Beşparmakların saklı defineleri

Beşparmak sıra dağlarındaki bazı eski eser alanlarını Enorasis Sosyal-Kültür kulübünün üç aylık ilkbahar etkinlik proğramına koymak için iki gün süreyle yolculuk yapmam gerekti.

Tuncer Bağışkan

Beşparmak sıra dağlarındaki bazı eski eser alanlarını Enorasis Sosyal-Kültür kulübünün üç aylık ilkbahar etkinlik proğramına koymak için iki gün süreyle yolculuk yapmam gerekti. İlk günkü yolculukta kulübümüz üyelerinden Spyros Zavros ve Andreas Panayiotou vardı. Amacımız Camlıbel’deki “Pigades açık hava tapınağı”ndan başlayıp doğuya doğru uzanmaktı. Ancak daha önce belirlediğimiz yerlerin tamamını gün boyu ziyaret edemediğimizden ertesi gün bazılarını tek başıma ziyaret etmem gerekti.

Pigades açık hava tapınağı

Çamlıbel (Mirtu) köyünün doğusunda bulunan Pigades eski eser alanını ziyaret ettiğimizde ilk dikkatimizi çeken, yaklaşık iki-üç yıl önce paslanma nedeniyle delik değişik olan girişteki tanıtım tabelasının hala daha değiştirilmemiş olmasıydı.  Bu nedenle kötü bir izlenim yaratmamak için burasını gezi proğramımızın dışında tutmam gerekti… Eğer bu yılki Turizm sezonu öncesinde tabela değiştirilirse, burasını sonbahar gezi proğramına koymamız belki de mümkün olabilecektir.

Değerli dostum Adem Sadrazam’ın anlattığına göre 1945 yılı itibarıyla burası ‘Gannura mevkii’ adıyla bilinmekteydi. Çobanlar burada bulunan şimdiki kuyudan hayvanlarını sularlar,  çevredeki tarlaları ise öküzlerin çektiği sabanlarla sürdükten sonra orasını yine ilkel yöntemlerle ekip biçerlerdi. Ancak bu tarlada bol miktarda eski çanak-çömlek kırıkları saptandığından burası ilkin eski eser alanı olarak ilan edilmiş, bu alandaki arkeolojik kazılar ise 1951-1952 yıllarında Ashmolean Müzesi ile Sydney Üniversitesi adına J. Plot Taylor ve Miss V. Seton başkanlığında gerçekleştirilmişti.

Yapılan kazılar sonucu bu alan M.Ö 1600-1050 arasındaki Geç Tunç Devrine tarihlendirilmiştir.  VII ayrı yapı evresi içeren bu yerleşim yeri M.Ö 1190 – 1150 yılları arasında yıkıldıktan sonra bir daha da kullanılmadığı belirlemesinde bulunulmuştur. Ancak yerleşim yerinin çok az bir kısmı kazıldığından hakkında detaylı bilgi sağlanması mümkün olmamıştır.

Kazı alanında bir sunak, dini odalar, güneydoğu’da halkın oturduğu evler ve bu evlerin güneyinde ise bir zeytinyağı imalathanesi saptanmıştır. Zeytinyağı kutsal sayıldığından Tunç Çağından itibaren manastırlarda faaliyet göstermeleri adettendi. Buradaki bir seki üzerinde taştan yapılmış hafif eğimli emzikli bir tekne, emziğin altındaki çukurun içinde taştan yapılmış büyük bir küpe ait kalıntılar, ocak, ağırlık taşları ve havanelleri bulunduğundan buradaki zeytinyağı üretiminin elle gerçekleştirildiği belirlemesinde bulunulmuştur.

Yerleşim yerinin ortasında ise bir tapınağa ait sunak taşlarına rastlanmıştır. Bu nedenle sunağın değişik şekillerde olabileceği düşüncesiyle üzerinde hayli çalışılmış ve en sonunda şimdiki boynuz biçimli sunak inşa edilerek bu alana bir görsellik kazandırılmıştır.

Kozanköy’de Meryem Ana’ya ait Panagia tou Katharon Manastırı

Ortodoks Hıristiyanlar için en önemli ibadet yerlerinden biri olan manastır, Doğu Roma İmparatorluğu’nda süren İconoclasm hareketinden dolayı M.S 730 – 787 yılları arasında İstanbul veya Bizans İmparatorluğu topraklarından kaçarak Kıbrıs’a gelen keşişler tarafından kurulmuştur. M.S XI-XII. Yüzyılda işlevini sürdürmüş, zamanla bölgenin dini merkezi durumuna gelmiştir. Yakın geçmişimizde çevredeki Agridaki (Alemdağ), Sysklipios (Akçiçek), Ayios Ermolaos (Şirinevler)  ve Kontemenos (Kılıçaslan) köylüleri tarafından ziyaret edilmekteydi.  

