"Doğu Akdeniz'deki gerginliğe karşı bir hamle…"

YENİDÜZEN’e konuşan siyaset bilimciler, son günlerde yapılan Maraş açıklamalarını “Türkiye’nin Doğu Akdeniz misillemesi, AİHM yaptırımlarına karşı bir hamle ve müzakere masasında elini güçlendirme isteği” olarak yorumladı.

Aygün Bahar ÖKMEN

Siyaset Bilimciler Türkiye’nin Maraş hamlesi ile AİHM’e karşı ve müzakere masasında elini güçlendirmek istediğinde hemfikir… Türkiye'nin Kıbrıs sorununda adım atmak istediğini kaydeden uzmanlar, Maraş'ta yapılanların Doğu Akdeniz konusunda sıkışan siyasetin bir yansıması olduğunu düşünüyor.

YENİDÜZEN’in görüşlerine başvurduğu uluslararası siyaset uzmanları son günlerde Kapalı Maraş hakkında yapılan açıklamaları değerlendirdi.

Siyaset Bilimci Doç. Dr. Şevki Kıralp ve DAÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Sözen, son gelişmeleri “Türkiye’nin ve Kıbrıs’ın kuzeyinin el güçlendirme çabalarına” bağladı.

DAÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Assist. Prof. Dr. Umut Bozkurt,  “550 sayılı karara göre Maraş’ın BM yönetimine devredilmesi ve 1974’tel, yasal sahipleri dışında yerleşime açılmaması gerekiyor” şeklinde konuştu, Türk tarafının adımı ile ilgili BM’nin uyarısına işaret etti.

Ahmet Sözen, Türkiye’nin Maraş hamlesiyle bir yandan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde aleyhinde oluşabilecek davaları engellenmeye çalıştığını, bir yandan da bu durumu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Doğu Akdeniz ve müzakere masasındaki konumuna bir misilleme olarak kullandığını ifade etti.

ODTÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Öğr. Grv. Dr. Rafet Akgünay, Maraş adımınında “geç bile kalındığını” ifade etti.


Siyaset Bilimci Doç. Dr. Şevki Kıralp:

“Parametrenin değişebilmesi için bu talebin BM Genel Sekreteri huzurunda resmen kayıtlara geçirilmesi ve Kıbrıs Rum toplum liderinin de buna onay vermesi gerekir”

Siyaset Bilimci Doç. Dr. Şevki Kıralp, Türkiye Hükümeti’nin ya da Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın “federasyonla daha fazla zaman kaybedemeyiz, iki-devletli çözümü görüşelim” şeklindeki açıklamalarının “çözüm parametresinin değiştiği anlamına gelmediğini” ifade etti.

Kıralp, “Parametrenin değişebilmesi için bu talebin BM Genel Sekreteri huzurunda resmen kayıtlara geçirilmesi ve Kıbrıs Rum toplum liderinin de buna onay vermesi gerekir” dedi.

Kıralp, BM’de Kıbrıs’la ilgili kaidenin “iki tarafın karşılıklı olarak anlaşabileceği bir çerçeve” olduğunu dile getirdi. Sosunun çözümüne ilişkin “nihai sözün” söylenmesi içinse iki tarafın, üç garantörün, BM’nin ve AB’nin onayının gerektiğini anımsattı. Kıralp, “Anastasiadis, BM ve AB iki-devletli bir çözümü kabul etmeyeceklerini ortaya koyduklarına göre ‘çözüm parametresi değişecek’ diye bir durum söz konusu değildir” şeklinde konuştu.

Kıralp, “Türk tarafının bu tezi yükseltmesi Yunanistan’a ve Anastasiadis’e ‘biz iki-devlet görüşmeyiz’ deyip masayı başları hiç ağrımadan terk etme fırsatı yaratacak. Bu sır değildir” dedi.

BM’nin uzun zamandır gerek hidrokarbon meselesinde, gerekse adadaki iki toplum arasındaki ilişkilerde “gerginliği tırmandıracak adımlardan kaçınma” çağrısında bulunmakta olduğunu hatırlatan Kıralp, “Bu çağrıyı da tüm ilgili taraflara yapmaktadır” ifadelerini kullandı.

“Tarafların gerek enerji politikalarında, gerekse de Kıbrıs’ın akıbetinde birbirleriyle zıtlaşan yönlere sürüklenmesi gerilimi tırmandıracaktır” diyen Kıralp, “BM bunun farkındadır” şeklinde konuştu.

