ÇOCUK GÖZÜMDE KIBRIS VE ANILAR -4- Baf

ÇOCUK GÖZÜMDE KIBRIS VE ANILAR -4- Baf

 

 


Erdinç Gündüz

Bir yılım geçti Yeni Cami İlkokulu’nda.  Birinci sınıfı izleyen ilk yaz tatilinde babam Baf’a tayin edildi. Ablam,  Victoria Kız Lisesi yurduna, abim İngiliz Okulu yurduna yerleştirildi. Ben ise anne ve babamla Baf’a taşındım.

Babam, Maarif Dairesi’nde İlk Öğretim Müfettişi’ydi. Okul teftişleri için, hafta başında Lefkoşa’dan çıkıyor, Baf’a Limasol’a gidiyor, görevini tamamladıktan sonra evine dönüyordu. Bu görev seyahatleri bazen üç,  bazen beş gün sürüyordu. İngiliz yetkililer, bu iş seyahatlerinin tehlikeli olabileceğini düşünmüşlerdi. Çünkü Rumların İngilizler yanısıra, Türklere saldırıları da gün geçtikçe yoğunlaşmaktaydı. Alınan  kararla, her kazada bir Maarif  Dairesi Şubesi açıldı. Babam da Baf’taki Maarif Dairesi’ne nakledildi.  Böylece görev seyahatleri sadece Baf bölgesi içinde gerçekleşecek, uzun ve tehlikeli yolculuklar sona erecekti.

             

***

Baf şirin mi şirin bir kasabaydı. Lefkoşa’daki gibi değilse de,  orada da Türklerle Rumların ayrı ayrı daha yoğun  oldukları mahalleler vardı.. Sokaklarda, Lefkoşa’daki gibi dikenli tellerden duvarlar yoktu ama gerek İngiliz askerleri, gerekse polis güçleri Rumlarla Türklerin yoğun olduğu bölgeler arasında sürekli devriye halindeydi.

İlk evimiz, aslında Rum’ların yoğun olduğu bir bölgede ama Türklerin de var  olduğu bir sokaktaydı. Güzel, bahçeli bir evdi. Bahçesinde portakal ve limon ağaçları yanında  kocaman bir de cümbez ağacı vardı. Yan tarafımızdaki 2-3 evde oturanlar Türktü. Karşıdakiler ise  Rum ailelerdi.
Baf  İlkokulu,  az  uzağımızdaydı. Sabahları, komşumuz olan Türk çocuklarıyla birlikte okula babam bırakırdı bizi. Dönüşü ise,  biz mahalleli çocuklar, okul sonrasında toplanarak, hep beraber yürüyerek yapıyorduk. İlk işimiz çantalarımızı eve fırlatıp sokakta yeniden biraraya gelmek ve akşam saatlerine kadar çeşitli oyunlara dalıp gitmekti. En çok, pirili,  lingiri oynardık. Bazen de futbol. 
En büyük eğlencem bu oyunlardı kuşkusuz. Ama arada sırada gittiğimiz sinemayı da çok seviyordum. Pazar günleri babamla birlikte Ülkü Yurdu Kulübü’ne gitmek ise bir başka farklılıktı  benim için.

    

***

Attikon Sineması,  o yıllarda, Baf’ın en popüler sinemasıydı. Galiba tekti de.  Türk bölgesi ile Rum bölgesi arasında, Türk evleri arasında bir yerdeydi.  Sahibi Rum’du ama  Attikon Sineması’na Türkler de çokça giderlerdi.

Ülkü Yurdu kulüp binası,  aklımda kaldığı kadarıyla, geniş bir salon  ve birkaç odadan oluşuyordu. Arka bahçesi, yüksek kafes tellerle emniyete alınmıştı. Çünkü, tel kafesin arkası derince bir yamaçtı. Buradan bakıldığında, kamışlar arasından taa denize kadar uzanan geniş bir alanı görmek mümkündü. Güzel bir manzarası vardı. Bahçede bir de voleybol sahası vardı. Sanki  top, tel kafesleri aşmayı başarsa, taa denize kadar yuvarlanıp gidecekmiş gibiydi.

 

***

Kulüp binası, özellikle Pazar günleri kalabalık olurdu. Baflı Türkler bu kulüpte toplanır, sohbet eder, tavla partileri yapar, voleybol oynarlardı.
Dr. İhsan Ali’yi ilk kez bu kulüpte görmüş ve tanımıştım. Baflıların çok sevdiği, saydığı  birisiydi. Hastalarının büyük bir bölümünden vizite parası almadığı söylenirdi. Bir halk adamıydı. Siyasi konularda üstüne yoktu. Ama galiba biraz sivri dilliydi. Kulübe geldiğinde çevresinde kalabalık bir çember oluşur, saatlerce memleketin hali konuşulurdu. Ben de bir kenarda,  -söylenenlerin çoğunu anlamamakla birlikte-  konuşulanları kaçırmamaya çalışırdım.
Dr. İhsan’ı,  sürekli olarak,  hem İngilizleri hem de, Rum olsun Türk olsun, zamanın idarecilerine yönelttiği eleştirilerle hatırlıyorum.
“İngilizlerin ne yapacağını kestirmek çok zordur. Çıkarları neyi gerektirirse onu yaparlar ve yapacaklar.  Türkmüş Rummuş farketmez. Kimi harcayacakları onlar için hiç önemli değildir” derdi hep. İngilizlerin, EOKA’ya karşı, tümüyle Türklerden oluşan özel polis birliklerini kullanmalarına da şiddetle karşı çıkıyordu. “Amaç Rumlarla Türkleri birbirine kırdırmaktır. Göreceksiniz bu iş başımıza çok bela açacak” diyordu. EOKA’nın Yunanistan’ın parmağıyla kurulduğunu ve desteklendiğini;  bir  ‘manyaklar örgütü’ olduğunu; Kıbrıs’ı kana buladıklarını, bulamaya da devam edeceklerini; Türklerin çok dikkatli olması, oyunlara gelmemesi gerektiğini uzun uzun ve ısrarla anlatırdı. “İngilizler’in, ilerleyen günlerde ne yapacakları hiç belli değil. Kendi pozisyonlarını güçlendirmek için biz Türkleri kukla gibi kullanıyorlar. Dikkatli olmazsak perişan oluruz” diyordu.

***

Türk Mukavemet Teşkilatı TMT’yi de,  ilk kez onun Pazar konuşmaları sırasında duydum. Rumlara karşı Türkler tarafından oluşturulmuş küçük küçük örgütler, sonunda,  TMT çatısı altında toplanmıştı. TMT’nin varlığını artık herkes biliyordu ama başındakilerin kimliği, üyelerinin kimliği konusunda hiç bilgi yoktu. Herkes yakınındaki bir akrabasının, bir dostunun TMT üyesi olabileceğinden kuşkulanıyor ama bu konuda hiç soru sormuyor hatta tek bir kelime bile söylemekten çekiniyordu.
Arada sırada, Lefkoşa’dan, çoğunun isimlerini hatırlayamadığım bazı kişiler geliyor Ülkü Yurdu Kulüp binasında bu kişilerin önderliğinde toplantılar yapılıyordu. Dr. Küçük’ün, Rauf Denktaş’ın, Celal Hordan’ın ziyaretlerini, ateşli konuşmalarını hatırlıyorum.  “Türkten Türk’e Kampanyası”, “Anavatan Türkiye”, “Ya Taksim Ya Ölüm” , “Vatan hainleri” gibi kavramları ilk kez onların ağzından duyduğum yerdir Baf Ülkü Yurdu Kulübü.

 

Dergiler Haberleri