Manastır, Rumca’da “temiz” anlamına gelen “ton katharon”dan adını almıştır. Tonoz üst örtülü manastır kilisesinin de Meryem Ana’ya adandığı tahmin edilmektedir.  Bir zamanlar kilisede bulunan ve Panayia Kathariotissa adıyla bilinen Meryem ikonunun nazara uğrayanları tedavi etme gücüne sahip olduğuna inanılırdı. Bu ikonun M.S IV. Yüzyılda Bizans İmparatoru Konstantin I’in (Büyük Constantin’in) annesi Azize Helena tarafından Kıbrıs’a getirildiği rivayet edilmektedir. Manastır ilkin Baş Diyakoz’a bağlı iken, daha sonraları Girne Piskoposluğu’na bağlanmış, dini ayin günü ise 15 Ağustos olarak belirlenmiştir. M.S XIV-XV. Yüzyıla tarihlenen batı giriş kapısı kemerinin üst başındaki yazıtta 17 (2?)7 yılı kayıtlıdır. Bir zamanlar kuzey kapısının iç kısmındaki ahşap lentoda Davud’un altı kollu yıldızı bulunmasına karşın, uzun süreden beridir kayıp olduğu gözlemlenmiştir.

Manastır çevresinde M.S XIV. yüzyıla tarihlenen Skrafitto tekniğinde seramik kırıklarına rastlanıyor. Arazi zengin su kaynaklarına sahip olduğundan yakın geçmişimizde hayvancılık amacıyla kullanılmaktaydı. Manastırın doğu ile kuzeyindeki revaklı odalar keşişler tarafından kullanılırken, daha gerideki odalar ise ağıl, çoban evi, su kuyusu ve su sarnıcı olarak kullanılmaktaydı. Kilisenin güneyinde bulunan ve Bakire Meryem’e ait olduğuna inanılan kutsal su kaynağının, körler ile duyma zorluğu çekenleri sağlığa kavuşturma gücüne sahip olduğuna inanılırdı.

Eskiden kuraklık dönemlerinde manastırın kuzey bitişiğindeki ‘Aloni Tis Panayias’ (Meryem’in harman yeri) adıyla bilinen manastıra ait harman yerinde yağmur duası ayini yapılırdı. Ayin genellikle Meryem Ana’nın yortu günü olan 21 Kasım tarihinde gerçekleştirilirdi.  Tören sabahtan ekmek ve şarap ayiniyle başlar, sonra da yağmur yağdırma gücüne sahip olduğuna inanılan kilisedeki Panayia Kathariotissa ikonu alınıp toplu halde manastırın etrafında dönülürdü. Daha sonra harman yerine gidilir ve orada ikonun önüne diz çökerek yağmur yağdırması için Meryem Ana’ya dua edilirdi. Tören yapıldıktan sonra öğlene varmadan yağmurun yağmaya başladığı iddia edilmektedir.

Türk askeri tankı

Vasilya’nın (Karşıyaka) üst başındaki yol kenarında bulunan askeri tank 2 Ağustos.1974 günü gerçekleşen Lapta bölgesi çatışmalarında Rum askeri birliklerini yan ile geriden vurmak için görevlendirilen özel görev kuvvetine aitti. Tankın yanındaki levhada, tankın dört mürettebatının olduğu, yola döşenmiş bir mayının üzerinden geçerken mayının infilak ettiği ve geriden gelen başka bir tankın yolu açmak için onu şimdiki yerine ittiği bilgileri yer almaktadır.

Panayia Kriniotissa Manastırı (Panagia ton Krinion & Krinia Sinaitiko Monastery)

