“DAÜ nezle olursa, sektör bronşit olur”

Şahali, “UBP-HP hükümetinin çomak soktuğu DAÜ çarklarının yeniden sağlıklı bir şekilde dönmesi” gerekliliğine işaret etti.

Doğu Akdeniz Üniversitesi’nin (DAÜ) “nezle” olmasının, ülkenin en önemli sektörü eğitimde “bronşit“ anlamına geleceğini söyleyen Mağusa Milletvekili Erkut Şahali, son dönemde DAÜ’de Rektör’ün istifasına kadar uzanan huzursuzluğu gündeme taşıdı. Şahali, “UBP-HP hükümetinin çomak soktuğu DAÜ çarklarının yeniden sağlıklı bir şekilde dönmesi” gerekliliğine işaret etti.

Fayka ARSEVEN KİŞİ

CTP Mağusa milletvekili, eski Tarım Bakanı Erkut Şahali, “Kıbrıs Türk halkının ihtiyaçlarına yanıt verecek bir mesaiyi hem içerde hem dışarda sergileyebilmesi için Tufan Erhürman’ın Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanması gerekir” diyerek, “Her geçen gün artan ilgi ve destekle Erhürman’ın toplumsal bir lider figürü haline geldiğini de görüyoruz” ifadesinde bulundu.

Şahali, tarım konusunda ise hükümette vizyon olmadığını ve Tarım Bakanlığı’nın uygulamakla yükümlü olduğu yasalara aykırı davrandığını ifade ederek, suç işlediğini söyledi.

Mağusa Belediyesi’nde yaşanan mali sorunlara ilişkin de Şahali, “Mağusa Belediye başkanı nerededir derseniz, acemi bir yönetici gibi kayıptır ve tozpembe bir dünyada yaşadığını sanmaktadır. Oysa kapkara bir bulut şehrin tamamını kaplamış vaziyettedir” dedi.

DAÜ’de yaşananlar konusunda da yorumda bulunan Şahali, akademisyenlerin ve yönetsel personelin rektörlük seçiminde,  “umarım UBP-HP hükümetinin çomak soktuğu DAÜ çarklarının yeniden sağlıklı bir şekilde dönmesine vesile olurlar” vurgusunda bulundu.

 Bu hafta CTP Milletvekili ve eski Tarım Bakanı Erkut Şahali ile gündeme dair konuları konuştuk.

Hükümette herhangi bir konuya dair vizyon yok. Hükümet programına baktığınız zaman ortada bir politika olmadığını da çok net görmek mümkündür.

 

“Hükümette herhangi bir konuya dair vizyon yok”

