Borges’in Evinde

Borges’in Evinde

 

Alberto Manguel ve Jorge Luis Borges... Her ikisi de, okurların yakından tanıdığı isimler. Manguel’in Buenos Aires’te doğup, diplomat olan babasının görevi nedeniyle çocukluğunu İsrail’de geçirdiği, bu esnada anadili İspanyolca’dan önce Çek bakıcısından İngilizce ve Almanca öğrendiği birçok okur tarafından bilinmektedir. Manguel’i özel kılan ise hayatının bu kısmından çok, yaşamının bir dönemi yaşamış olduğu deneyim ve bu deneyim ile birlikte kendi hayatı boyunca kendini adadığı okuma serüvenidir. Salt bir yazar olarak tanınmayan Manguel, ülkedaşı, büyük yazar Borges gibi, hatta halen, kendisini bir yazardan çok bir okur olarak görmektedir. Eserleri Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan Manguel’in belki de en bilinen eseri olan Okumanın Tarihi (2001), geçmişten günümüze okuma uğraşının geçirdiği aşamaları son derece edebi bir dil ile anlatır. Onun dışında, okuma ile ilgili olan kitaplarından bazılar şu başlıklardadır: Palmiyeler Altında Stevenson (2004), Okuma Günlüğü (2007), Geceleyin Kütüphane (2008).

Yazarlığı dışında Manguel’i önemli kılan bir başka özelliği ise, 1964’ten 1968’e kadar Borges’e kitap okuma şansına sahip insanlardan birisi olmasıdır.  Borges’in Evinde, Manguel’in  o eski günlere dönük yaptığı bir ziyaret; kısa öykü denilince akla gelen önemli isimlerden birisi olan büyük üstad Borges hakkında, Manguel’in hafızalarında kalan tortulardan oluşan önemli bir çalışma. Topu topu 64 sayfa olan kitapta Manguel, Borges’in evi ve kendisinin orada bulunduğu zaman sahip olduğu izlenimleri aktarırken, Borges’e yapmış olduğu okumaları, annesi ve hizmetçisiyle olan ilişkisini, körlüğünü, sarı renk ve kaplanlara olan düşkünlüğünü, sagalar ile Almanca ve İngilizce dillerine olan sevgisini, Rudyard Kipling’e olan hayranlığını ve hepsinden öte, bir yazar ve okur olarak okumaya olan tutkusunu içtenlikle anlatıyor. Büyük bir yazar olduğu halde kendisini önce bir okur olarak gören Borges, yazma uğraşı konusunda her zaman alçakgönüllü olmuş, bazı öykülerinin teliflerini arkadaşlarına hediye ettiği, birçok kaynak tarafından belirtilmektedir.

Borges’in Evinde kitabıyla, ‘her yazarın geriye iki yapıt bıraktığı’ fikrinden hareketle Manguel, bir yandan Borges’in yazılı yapıtlarının arkaplânı ile ilgili olarak ortaya ilginç detaylar aktarırken, diğer yandan ise yazar olarak Borges’in imgesini yeniden oluşturuyor. Hayatı boyunca mütevazi bir insan olan Borges’in müzik ve edebiyat ile olan ilişkisini Manguel’in ağzından öğrenirken, aynı zamanda, deyim yerindeyse, zaman makinesine binip, kendimizi Manguel’in yanında bir karakter, ya da bir belgesel izleyicisi gibi düşleyebiliyoruz. “Borges içi gerçeğin çekirdeiğ kitaplardaydı...” (s. 24). Belki de, tam da bu yüzden, okumaya adanmış bir yaşamın ardından, oluşturduğu, oluşturmaya çalıştığı imgenin bizzat kendisi olan bir kişiden bahsedildiğinde, ister istemez, yazarlığı kadar Borges’in okuma serüvenine de sürüklüyor bizleri Manguel.

Gözleri görmediği halde sinemaya giden, yeri geldiğinde sinemada ağlayacak kadar duygusal olan Borges, diğer yandan Manguel’in deyişiyle, “Bir keresinde, Lichfield yakınlarında yıkıntı bir Sakson şapelinde, ‘Tanrı’yı biraz şaşırtmak için’ ‘Göklerdeki Babamız’ı Eski İngilizce okumuştu” (s. 31). Bu özellikleri ile bakıldığında, son derece farklı bir yazar Borges tablosu ile karşılaşıyoruz. Lakin, bu duygusal kişinin bazen son derece önyargılı bir kişi de olabildiği, başka bir deyişle, Borges’in de tutar(sız)/lı/lıklarıyla  bir insan olduğu tablosu vurgulanıyor.

Hayatı boyunca ‘bir düş tadında bir öykü yazmak’ isteyen Borges’in, bunu ne oranda gerçekleştirip, gerçekleştiremediği, kendisinden çok onu okuyan kişiler tarafından verilecek bir karar elbette. Günümüzde edebiyat denilince, hayatının bir döneminde Borges’i ziyaret etmeyen bir okur ve yazar, neredeyse yoktur. Belki de, bu sebepten dolayı “Borges’ten sonra, edebiyat yapıtlarına hayat ve nam verenin aslında okur olduğunun açığa çıkmasından sonra, edebiyatın yalnızca yazarın yaratısı olduğu düşüncesini sürdürmek olanaksızlaştı” (s. 55) . Ancak, öte yandan, her ne kadar ‘edebiyat yapıtlarına hayat ve nam veren okur’ olsa da, bunları dile getiren yazarlar sayesinde yazarın kendi imgesi oluşmaya, gelişmeye devam ediyor. Böylece Manguel, bu eseriyle birlikte, Borges’in kendi imgesinin oluşmasına, açımlanmasına, kendi deneyimleri ışığında biz okurlara önemli bir katkı sağlıyor.

Alberto Manguel. Borges’in Evinde. Çev. Cem Akkaş. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2013

Dergiler Haberleri