Digomo ve Koççat’ın kayıp insanları...

Kış güneşinin ısıttığı bir sabah, Digomo (Dikmen) köyüne gidiyoruz, bazı olası gömü yerlerine bakmaya... Şahidimiz bu köyde doğup büyümüş, Digomo’nun her taşını, her tepesini, her ağacını, her sokağını gözleri bağlı bile bulabilir bu yüzden... Digom

 

 

Kış güneşinin ısıttığı bir sabah, Digomo (Dikmen) köyüne gidiyoruz, bazı olası gömü yerlerine bakmaya... Şahidimiz bu köyde doğup büyümüş, Digomo’nun her taşını, her tepesini, her ağacını, her sokağını gözleri bağlı bile bulabilir bu yüzden... Digomolu bu Kıbrıslırum şahit bildiği olası gömü yerlerini ve “kayıplar”ın öldürülmüş olduğu yerleri gösterecek bize...

İlk durağımız artık var olmayan, ancak yıkıntıları öylece duran bir ev...

“Bu ev, Maritsa Hristofi Netu’nun eviydi” diye anlatıyor... “Erkek kardeşi Kiriakos Strati’yle birlikte yaşıyordu. Kiriakos ancak bir baston yardımıyla yürüyebiliyordu, çok yavaş yürüyebiliyordu...”

Kıbrıslırum şahidin elinde Digomo’yla ilgili bir kitap var, bu kitaptan Maritsa’nın resmini bularak bana gösteriyor: Tipik bir Kıbrıslı kadın bir sandalyede oturuyor, sırtında Kıbrıs’ta eskiden köylü kadınların giydiği türden, evde ya da terzide dikildiği belli olan bir entari, başında bir yemeni... Ellerini kucağına koymuş. Çevresinde üç tane çocuk duruyor, ya angonileridir bunlar ya da komşu çocukları...

Kıbrıslırum şahit, “Maritsa, Digomo’nun doğal dişçisiydi” diye anlatıyor... “Çocukken dişimiz sallandığında ona giderdik ya da annemiz bizi ona gönderirdi... Bir tırnağı çok uzundu, böyle ağzımızın içine sokardı parmağını ve sallanan dişimizi tutup bir çekmede sökerdi, sonra da kanamasın diye tuz basardı söktüğü dişimizin boşluğuna... Onu çok iyi hatırlarım...”

Maritsa ve Kiriakos, Dikomo’daki evlerinden “kayıp” edilmişler... Şimdi ancak duvarları ayakta kalmış bu evin avlusunda yeni bir ev var...

“Bu da Maritsa’nın kızının eviydi” diye anlatıyor şahit.

Kıbrıslırum şahide göre, hem Maritsa, hem de yürüyemeyen, engelli erkek kardeşi Kiriakos, şimdi ancak duvarları ayakta kalmış olan evin içinde öldürülmüşler, sonra da bahçedeki büyük badem ağacının altına gömülmüşler...

Bahçeye girip sözü edilen badem ağacını buluyoruz...

Bu iki sivil Kıbrıslırum’dan ne istemişler ki onları kendi evlerinde öldürmüşler? Biri yaşlı, diğeri sakat olan bu insanları kimler öldürmüş?

Şahidimiz, “Girne Boğazı’ndan bazı Kıbrıslıtürk polisler, Digomo’ya temizlik yapmaya gönderilmişlerdi, onlar da 1974’te köyden kaçmamış olanları öldürmüşlerdi” diye anlatıyor.

Aynı sokakta bir başka yıkılmış evin bulunduğu alana gidiyoruz: Buradaki evin tek bir taşı bile kalmamış, herşey “temizlenmiş” ve burası bir arsaya dönüşmüş...

Şahidimiz “Burada Yakumi Petru yaşıyordu” diye anlatıyor. “1910 doğumlu olan bu adam 1974’te 64 yaşındaydı... O da burada, kendi evinde öldürüldü fakat onun bu alanda bir yere gömülüp gömülmediğini bilmiyorum...”

Digomo’nun daracık sokaklarında yürüyoruz, güneş pırıl pırıl, Digomo’nun yeşilliği, bahçelerdeki rengarenk çiçekler selamlıyor bizi sanki... Gelip geçtiğimiz bu sokaklara dizilmiş evlerde çok güzel, çok bakımlı ağaçlar, çiçekler var...

Bir başka noktada daha duruyoruz, burada da bir ev varmış ve o da yıkılmış – yerine uyduruk, garaja benzer bir yapı kondurulmuş.