  • YENİDÜZEN: Tarımda birçok sorunu Meclis oturumlarında da gündeme  getiriyorsunuz. Hükümeti tarım politikası, vizyonu var mı? Tarımda yaşanan sorunlar nelerdir?
  • Erkut ŞAHALİ: Hükümette herhangi bir konuya dair vizyon yok. Hükümet programına baktığınız zaman ortada bir politika olmadığını da çok net görmek mümkündür.
    Şöyle ki; Gelecekte oluşacak fiyat artışlarını göz önünde bulundurarak, süt fiyatı artırıldı. Böyle bir şey olamaz.
    Örneğin; hayvancılıkta fiili durumu görürsünüz, hesaplarınızı yaparsınız, bütçe olanaklarına bakarak, sektörle diyalog içerisinde yaparsınız. Ama sütün artırılmasıyla ilgili karar alındığında bu sektör için de sürpriz olmuştu.
    Hayvancı yani süt üreticisi açısından bir sürprizdi,  sanayici açısından da bir sürprizdi. Çünkü böyle bir beklenti yoktu. Fiyat ayarlamalarında konsensüs önemlidir, çünkü hayvan yetiştiricisi besleme giderlerine göre hareket eder. Sanayici ise fiyat tekliflerini yani ürününü satarken, maliyetlerini göz önünde bulundurarak hazırlar. Siz gelecekte oluşacak fiyat artışlarını öngörerek zam yaparsanız bu dengeleri altüst eder.
    Ya da hükümetin arpa fiyatlarını aşağıya indirme gayreti vardır. Öyle anlıyoruz ki bu önümüzdeki günlerde de devam edecek.
    Ambarlarda geçtiğimiz yıl ciddi bir verim söz konusu oldu ve yaklaşık 50 bin ton arpa beklemektedir. Satışlar da minimum düzeyde devam etmektedir. Çünkü çiftçilerimiz, hayvancılara ürünlerini sattı. Sadece Toprak Ürünleri Kurumu (TÜK)’e vermedi. Kendi ihtiyaçlarını da stokladılar. Dolayısıyla TÜK’ün satışları minimum düzeyde devam etmektedir. Bunun bir maliyeti vardır. Sadece satın alırken değil, bir de stok maliyeti vardır, ambarlama sırasında oluşan giderler, bu da 1.60’dır ki 1.65 diye fiyat belirlenmişti. Şuan bu fiyatı hükümet 1.40’a geriletti. Dolayısıyla her bir kilo arpada yaklaşık 25 kuruş maliyeti TÜK üstlenmelidir. Bunun adı zarardır. Şimdi bu zararla TÜK’ün örneğin içinde bulunduğumuz yılın verimli olacağı öngörülüyor, bu yılki rekolteyi nasıl satın alacağı, oluşacak maliyetleri hangi garanti ile karşılayacağı, neyi ipotek edeceği soru işaretidir.
    Dolayısıyla hükümetin tarımla ilgili vizyonu söz konusu değildir. Bunu çok net söylemek mümkündür. Dahası pek çok alanda popülist ve topluma ciddi zararları olabilecek adımlar atmaktadırlar.
    Örneğin; ülkeye gelen sakız ağaçlarının topraklı gelmesi yasaya göre asla girişini mümkün kılmazken, Tarım Bakanlığı, “bu toprağı Girne sahilinde denizde yıkayıp bitkiyi içeriye aldık” diyebiliyor. Kendi uyguladığı yasayı böğründen bıçaklamayı göze alıyor.
    Veyahut tütün ürünün sağlık sertifikası olmadan bu ülkeye girişi mümkün değilken, Bakanlar Kurulu’nu kendi suçuna alet ederek, bir karar alarak, tütünün sağlık sertifikası olmadan da ülkeye girişinin önünü açıyor.
    Geçtiğimiz hafta bu konuyu Meclis’te konuştum. Bugün tütünde bu ihtiyaç hasıl oldu. ‘Çünkü tütün sanayisine yardımcı olmaktır’ dedi sayın bakan. O zaman yasanın ne anlamı var? Sayın bakanın iki dudağı arasında meseleleri ele alalım diye mi? Kendi uygulamak zorunda olduğu yasaya aykırı işlem, idarenin yapacağı en büyük suçtur. Maalesef bunu hoyratça yapıyorlar.
    Soru şu; ithalatçı istedi diye örneğin domates ithalatında da sağlık sertifikası aranmamasına ilişkin bir kararı bu hükümet alır mı? Bence alır. Çünkü tütün ve domates arasında yasa bakımından bir fark yoktur. Böylesi vizyonsuz yaklaşımlarla bir yere gidilmez.
     Piyasa fiyatları korkunçtur. Bizim dönemde anımsayacaksınız 7-8 olan domates şimdi 15 TL civarında. Ama bakanlığın bu konuda herhangi bir arayışı söz konusu değildir. İthalatla fiyatı dengelemek veya üretimi artıracak teşvikleri ön plana almak gibi bir yaklaşım söz konusu değil. En önemlisi bütçe rakamları halihazırda 1 Ocak itibarıyla yürürlükte olan destek politikasını finanse edecek yeterlilikte değilken, sürekli gider yaratarak ve birbiriyle irtibatı olmayan kararlar alarak ve bütününde bir politikayı işaret etmeyen pek çok uygulama var. Maalesef palyatif önlemlerle sorunlar derinleştiriliyor.

 “Mağusa içler acısı bir durumdadır. 2014 yılından beri aynı şeyi söylüyoruz. Çünkü belediye başkanı göreve geldiği ilk günden itibaren bir mirasyedi çılgınlığıyla hareket ediyordu.  Ama bu fren yapmadan hem kendisinin hem de yönetmekten sorumlu olduğu kurumun duvara toslamasına sebep oldu.”

