şefkat duyarken hüzünlenmek bizi olgunlaştırabilir. Acı çekmekle mutsuz olmak arasında zorunlu bir ilişki yoktur. Bazı acılar insanları mutsuz eder, ancak bazı acılar mutsuzluk vermez, acı çekerim ama bu acıyı zihnimle, küçük benliğimle yaşamam. O bu dünyada bulunuşumun doğal bir parçasıdır benim için. Var olduğuma göre ölene kadar bazı sıkıntılarım olacaktır. Bunlara sabırla katlanıp bir yandan bu acılardan kurtulmak için kendimi değişmeye zorlarım. Yeni bakış açıları yeni baş etme yolları ararım. Zihnimdeki prangaları kırarım ve gün be gün aydınlanırım. Böylece acımı olgunlaşmaya, karakter gücüne ve mutluluğa dönüştürürüm. İşte o zaman o acı boşuna yaşanmamış olur, beni mutsuzluğumdan kurtarır, yaşamıma bir anlam hissi verir. Beni hiçlikte kaybolmuşluktan gerçek varoluşa taşır.

Garip bir şekilde bu olgunlaşmaya varmak kendimden çok başkalarının dertleriyle ilgilenmeye bağlı gibi görünüyor. Kendi derdini bir kenara bırakıp komşusunun derdinin dert edinen kişi zaten kendi benliğinden kurtulmuş olmuyor mu? Bütün dünyanın iyiliği için çalıştığımızda ise doğal olarak zihnimiz kendi bencil ilgilerinden kurtulup dünyaya açılıyor ve dünyayla birleşme yolunda ilerliyor. Pema Chödrön, Bulunduğunuz Yerden Başlayın: Şefkatli Yaşama Rehberi’nde şöyle diyor:

Acıyı bilmek, başka biri için orada olmanın çok önemli bir bileşenidir. Çok fazla keder hissettiğinizde, kaybedecek hiçbir şeyiniz olmadığını hissettiğiniz için birinin gözlerinin içine bakabilirsiniz - sadece oradasınızdır. Sefalet bizi alçakgönüllü kılar ve yumuşatır, ama sadece sefil olsaydık, hepimiz dibe batardık.

Gazzeliler için acı çekmek mutsuz olmak anlamına gelmiyor. Onları yok etmeye çalışan düzen bir bakıma insanlığın genlerine işlemiş bir nefretin, zayıfı ezmenin, düşmanlarına gözdağı vermenin binlerce yıllık barbarca geçmişinin bir sonucu. Bu düzenin yıkımı için sorumluluk almak öncelikle kendi içimizdeki yıkıcı eğilimlerden kurtulmak demek. Bugün Gazze’de yaşananlar daha önce de başka zaman ve coğrafyalarda binlerce kez yaşandı.  Kabileler arasındaki savaşları inceleyen antropologlar, bir kabile komşu rakip kabileler karşısında büyük ölçüde güç kaybedip kendini savunamaz hale geldiğinde acımasız bir yıkımla yok edildiğini gözlemlemişler. Rekabet ve savaşlar doğal düzenin bir parçası olagelmiş. Ancak savaşın en az yıkımla atlatılıp insanca bir uyumun sağlanması ve barışın yeniden tesis edilmesi de insani olanaklarımız arasındadır. Barış için savaşmak bizi daha az acının yaşanacağı, bireylerin daha aydınlık bir bilinç içinde olacakları bir dünyaya doğru evrimleştirebilir. Belki bir paradoks gibi görünse de gerçekten barış için savaşmalıyız. Bu önce kendi benliklerimizde başlayan zorlu bir savaş olmadan başarılamaz. O zaman dünyanın her zaman barış içinde olduğunu gördüğümüz bir bilinç durumuna ulaşabiliriz.

Bizim mutsuzluğumuz dünyanın daha iyi bir yer olmasına katkıda bulunmayacak. Mutsuz bir zihin daha çok kötülük üretmeye ve dünyayı daha yaşanmaz bir yer olmasına katkıda bulunur. Ancak bu duyarsız bir mutluluk olmamalıdır. Bütün dünyanın acılarını o acılar tarafından yıkılmadan içimizde taşıyabilir miyiz? İşte bu herkesin kendi bilincinde karşılaşması ve bir cevap bulması gereken en ciddi sorudur.

Dergiler Haberleri