Manastırı aylarca aramış olmama karşın yerini bir türlü saptayamamıştım. Girne Sıra Dağlarındaki Kornos tepesinin yaklaşık ¾ mil doğusunda ve Girne sıradağlarının kuzey eteklerindeki sık servi ağaçlarının bulunduğu Korno-Vouno ormanının içerisinde olduğu söyleniyordu. Nihayet tanıdıkların tarifi ve GPS yardımıyla harabe durumda olan manastırın yerini Andreas Panayiotou ile Spyros Zavros’la bulmaya karar vermiştik.  Bilgimize getirilen tarife göre Kozanköy’den Vasilya (Karşıyaka) istikametine giderken Kozanköylü Savaş’ın büfesinin bulunduğu yerden iki yola ayrılan bir kavşağa varacaktık. Soldaki yolun Vasilya’ya (Karşıyaka’ya), sağdaki yolun ise St. Hilarion Kalesi’ne uzandığı konusunda uyarılıyoruz. Sağdaki yol izlenince belli bir süre sonra ana yol kenarındaki askeri tanka varacaktık. Tankı yaklaşık 300 metre geçtikten sonra ana yoldan sola sapan bir patikaya varmış olacaktık.  Aracımızı orada bıraktıktan sonra bu patika izlenirse belli bir süre sonra iki ayrı patikaya ulaşacaktık. Soldaki patika izlenirse yine iki patikaya ayrılan bir kavşağa varacak ve yine burada soldaki patikayı izleyecektik.  Patikaya devamla, yine iki patikaya ayrılan bir kavşağa gelecek ve bu sefer de sağdaki patikayı izleyecektik. Böylece patikanın sonunda büyük bir plastik su bidonuna ulaşmış olacaktık. Su bidonundan çıkan ve kuzeye doğru uzanan siyah renkli su hortumu izlenirse taştan yapılmış eski bir su havuzuna varmış olacaktık. Bu havuzun kuzeydoğusuna uzanan belli bellisiz patikayı izlediğimizde ise yaklaşık 100 – 150 metre sonra manastır harabesine erişilmiş olacaktık. Tarife göre patikaları izleyince manastır harabelerini bulmuş oluyoruz.  

Eski Yunanca’da Panayia Kriniotissa “Su Kaynağının Meryem’i” anlamına gelmektedir.  Vatikan kütüphanesindeki belgelere göre yapılış tarihi ile yapanın kimliği kesin olarak bilinmemektedir. Bu nedenle Manastırın Geç Bizans döneminde (M.S 1204 – 1453), muhtemelen de Kıbrıs’ta manastır yaşamının gelişmeye başladığı M.S XI’inci yüzyılda inşa edildiği tahmin edilmektedir. Zamanında zenginleşerek bağımsızlığına kavuşmuş, daha sonra ise bir yıkım sürecine girmiştir. M.S XV’inci yüzyılda Lefkoşa’daki St. George Magana Manastırı’na bağlanarak faaliyet gösterir.  M.S XVI’ıncı yüzyılın sonunda Sultan Murat’ın emriyle manastırlara el konulması sırasında bu manastıra da el konup satılır ve burası Sina Tepesi St. Catherine manastırına bağlanır. Bu nedenle o tarihten itibaren “Krinia Sinaitiko manastırı” adıyla bilinmeye başlanır.

İngiliz Sömürge döneminde Lapta’ya bağlı iken, Vasilya’daki Sina Katherina Manastırına bağlı olması nedeniyle köyün sınırı 200 metre doğuya kaydırılarak Vasilya toprağına alınıyor. Ne zaman terk edilip Vasilya’daki St. Paraskevi Manastırı’nın idaresine girdiği bilinmemektedir.

1735 yılında manastırı ziyaret eden Vasily Barsky, orada hiçbir keşişin bulunmadığını, yapılarının harap durumda olduğunu ve çökme tehlikesi bulunmasına karşın ayakta olduğu belirlemesinde bulunmuştur. Barsky ayrıca mükemmel bir güzelliğe sahip olduğunu ve Yunanistan’da dini bir merkez olan Athos Tepesi’nden daha harika olduğunu söylemiştir. Manastır ile çevresinin cazibesine kapılan Barsky 10 yıl süreyle burada kalmış ve manastırın çizimlerini yapmıştır. Ancak ne yazık ki çizimleri kaybolmuştur.

Eskiden iç kısmının tamamı M.S XIV. Yüzyıla ait fresklerle süslü olmasına karşın ne yazık ki fresklerin sadece kalıntıları günümüze gelebilmiştir. Buraya ilkin şapel (kilise) inşa edilmiş, daha sonra ise çevresindeki manastır odaları yapılmıştır. Kilisenin duvarları moloz kireç taşlarıyla yapılırken, kemerleri ile tonozları ise düzgün kesilmiş taşlarla yapılmıştır. İki giriş kapısından biri kuzey duvarında, diğeri ise batı duvarındadır. Hayli harap durumda olduğundan 1968 yılında restore edilmiştir.  Kilisenin batı ucunda sonradan yapılan acayip bir nartex (ön veranda) bulunmaktadır. Ebadı 2.14 X 7.40 metredir. Kilise yapısının güneyinde iki katlı küçük odalar, kuzey tarafında ise manastır binalarına ait kalıntılar bulunmaktadır. Manastırın güneydoğusunda ise antik döneme ait bir taş ocağının bulunduğu kayıtlara girmiştir.  