 

Mağusa Belediyesi…
“Belediye başkanı göreve geldiği ilk günden itibaren bir mirasyedi çılgınlığıyla hareket ediyor”

  • YENİDÜZEN: Genelde birçok yerel yönetimde sorun varken, Mağusa Belediyesi’nin mali krizi baş gösterdi. Siz olayları yakından takip ediyorsunuz, nedir Mağusa’da yaşananlar?
  • Erkut ŞAHALİ: Mağusa içler acısı bir durumdadır. 2014 yılından beri aynı şeyi söylüyoruz. Çünkü belediye başkanı göreve geldiği ilk günden itibaren bir mirasyedi çılgınlığıyla hareket ediyordu.  Ama bu fren yapmadan hem kendisinin hem de yönetmekten sorumlu olduğu kurumun duvara toslamasına sebep oldu.
    Neydi yaptığı? İstihdamlarla, siyasi itibarını genişletmek, hizmet kalitesini artırmayı ise öngörmemiş olmak.
    Mağusa Belediyesi diğer bütün belediyelere örnek olan aslında bir amiral gemisiydi. Her ne kadar büyüklük bakımından Lefkoşa Belediyesi, böyle nitelendirilse de belediyecilik, hizmet ve kalite yelpazesi anlamında amiral gemisi Mağusa’daydı. Bu tüm ülkenin de kabul ettiği bir gerçekti. Bu kurumun bu itibarı sağlamasında ciddi anlamda emeği olan biri olarak ben şimdiki durumundan üzüntü duyuyorum.
    Ancak biz bugün yaşanacakları 2014 yılından beri işaret ederken, gerçekleri söylediğimiz unutularak, seçimi kaybettik diye ‘hazımsızlıkla’ suçlandık. Ama hazımsızlık değil, işi bilenin değerlendirmesiydi yaptığımız. 2014 yılında ne söylediysek bugün o söylediklerimizi maalesef yaşıyoruz. Bugün geldiğimiz nokta aslında ertelenmiş bir noktadır. Şuan Mağusa Belediyesi batmış vaziyettedir.
    Bu gün geldiğimiz nokta ertelenmiş bir noktadır. Hile ile geciktirilmiş bir sonuçtur. Şimdi batmış vaziyettedir, bu bataklıktan çıkmasının yolu da mevcut yönetim anlayışının tamamen ortadan kaldırılmasıdır. Mevcut yönetim, istihdam yaparak, kitlelerin reaksiyonunu engellemek, hizmet kalitesini düşürerek kitlelerin reaksiyonunu kışkırtmak üzerine kuruludur.
    Bunun sonucunda ne olur? Kadro kabarır, kadro kabardık sonra giderler artar. Giderler arttıkça borçlanma ihtiyacı hasıl olur. Borçlarınızsınız mali yükünüz daha da ağırlaşır ve günün sonunda da ne çalışanlarınıza ne de iş gördüğünüz kurumlara mali yükümlülüklerinizi yerine getirebilirsiniz.  Mağusa Belediyesi de şuan bu noktada. Mağusa Belediyesi çalışanlarına maaşlarını ödeyemiyor,  iş yaptığı kurumlara oluşan mali yükümlülükleri yerine getiremiyor.
    Örneğin; denizde su arıtma tesisi Mağusa’nın ana damarıydı. Ne kadar gerekli bir tesis olduğu sadece geçmişte yaşananlarla değil, bugün yaşanması muhtemel olaylarla da açığa çıkıyor. Türkiye’den gelen suyun gelişinde problem vardır.  Gazetelerde her gün Geçitköy’deki su tesisindeki su seviyesinin aşağıya düştüğüne ilişkin bilgiler yer almaktadır. Ama Mağusa’nın denizden her gün elde edeceği 4 bin tonluk özel bir kaynağı vardır. Bir yıldan fazladır bu tesise mali yükümlülüklerini yerine getirmemişse Mağusa Belediyesi ve oluşan borç miktarı yaklaşık 1 milyon dolara çıkmışsa bu tesisin Mağusa’ya hizmet verme ihtimali düşmüştür.
    Ya da günlük 4 bin ton kapasiteli atık arıtma su tesisini işleten işletmeye Mağusa Belediyesi’nin yaklaşık 1 milyon Euro borcu söz konusuysa bu tesisin Mağusa’nın atık suyunu temizleyerek, Çanakkale Gölet’ine bırakma ihtimali  son derece zayıflamış demektir. Bu korkunç bir çevre felaketi olarak da yansıyacaktır. Dolayısıyla 1994 yılında devraldığımızda ne durumdaysa Mağusa Belediyesi maalesef 2020 yılında aynı noktaya geldi.
    Şuan Mağusa esnafı, Mağusa Belediyesi ile iş yapmak istememektedir. Peşin ödemeler dışında belediyeye mal ve hizmet vermemektedir. Bunlar daha iyi günlerdir. Daha kötüsüne Mağusalılar hazır olmalıdır, çünkü gerek personel yükü gerekse hizmet üretmede ihtiyaç duyacağı araçların fiziki durumları Mağusa’da çok daha kötü günlerin yaşanacağının habercisi. Belediye başkanı nerededir derseniz, acemi bir yönetici gibi kayıptır ve tozpembe bir dünyada yaşadığını sanmaktadır. Oysa kapkara bir bulut şehrin tamamını kaplamış vaziyettedir.


“Rektör belirsizliğin son bulmasının önünü açtı”

  • YENİDÜZEN: DAÜ’de yaşananlar ve DAÜ rektörünün istifası, sonrasında yapılan açıklamalar var. DAÜ’deki olayları siz nasıl değerlendiriyorsunuz?
  • Erkut ŞAHALİ: Mağusa’da belediye amiral gemisi ise belediyecilikte, bu ülkenin çok ciddi büyük beklentisi olan, bel bağladığı  ‘sektör’ durumundaki eğitimde de DAÜ’nün nezle olması ülkedeki üniversite sektörünün bronşit olması anlamına gelir.
    Kamuoyunu dürtecek ciddi bir sıkıntı yokken bir anda senatonun topladığı imzalarla rektörün istifasını talep etme gündeme geldi. Bu bir süredir devam eden huzursuzlukların dışa vuruşudur.
    Çünkü UBP-HP hükümetinin göreve gelmesin ardından atanan Vakıf Yöneticiler Kurulu (VYK) gözünü rektörlük makamına dikmiştir. Aslında hükümet siyasi bir değişişim ile hareket etmektedir.
    Rektör son derece önemli bir duruşla geçtiğimiz hafta istifa etti. Bu belirsizliğin son bulmasının önünü açtı.
    DAÜ geçtiğimiz 6 yılda eğitim kalitesinde rekabet gücünü korkunç düzeylere ulaştırmıştır. Kurduğu uluslararası ilişkiler, oluşturduğu, yer aldığı oluşumlar ve yürüttüğü ortak programlarla aslında bir dünya üniversitesi olduğunu net bir şekilde ortaya koymuştur.
    Umarım DAÜ’de görev yapan akademisyenler çünkü rektör seçiminde önemli rol oynayacaklar,
    -elbette ki, yönetsel personelin de oy hakkı var ama ağırlıklı oy akademik personelin oylarıdır-çalıştıkları kurumun siyasallaşmasını engelleyecek kabiliyeti ortaya koyarlar. Siyasetin, o kurumu himaye eden ancak yöneten bir kurum olmaması gerektiğini kavrarlar ve ona göre hareket ederler. UBP-HP hükümetinin çomak soktuğu DAÜ çarklarının yeniden sağlıklı bir şekilde dönmesine vesile olurlar.  DAÜ’de yönetsel veya eğitsel bir krizin ortaya çıkması, mali sıkıntıların baş göstermesi öncelikle Mağusa ekonomisinin ama günün sonunda ülke ekonomisinin olumsuz etkilenmesine yol açar. Üniversitenin sükunetle, iş barışının sağlandığı bir kurum olarak yoluna devam edebilmesini sağlamak her bir siyasinin, her bir DAÜ personelinin öncelikli görevi olmalıdır.
    Hükümeti bu sorumluluktan uzak görüyorum. VYK’ya atadıkları siyasi kadrolar bu konuyu öncelemiyorlar. Umuyorum ki motivasyonları DAÜ kasasında hazır bekletilen nakidin siyasi avantaj sağlayacak şekilde çarçur edilmesi değildir. Temel yaklaşımlarının üniversitede bir kan değişimi ile belki daha iyi yönetilen ve kendini daha iyi tanıtan, ülkeye daha çok kazandıran bir kurum olmasını sağlamak olur diye düşünüyorum.

 

 “Kıbrıs Türk halkının ihtiyaçlarına yanıt verecek bir mesaiyi hem içerde hem dışarda sergileyebilmesi için Tufan Erhürman’ın Cumhurbaşkanlığı seçimi kazanması gerekir. Her geçen gün artan ilgi ve destekle Erhürman’ın toplumsal bir lider figürü haline geldiğini de görüyoruz.”

 

“Erhürman toplumsal bir lider figürü haline geldi”

  • YENİDÜZEN: Cumhurbaşkanlığı seçimi için çalışmalar nasıl gidiyor? Gözlemleriniz, değerlendirmeleriniz nelerdir?
  • ERKUT ŞAHALİ: Cumhurbaşkanlığı bu kadar zaman değeri anlaşılmamış bir makam olarak değerlendirildi. İlk kez bu seçim döneminde Sayın Tufan Erhürman’ın ortaya koyduğu gerekçelerle, Cumhurbaşkanlığı’nın aslında son derece önemli ve günlük işleri de son derece yoğun bir makam olduğu her gün biraz daha iyi anlaşılıyor.
    1985 yılında kabul edilen KKTC Anayasası, Cumhurbaşkanına idareye dair pek çok yetki veriyor. Biliyorsunuz Güçler ayrılığı ilkesi çerçevesinde ülke yönetilir, yasama, yürütme, yargı. Cumhurbaşkanlığı da aslında pozisyonu çok da belli olmayan sınıfa dahil edilirdi.  Oysa ki Anayasa’nın gereği yürütmenin tam da odağında zaman zaman yönlendiricisi, zaman zaman karar vericisidir. Ancak Kıbrıs sorunu nedeniyle hep müzakere varsa Cumhurbaşkanı iş yapar, müzakere yoksa panayır gezer gibi bir yaklaşım söz konusu oldu.
    Biz Erhürman’ın kampanyası çerçevesinde yurttaşa aslında Cumhurbaşkanı’nın müzakerelerdeki görevinin vazgeçilmez ve çok önemli olduğunu anlatırken, bir yandan öteki yandan müzakereler olmasa dahi hükümeti yönlendirme, hükümeti belli noktalara kanalize etme, hatta hükümetin verdiği kararları tekrardan değerlendirmesine vesile olacak adımlar atma yetkisi olduğunu söylüyoruz. Olumlu geri dönüşler alıyoruz.
    Hükümet ortaklarının her iki başı da adaydır. Dolayısıyla hükümet şamar oğlanına dönmüştür. UBP’nin adayı hükümette olma halini kampanyasında bir avantaj sağlayacak şekilde değerlendirme gayreti içerisindedir. Halbuki hükümet dediğiniz günlük işlerini başarı ile kotarması gereken bir organdır. Ama şuan hiçbir şey yapılmıyor.
    Dolayısıyla biz kendi işimize bakıyoruz. Cumhurbaşkanlığının tarafımızdan kazanılmasını, hem Kıbrıs sorunun çözümüne ilişkin yürüyen ve gelecekte şekillenecek süreçlerde çok önemli olduğunu ve dolayısıyla Tufan Erhürman gibi adayın Cumhurbaşkanı olduğu takdirde hem müzakerelerdeki geçmiş deneyimleri hem de önümüzdeki dönemde meydana gelecek ihtiyaçlara yanıt verecek kapasitesi ile tamda Kıbrıs Türk halkının ihtiyaç duyduğu Cumhurbaşkanı profili olduğunu söylüyoruz.
    Adayları teker teker değerlendirme isteğim çok fazla yok. UBP adayının Cumhurbaşkanı olduğu takdirde ne yapabileceğine ilişkin çok fazla bir şey söyleyecek durumda değilim. Çünkü Cumhurbaşkanlığı ile ilgili söylediklerini anlamıyorum.
    HP adayının söylediklerini hükümet programından başlayarak okursak eğer asla gerçekleşme imkanı  olmayan şeylerden söylüyor. İki devletlilik gibi, AB çatısı altında iki devletin oluşması gibi fantezi ürünü şeylerden söz ederek, kampanyalarını yürütüyorlar.
    Mustafa Akıncı’nın yeniden aday olmasını görevdeki geçmiş 5 yılının objektif bir şekilde değerlendirmesi gerektiğini söylüyoruz.  Bu çerçevede özellikle Crans Montana’da yaşananalar ve sonrasındaki süreçte Sayın Akıncı’nın son derece tutuk ve yetkilerini gereken şekilde kullanmadığını söylüyoruz. Crans Montana sonrasında aslında bugünkü hükümetin fantezi söylemlerini ilk telaffuz eden Akıncı’nın bizzat kendisiydi. AB çatısı altında iki devletliliğe işaret eden Crans Montana değerlendirmesi hala kulaklarımızda maalesef yankılanmaktadır. Dolayısıyla zigzagları olan, dış dünyayla temas konusunda son derece tutuk Akıncı’nın, 5 yılını Kıbrıs Türk halkının ihtiyaçlarına yanıt vermeyen bir 5 yıl olduğunu değerlendiriyoruz.
    Biz Akıncı’ya oy verirken attığı her adıma kefil olmadık. O günkü seçenekler içerisinde elbette ki federasyona daha yatkın daha fazla inanan bir adayın tercih edilmesi CTP açısından bir görevdi. Ancak CTP’nin beklentilerini karşılayan bir performansla hareket ettiğini söylemek maalesef Akıncı açısından mümkün değildir. Dolayısıyla Kıbrıs sorunun federal temelde çözümlenebilmesi, çözüme ulaşıncaya kadar ki süreçte Cumhurbaşkanlığı, Kıbrıs Türk halkının ihtiyaçlarına yanıt verecek bir mesaiyi hem içerde hem dışarda sergileyebilmesi için Tufan Erhürman’ın bu seçimi kazanması gerekir. Her geçen gün artan ilgi ve destekle Erhürman’ın toplumsal bir lider figürü haline geldiğini de görüyoruz.

 

“Erken seçim hükümet partilerinin bir fantezisi olarak karşımızda duruyor. Özellikle UBP’nin sözcüleri tek başına iktidara gelecekleri süreci işaret ediyor. Bunun iki şekilde mümkün olmayacağını görüyoruz. Birincisi; UBP Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanamayacak. Çünkü Cumhurbaşkanı özelliklerini taşıyan bir adayla bu yarışta yer almıyorlar. İkincisi; hükümetin bozularak tekrardan kurulmasına ilişkin arayışları halen devam ediyor.”

 

  • YENİDÜZEN: Cumhurbaşkanlığı sonrası erken seçim dillendiriliyor. Sizce nasıl bir siyasi süreç bizi bekliyor?
  • Erkut ŞAHALİ: Erken seçim hükümet partilerinin bir fantezisi olarak karşımızda duruyor. Özellikle UBP’nin sözcüleri tek başına iktidara gelecekleri süreci işaret ediyor. Bunun iki şekilde mümkün olmayacağını görüyoruz. Birincisi; UBP Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanamayacak. Çünkü Cumhurbaşkanı özelliklerini taşıyan bir adayla bu yarışta yer almıyorlar. İkincisi; hükümetin bozularak tekrardan kurulmasına ilişkin arayışları halen devam ediyor.
    Bunu satır aralarında okuyabiliyoruz. Dolayısıyla bu sürecin kaybedeni belki de HP olacak. Eğer erken seçim niyeti ile hareket edeceklerse bu toplum, 2020’yi büyük kayıplarla geçirecek. Üstelik ekonomik anlamda dövizin yükselişi,  Doğu Akdeniz’deki belirsizlik ve gerilimin artması Kıbrıs Türk halkı için aslında istikrara çok da ihtiyaç duyulan bir dönemden geçtiğini gösterir.
    Bu ortamda bir seçim söz konusu olursa bu 2020-2021’in ilk çeyreği arasında hükümetten yoksun ve akılcı politikaların uygulanmadığı bir dönem olarak geçmesi anlamına gelir ki biz bunu hazmetmeyiz. Ama illa ki seçim diyecek olurlarsa öyle zannediyorum ki bu konuda en hazır partilerden biri de CTP olacak.  Dolayısıyla o noktada da görevden kaçmayız. Ancak ihtiyaç olan nedir derseniz;  ihtiyaç olan ciddiyetle çalışacak bir mekanizmanın tekrardan kurgulanması, hükümetin yürütemediği işleri yürütmeye istekli ve bu konuda donanımlı biridir. Hangi aday var diye sorarsanız; cevap yine Erhürman olur.  Dolaysıyla Cumhurbaşkanlığı seçimindeki karar bu doğrultuda olmalı ki ondan sonraki süreçlerde Kıbrıs Türk halkının bir sigortası olsun. Cumhurbaşkanlığı makamı erken seçimi olmayan bir makamdır. Cumhurbaşkanlığı 5 yıllık kesintisiz bir görev süresidir. Dolayısıyla hükümetlerin yarattığı istikrarsızlığa tampon olacak yürütme yetkisini kullanacak Cumhurbaşkanına her zamankinden fazla ihtiyacımız vardır.

    

 

Röportaj Haberleri