“BM, Sn. Guterres döneminde, Kıbrıslı Rumlar ‘hayır’ dedikçe Kıbrıslı Türklerin uluslararası toplumdan dışlanarak haksız yere bedel ödediğinin bilincine de her zamankinden daha fazla varmakta” şeklinde konuşan Kıralp, “Üstelik bu duruma sebebiyet verilmesinde BM’nin sorumluluğu olduğu da netleşmekteydi” ifadelerine yer verdi.

“Sn. Genel Sekreter ‘bu kez öncekilerden farklı bir süreç olacak’ derken bunu (Kıbrıslı Türklerin bedel ödediğini) kavradığını ortaya koymaktaydı” yorumunda bulundu. Kıralp, bugünkü şartlarda Türk tarafının “federasyon görüşmeyeceğiz” demesinin bir diğer adının “Artık BM ile yürümeyeceğiz” olduğunu söyledi.

Kıralp sözlerine şu şekilde devam etti;

“Türkiye Cumhuriyeti’nin Kapalı Maraş politikası, Türkiye’deki ve buradaki milliyetçi-muhafazakâr kesimleri memnun eden bir açılım gibi dursa da, yasal sakinlerin Taşınmaz Mal Komisyonu'na başvurularının önünün açılmasının Avrupa Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarıyla ilgili yanları da var.”

Kıralp “vakıf malı” iddialarına ilişkin ise  “Uzunca bir süredir Maraş’ın vakıf malı olduğu da konuşuluyor ancak Türk tarafı daha önceki AİHM süreçlerinde bölgenin vakıf malı olduğunu kanıtlayamamıştır” ifadelerini kullandı.

Kıralp, “AİHM 2006 yılında sonuçlanan Arestis davasında bölgenin vakıf malı olduğuna değil, mülkiyet hakkının başvuru sahibi Kıbrıslı Rum’a ait olduğuna hükmetmiştir” kararını anımsattı.

“Dolayısıyla, Türk tarafının “Kıbrıslı Rum sakinler gelip başvursun” yaklaşımı AİHM nezdinde artı puan getirebilir ancak “bölge zaten vakıf malıdır” yaklaşımıyla bölgenin Türk ya da Kıbrıslı Türk yatırımcılara açılması gibi bir adım söz konusu olursa bunu BM ve AİHM nezdinde meşrulaştırmak hiç de kolay olmayacaktır” ifadelerini kullandı.


DAÜ Siyaset Bilimi ve Uluslar Arası İlişkiler Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Sözen:

“Maraş, Türkiye’nin ve Türk tarafının olası bir müzakere masasında elini güçlü tutma çabası ve Doğu Akdeniz gerginliğine misillemedir”

Maraş’ın açılması konusunun pek çok konu ile ilintili olduğunu dile getiren Uluslararası İlişkiler Uzmanı Ahmet Sözen, Türkiye’nin bu hamleyle bir yandan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Türkiye’nin aleyhinde oluşabilecek davaları engellenmeye çalıştığını, bir yandan da bu durumu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Doğu Akdeniz ve müzakere masasındaki konumuna bir misilleme olarak kullandığını ifade etti.

“Maraş konusunda Türkiye’nin bir adım atacağını son 1,5 yıldır söylüyordum. Bu bir sürpriz değildi” diyen Sözen, “Türkiye Taşınmaz Mal Komisyonu’nda Maraş’la ilgili ilerletilemeyen davalardan dolayı bunların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşınmasını ve orada Türkiye’nin aleyhine davaların birikmesini önlemek için Maraş’ta bir adım atma zorunluluğu hissetti” şeklinde konuştu.

Sözen, “Maraş’ın statüsü askeri alandan normal statüye çevrilmedi ki, Taşınmaz Mal Komisyonu’nun yetkisi altında olsun. Bir sonraki adım bu olacaktır diye düşünüyorum” diyerek Türkiye’nin atacağı bir sonraki adımı değerlendirdi.

BM’nin endişeli olmasının gayet normal olduğunu dile getiren Sözen, “Maraş’la ilgili Güvenlik Konseyi kararları hep şunu söylüyor, Maraş BM yetkisi altına verilmeli. Oysa Türk tarafı bu şekilde gerçekleştirmedi” dedi.

Sözen, “Bu kararla biraz önce bahsettiğim gibi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde yaşayabileceği sorunların önünü almak istiyor. Diğer taraftan da stratejik olarak Rum tarafını sıkıştırmak istiyor” ifadeleri ile devam etti.

Bugüne kadar Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından izlenen müzakere politikalarının yarattığı bıkkınlığa değinen Sözen, “2004 Annan Planı’na hayır, ardından Crans-Montana müzakerelerinin çöküşünün sebebinin Kıbrıs Cumhuriyeti olması, Doğu Akdeniz’de hidrokarbon konusunda alacağı kararlarda Kıbrıs Türk tarafına danışmaması gibi tutumlar izlendi. Maraş bunlara bir misillemedir” dedi.

Durumu örneklendiren Sözen, “(Türkiye’nin politikaları açısından) Maraş konusunda tek taraflı adım atabilirim ve bununla da statükoyu değiştirebilirim diyen bir adımdır bu” şeklinde konuştu.

Sözen, Maraş’ta iade yapılması ile birlikte “mallarına dönmek isteyecek Kıbrıslı Rumlar” olacağını ifade ederek, bu durumun Kıbrıs Cumhuriyeti’ne “sıkıntılı bir pozisyon” yaratacağını kaydetti.

Sözen, Maraş adımının arkasında Türkiye’nin ileride tekrar kurulabilecek bir müzakere masasına eli daha güçlü bir şekilde oturmak istemesinin olduğunu dile getirdi.

“2004’ten bu yana geçen 16 seneden dolayı yaşanan bir bıkkınlık söz konusu. Crans-Montana’dan bu yana 3 sene geçti” diyen Sözen, “Kıbrıs Rum tarafının da bir federal çözüme yani güç paylaşımına dayalı bir çözüme ayak sürümesi bu bıkkınlığı yaratmıştır” ifadelerini kullandı. Sözen, “Türk tarafı bunu kırmaya çalışmaktadır. Bunun zamanlaması tartışılabilir ama Rum tarafını bu ayak sürümeden engellemeye çalışıyor” şeklinde konuştu.


DAÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Assist. Prof. Dr. Umut Bozkurt:

Sadece yaptırıma dayalı bir strateji geri tepebilir”

Türkiye’nin hem iki devlet vurgusunun hem de Maraş’ı Kıbrıs Türk idaresi altında açmaktan bahsetmesinin Kıbrıslı Rumlar ve uluslararası toplum tarafından kabul görebilecek şeyler olmadığını belirten Umut Bozkurt, “Bu durum Kıbrıs’taki gerilimi daha da arttırmak sonucunu doğuracaktır” ifadelerini kullandı. Bozkurt, BM’nin bu nedenle uyarıda bulunduğunu dile getirdi.

Türkiye’nin bir süredir zaten federasyondan uzaklaştığının ve iki devletli çözümü desteklediğinin sinyallerini verdiğini ifade eden Bozkurt, Türk dış politikasının geçirdiği dönüşüm göz önüne alındığında Türkiye’nin Kıbrıs politikasındaki değişikliğin bir sürpriz olmadığını dile getirdi.  Bir süredir “komşularla sıfır sorun”dan “komşularla sırf sorun” yaşamaya doğru giden bir Türkiye olduğunu ifade eden Bozkurt, AKP’nin bugüne kadar ki iktidarını ekonomik büyümeye ve sosyal politikalara borçlu olduğunu dile getirdi.

Bozkurt, “İçeride yaşadığı krizi bertaraf edebilmek için gittikçe daha şahin bir dış politika izleyen AKP’nin Kıbrıs’ta federasyon dışındaki seçenekleri dile getirmesi bu koşullar altında anlaşılır bir şey” ifadelerini kullandı.

BM’nin Türkiye’nin iki ayrı devlet vurgusundan duyduğu rahatsızlığı değerlendiren Bozkurt, “BM bu vurgudan da Maraş’la ilgili yaşanan gelişmelerden de rahatsız” dedi. Bozkurt BM’nin 1983 yılında alınmış, KKTC’yi tanımayan 541 sayılı kararını anımsattı. Bozkurt, “BM Güvenlik Konseyi, Ekim ayında Kapalı Maraş’ın sahil şeridinin ziyarete açılması kararını kapalı oturumda görüşmüş ve yaptığı açıklamada Güvenlik Konseyi’nin 550 ve 789 sayılı kararlara olan bağlılığını yinelemişti” dedi. Bu kararları açıklayan Bozkurt, “550 sayılı karara göre Maraş’ın BM yönetimine devredilmesi ve 1974’tel, yasal sahipleri dışında yerleşime açılmaması gerekiyor” şeklinde konuştu.

Erdoğan’ın açıklamalarını değerlendiren Bozkurt, “Erdoğan buranın gerçek sahipleri bellidir derken Kıbrıslı Rumları kastediyor” şeklinde konuştu. Maraş’taki mülk sahiplerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde açtığı davalarda Türkiye aleyhinde verilen kararlar olduğunu anımsatan Bozkurt, “Bu çerçevede Türkiye adım atmak durumunda” ifadelerini kullandı. Bozkurt, Mal Tazmin Komisyonu aracılığı ile bu mülklerin iadesinin ve tazmininin amaçlandığını dile getirdi.

Doğu Akdeniz’deki tansiyonun bir an önce düşürülmesi gereğine vurgu yapan Bozkurt, “Uluslararası toplumun inisiyatif alması gereken bir dönemdeyiz” dedi. Bozkurt, Kıbrıs sorununun çözümünün Doğu Akdeniz’deki gerilimin de çözülmesinde rol oynayacağını ifade etti. Türkiye’nin Batı’dan uzaklaştığı, gittikçe daha da şahinleştiği bir dönemde, AB ve BM’nin diplomasi kanallarını kullanarak Türkiye ile müzakere etmesi gerektiğini savunan Bozkurt, Türkiye’nin izlediği bu politikanın ülkenin küresel ekonomi ile eklemlenmiş olmasından dolayı sürdürülebilir olmadığını da ekledi.  Kıbrıs konusunda ABD, BM ve AB’den diplomatik adımların gelmesi durumunda Türkiye’nin bunu geri çevirmeyeceğini düşündüğünü ifade eden Bozkurt, “Ancak sadece yaptırıma dayalı bir strateji geri tepebilir” şeklinde konuştu.


ODTÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Öğr. Grv. Dr. Rafet Akgünay:

“Maraş geç kalınmış bir adımdı. Senelerdir birilerinin keyfinin gelmesini bekliyorduk”

Maraş konusundaki son gelişmelerin olumlu olduğu kanaatini taşıdığını belirten Uluslararası İlişkiler Uzmanı Rafet Akgünay, Maraş’ın geç kalınmış bir adım olduğunu, masadaki yeni ve somut adımın olumlu etkiler sağlayabileceğini iddia etti. Akgünay, yapılan açıklamalara bakıldığında Maraş’ın tüm eski sahiplerinin dönmesini sağlayacak tedbirler alındığını ifade etti, bu yönde adımlar atıldığını dile getirdi. Akgünay, bunun BM kararlarının ruhuna uygun olduğunu düşündüğünü dile getirdi.

“Geç kalınmış bir adımdı” diyen Akgünay, sözlerine “Eğer eleştirmek isteyenler varsa, 74’ten beri atılan adımların neden sonuç vermediğini incelesinler. Buna göre bir politika değerlendirmesinde bulunsunlar” dedi.

Bu adımın iki taraf arasında anlaşmayı zorlaştıracağı kanaatini taşımadığını dile getiren Akgünay, 74’ten beri bir adım ileri gidilemediğinin altını çizdi. “Artık bir adım atılmasının zamanı gelmişti” dedi. Durumun Türkiye ve Kıbrıs’ın kuzeyi bakımından olumlu olduğunu ifade eden Akgünay, “Biz senelerdir birilerinin keyfi gelsin diye bekliyoruz” yorumunda bulundu. Maraş’la ilgili son gelişmelerin beşli görüşmelere nasıl yansıyabileceğini de değerlendiren Akgünay, “Şu ana kadar görüşmelerin yapılmayacağına ilişkin bir şey duymadık. Dolayısı ile olumlu bile yansıyabilir” şeklinde konuştu. “Ortada somut, yeni bir adım var. Somut, yeni bir öneri var. Eğer taraflar akılcı davranacaksa, masaya gelen bu yeni durumu değerlendirmeleri gerekir” ifadelerini kullandı.

Özel Haber Haberleri