Orman Dairesi kayıtlarında Kıbrıs’taki en büyük Kermes Meşesi’nin  (Quercus Coccifera – Kermes Oak) kilisenin güneyinde bulunduğu bilgileri yer almaktadır. Gerek dış etkenlerden, gerekse yaşından dolayı gövdesinde kovuklar oluşmuştur. 15 metre boyunda, 1.95 metre çevresinde ve 2015 yılı itibarıyla yaklaşık 280 yaşındadır.  Ağacın üzerine çakılan tabelada şu bilgiler bulunmaktadır: “UNHCR (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği) 40. Kutlama Komitesi girişimiyle Orman Dairesi koruması altındadır. 1991”

Viran Kiliseler (Panagia Plataniotissa Manastırı)

Girne Sıradağları üzerindeki Alevkayası’nda bulunan ve “Viran Kiliseler” ile “Panagia Plataniotissa Manastırı” (Çam Ağaçlarının Meryem’i) adlarıyla bilinen harabeleri ertesi gün yalnız başıma ziyaret ediyorum. 1970’li 1980’li yılarda harabelerde kaçak kazı yapıldığı ihbarı üzerine burasını Değirmenlik polisi görevlileriyle ziyaret etmiştim. Gerçekleştirilen kaçak kazılardan harabeler köstebek yuvasına dönmüş durumdaydı.  O yıllarda burada kaçak kazı yapanların Dikomo’da oturduklarının saptandığını, bu nedenle de bir tanesinin bir Bayram arifesinde polis tarafından tutuklanıp karakola götürüldüğünü anımsarım.  

Ermeni Manastırı arazisine giriş kapısının yanından batıya doğru araçla devam edince 2.7 kilometre sonra yürüyüş parkurunun başlangıç noktasına ulaşıyorum. 2005 yılında buraya Dağcılık Spor Derneği tarafından ahşaptan yapılan bir gözetleme platformu yapılmıştı. Yağmurun yağdığı bir sırada park yerinin güneyindeki tepeye çıktıktan sonra, tepenin güney yamacının altındaki bir düzlükte bulunan manastır harabesi karşıma çıkıyor.

Manastırın tarihi geçmişi kesin olarak bilinmiyor. M.S XVIII. Yüzyılda yaşamış olan Archimandrite Kyrianos da tarih kitabında bu manastırdan söz etmemiştir. Sadece Venedik döneminde keşişler tarafından kullanıldığı ve Latinlerin buraya bir Katolik şapeli inşa ettikleri bilgileri ediniyoruz. Günümüze gelen bir rivayet ise, adanın Osmanlıların eline geçtiği 1570-71 yılında Venediklilerin buraya bir define sakladıkları ve bu definenin de o gün bugündür bulunamadığı doğrultusundadır.

Harabelerde apsitli ve nartexli yan yana iki küçük şapel (kilise) vardır. Ebatlarının yaklaşık 12 X 5 metre olduğu tahmininde bulunuyorum.  Üst kısımlarındaki dirseklerden bir zamanlar üstünün bir kubbe ile örtülü olduğu anlaşılıyor.  Duvarları çok kalın olup inşaat taşlarının derzleri fellik olarak kullanılan kırmızı seramik kırıkları ile doldurulmuş durumda. Kiliselerin çevresinde magazin şeklinde yan yana sıralanmış manastır odalarının kapıları manastır avlusuna açılıyor. Avluda içi tamamen toprak dolu bir su sarnıcı bulunuyor. Eğimli bir şekilde yerin altına doğru uzanan su tünelinin bir yerine kadar yürümüş olmamama karşın, ucu bucağı olmadığından geri dönmek zorunda kalıyorum. Yağmur nedeniyle harabelerdeki seramik kırıklarını inceleyememiş olmama karşın, bir yerde Bizans veya Lüzinyan (Ortaçağ) dönemine ait olabilecek bir seramik kırığı dikkatimi çekiyor.

Manastırın orta avlusunda ise Orman Dairesi’nin 1985 yılında anıt ağaç olarak ilan ettiği bir servi ağacı (Cupressus sempervirens L. Var. Horizontalis Aiton) bulunuyor. 11 metreden daha büyük olduğu izlenimi edindiğim ağacın gövdesi tamamen tahrip olduğundan 5 ayrı dalı kalınlaşarak gövdenin yerini almış durumda.  Ve bu ağacın 2015 yılı itibarıyla yaşının yaklaşık 530 olduğunu belirterek bu günkü yazımızı da bu şekilde sonlandırmış olalım.

           

 

Dergiler Haberleri