“Burada Hristalla Nikola Hristofi’nin evi vardı” diye anlatıyor şahit... “Felçli bir kadındı, yatalaktı, yaşlıydı... O da evinde öldürüldü ve öğrendiğimize göre evinin avlusuna gömüldü... Bendeki bilgi böyle...”

Tüm bu öyküler üzüyor beni, giderek bu köyü Değirmenlik (Kitrea-Cirga) ve Minareliköy’e (Neahorgo Kitrea) benzetmeye başlıyorum... Minareliköy’de de, Değirmenlik’te de köyde kalmış yaşlılar, sakat insanlar öldürülüp sonra da “kayıp” edilmişlerdi – Minareliköy’de bazı Kıbrıslırumlar, bir yaşlı Kıbrıslıtürk kadın olan Nazife Hasan’ı  ve yaşlı bir adam olan Tahir Mehmet’i öldürmüşlerdi... Bazı Kıbrıslıtürkler ise Minareliköy’de çoluk-çocuk, kadın-erkek, yaşlı-sakat, emzikli bir anne demeden bir Kıbrıslırum aileyi öldürüp onları bir toplu mezara gömmüşlerdi... Gene köyde kısılmış iki yaşlı Kıbrıslırum’u da öldürüp bir çukura çöplerle birlikte gömmüşlerdi – Değirmenlik’te (Kitrea-Cirga) de durum pek farklı değildi – köyde kısılmış yaşlı Kıbrıslırumlar, büyük bir soğukkanlılıkla kimi komşu köylerden bazı Kıbrıslıtürkler tarafından öldürülmüşler, sonra da ölü bedenleri “kayıp” edilmişti... Tüm bunlar geliyor aklıma Digomo’yu dolaştıkça – Değirmenlik’ten 49 tane “kayıp” Kıbrıslırum var, kendi annesi, babası, kızkardeşi ve erkek kardeşi “kayıp” edilmiş olan arkadaşım Maria Yeorgiadu’nun yardımlarıyla bu “kayıplar”dan ancak iki tanesinin gömülmüş olduğu yeri bulabildik... Kayıplar Komitesi’nin burada yürüttüğü kazılarda, iki yaşlı adamdan geride kalanlar bulundu ve ailelerine iade süreci başlatılmış oldu böylece... Minareliköy’de biraz daha şanslıydık – bir okurumun gösterdiği alanda yapılan kazıda yedisi bir yerde, ikisi bir yerde olmak üzere toplam dokuz “kayıp” insandan geride kalanlara ulaşıldı... Digomo’da da durum pek farklı değil: Buradan da tam 45 tane “kayıp” Kıbrıslırum var – kimisi köyde, kendi evlerinde öldürülmüş, kimisi savaş sırasında başka bölgelerde öldürülmüşler ama nereye gömüldükleri bilinmiyor...

Digomo’nun bir başka bölgesine gidiyoruz, bir başka eve...

“İşte burada” diyor, “bir aile yaşardı, anne, baba ve kızları... Yaşlı insanlardı. Kızları felçliydi... Her üçü de öldürülüp orada gördüğünüz elektrik direğinin altına gömülmüşler... Felçli olanın adı Eleni’ydi, 1909 doğumluydu. Babasının adı Pantelis Zotis’ti ve 1889 doğumluydu, annesinin adı Mirofora’ydı ve 1892 doğumluydu...”

Köy meydanına giderek buradaki kahvehaneye oturuyoruz, birer kahve içmeye... Masmavi gözlü, kulağının arkasına bir tutam feslikan yerleştirmiş, elinde bastonuyla yaşlı bir adam oturuyor kahvede... Lurucinalı’ymış... Bu köye Koççat’tan, Dali’den, Aysozomeno’dan (Arpalık) insanlar yerleştirilmiş. Bu köyde tanıştığımız Kıbrıslıtürkler’in çoğu Rumca biliyor.

Sakallı bir adam konuşmuyor, üzgün gözlerle bizi süzüyor... Sonra yerinden kalkıp kahveden ayrılıyor. Bu üzgün adam oradan ayrıldıktan sonra kahvede bulunan bir arkadaşı anlatıyor:

“Çok üzgündür çünkü 1963’ten beridir kardeşi kayıptır. Koççat’tan bir başka Kıbrıslıtürk’le birlikte Nisu köyüne sigara almaya gitmişlerdi, bisikletleriyle. Aysozomenolu Çoban Fikret’in kaçırılmasına da karışmış olan bazı Kıbrıslırumlar bu iki Koççatlı’yı da kaçırmışlar. Çoban Fikret’ten geride kalanlar bir dere yatağında bulunduydu Alambra köyünde... Koççatlı gençlerin adı Cemal Mustafa ve Hüseyin İbrahim’di – Çoban Fikret’i kaçıran bir şahıs, Cemal’la Hüseyin’in kaçırılmasında da rol almış. Bu adam bir Kıbrıslırum polisti, bölgede görev yapıyordu ve tıpkı bir “Rambo” gibi hareketler içindeydi. Geçenlerde bu polisin kanserden öldüğünü duyduk... Aralık 1963’ten beridir Cemal Mustafa ve Hüseyin İbrahim’le ilgili hiçbir haber yoktur. Demin kahvede gördüğünüz adam bu yüzden çok üzgün, bu aileler çok üzgün... Neredeyse 50 sene geçti aradan ve hala onların nereye gömüldüğü bulunmadı, bu zalimliktir, insanları elli sene bekletmek yani...”

Kahvehanede içtiğim kahve bir yılan gibi midemde kıvrılıp oturuyor... Maritsa’nın, Dikomo’nun diğer “kayıp” insanlarının, Koççat’tan Cemal Mustafa ve Hüseyin İbrahim’in öykülerini öğrendikten sonra kendimi kötü hissediyorum... Koççatlı bu Kıbrıslıtürkler de masumdular, bir tanesi evlilik hazırlıkları yapıyordu, Cemal Hüseyin, aynı köyden Aysel Hanım’la evlenmek üzere Koççat köyündeki evlerini bitirmeye çalışıyorlardı, nikahlıydılar, Aysel hanım, nikahlısı “kayıp” edildiğinde iki aylık hamileydi... Cemal Mustafa ve Hüseyin İbrahim’i kaçıran bölgedeki Kıbrıslırum polis çavuşu, Nisu köyündekileri de terörize etmekteydi. Nisu köyünden bir Kıbrıslırum, köylüsü Kıbrıslıtürkler’i uyarmış, bu polisin Nisulu bazı Kıbrıslıtürk gençleri kaçırmayı planladığını anlatarak derhal köyü terkederek canlarını kurtarmalarını sağlamıştı... Böylece Nisulu Kıbrıslıtürkler, Cemal ile Hüseyin “kayıp” edildikten sonra Nisu’dan ayrılarak kendi çocuklarını da korumak maksadıyla komşu Lurucina’ya göçetmek zorunda kalmışlardı...

Kahvehaneden ayrılıyoruz, beşinci bir olası gömü yerine gidiyoruz... Köydeki Panaya Kilisesi’nin arkasındaki sıra sıra ağaçların bulunduğu bölgenin arkasına gidiyoruz ve şahidimiz bize yaşlı bir çiftin olası gömü yerini gösteriyor. Stavros ve Annesu Çatalloz yaşlı bir çiftmişler ve evlerinde öldürülmüşler, avludaki kuyuya gömülmüşler... En azından şahidimizdeki bilgi böyle...

“1964’te bu köyde ne olduydu?” diye soruyorum şahidimize...

“Ortaköy, Gönyeli ya da Ağırdağ’dan gelebilecek olası saldırılara karşı köyün çevresinde nöbet noktaları oluşturulmuştu... Köylüler bu noktalarda nöbet bekliyorlardı...” diye anlatıyor.

“1974’te darbede neler olmuştu?” diyorum.

“İki kişi kaybettik darbede” diyor. “Bunlardan birisi Andreas Meniku idi, lakabı da “Daskalos” yani “Öğretmen” idi. Sihari’de bir lokantada yeyip içerken bazı EOKA-B’ciler tarafından içki masasında öldürülmüştü. Çünkü Andreas, Makarios taraftarıydı. Andreas Meniku’nun yakın bir arkadaşı vardı, adı Kostas Sotiriu idi, yangıncıydı bu adam. O da öldürüldü. EOKA-B’ciler, Kostas Sotiriu’nun bir arkadaşını, onu öldürmeye zorladılar...”

Digomo’daki bu araştırma gezimizde yanımızda Kayıplar Komitesi yetkilileri Murat Soysal, Okan Oktay ve Ksenofon Kallis’in yanısıra, Kayıplar Komitesi’nde araştırma görevlisi olarak çalışan iki tane de emekli Kıbrıslıtürk polisi var.

Bir zamanlar çok güzel bir köy olan Digomo’dan ayrılıyoruz – belki şahitlerin ve okurlarımızın yardımlarıyla bu köyün “gizli” gömü alanlarını bulabileceğiz...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri