Başarılı Öyküler -4-

Yenidüzen-Deniz Plaza Yarışması’nda dereceye giren öykülerde son haftaya geldik.

Yenidüzen-Deniz Plaza Yarışması’nda dereceye giren öykülerde son haftaya geldik. 1, 2 ve 3.’lük alan öykülerden sonra bu hafta başarı ödülü alan iki öyküye yer veriyoruz. Kendi yaş gruplarında verilen ikişer konudan seçtikleri konuyu öyküleştirerek anlatan öykücülerimiz Berna ve Zeki, 2018’in başarılı öykücüleri arasında girdiler. Zeki’nin geçen yıl da birincilik aldığını hatırlatmış olalım. 


 

Seçilen konu: Öğretmeniniz size öğrenci haklarıyla ilgili bir ödev verdi. Bu ödevi öyküleştirerek anlatınız.

Berna CHAUSH
Sınıf 8
The American Future College

HAKLARIMIZI TANIRKEN

Yaşlanıp bir yaşıma daha gireceğim bir güne gözlerimi açtım. Benim adım Pera ve bugün on dört yaşıma gireceğim. Yatağımdan fırlayıp, okula gitmek için hazırlandım. Başıma geleceklerden habersiz, sınıfıma girdim. Genellikle sınıfa en son ben gelirdim ve bugün de öyle oldu. Arkadaşlarım beni çok sevimli bir kutlama ile karşıladılar. Çok mutlu oldum. Ders zili çaldığında, hep birlikte sınıfı toparladık ve sınıf öğretmenimiz, Birsel öğretmen geldi. Bize size çok güzel bir hediyem var dedi. Bütün sınıf “nedir?” diye bağırdık. Herkes heyecanla öğretmenimizin iki dudağı arasından çıkacak olan kelimeleri bekliyordu. Sınıf sessizleşti ve Birsel öğretmen bir anda konuşmaya başladı: “Size bir ödev vereceğim” dedi. Bütün sınıfın yüzü düştü ve ben de kendimi tutamayarak, “Böyle ödev mi olur?” dedim. Birsel öğretmen hafifçe kaşlarını çatarak, “Tabii ki!” dedi ve ödevi anlatmaya başladı. “Ödeviniz size haklarınızı nasıl savunacağınız, haksızlığa uğradığınızda neler yapabileceğinizi öğretecek” dedi. “Konunuz; öğrenci hakları, yedi gün boyunca bir araştırma yapıp, bir sunum hazırlamanızı, bunu da beşerli gruplara ayrılarak yapmanızı istiyorum” diye ekledi. Öğretmen daha cümlesini tamamlamadan biz grupları kararlaştırmıştık. Birsel öğretmen benim doğum günüm hatırına istediğim grupla olmama izin verdi. Benim grubumda iki erkek ve ben dahil üç kız vardı. Ersin, Eray, Su ve Deniz. Grup kaptanı olarak ben seçildim. Bu proje benim için önemli bir hale gelmişti ve başarılı olmak istiyordum. Eve geldiğimde beni bir sürpriz daha bekliyordu. Işıklar kapatılmış ve herkes yerini alıp dört gözle beni bekliyordu. Eve girdiğim anda hep birlikte şarkı söyleyerek doğum günümü kutladılar. Bu gün çok yorulmuştum ve yatağa yatar yatmaz uyudum.

Ertesi gün tamamen konsantre bir şekilde okula gittim ve bütün grubu toplayıp neler yapabileceğimizi konuştuk. Şu karara vardık. Kalan üç gün boyunca okulu gözlemleyip, yaşanan haksızlıkları belirleyeceğiz ve bu haksızlıklara kendimiz çözümler üreteceğiz. Eğer çözümler kulağa mantıklı gelirse, onları haksızlığı önlemek amacıyla öğretmene sunacağız. Bu düşüncelerimizi uygulamaya geçtiğimizde üçüncü gündeydik. Bu gün kantini, ertesi gün arka bahçeyi ve son gözlem gününde de okulun içlini gözlemleyecektik. İlk teneffüs zili çalar çalmaz beşimiz birden kantinin önünde toplandık. Herkesin kâğıt ve kalemi hazırdı. İlk gördüğümüz haksızlık büyüklerin, küçüklerin önüne geçmesi ve çocukların hiçbir şey yapmamasıydı. Bunu bulduktan sonra bir beyin fırtınası yapıp çözümü hızlı bir şekilde bulduk. Kantine özel bir görevli yerleştirmenin mantıklı olduğunu düşündük. Bu esnada, bir haksızlık daha görmüştük. Büyük öğrenciler küçükleri sıkıştırıp, onların harçlıklarını alıyor ve birine söylememeleri için onları tehdit ediyorlardı. Bu konuda o an aklımıza bir çözüm gelmemişti ama üstünde düşünmek için hemen not almıştık. Bütün bu gözlemlerimizi hemen temize çekip bir dosyaya yerleştirdik. Böylece son gün işimiz daha kolay olacaktı.

Okul bitiş zili çaldığında da tesadüfen bir haksızlıkla daha karşılaştım ve hemen dosyama ekledim. Haksızlık yine büyüklerin otobüse binerken istedikleri yere oturmak için, küçükleri yerlerinden kaldırmasıydı. Eve vardığımda annem kızgın bakışlarıyla bana bakıyordu. Korkarak ona doğru yürümeye başladım ve bana odamı toplamam gerektiğini söyledi. Ben de rahatlamış bir şekilde odama girip, toparladım ve akşam yemeğimi yedim. Sonra derslerimi yaptım ve televizyon izleyip, uyudum.

Dördüncü gün gelmişti. Uyandığımda alarmımın çalmadığını ve otobüsün gelmesine on beş dakika kaldığını fark ettim. Yatağımdan fırladım ama otobüs ben daha hazırlanmadan gelip kaçmıştı. Artık tek çözüm okula yürüyerek gitmekti.

Okula vardığımda çok yorulmuştum. Çünkü ilk dersi kaçırmamak için yürümeyip koşmuştum. Neyse ki bu kez koşuşum işe yaramıştı. Derse yetişmiştim. Sınıfa girdiğimde adeta nefes nefeseydim. Teneffüs zili çaldığında bugünki buluşma yerimiz ağaçların altında olan banka oturduk ve gözlemlemeye başladık. İlk haksızlığı Su fark etti. Her zamanki gibi büyükler küçükleri futbol sahasından kovuyordu, çıkmayıp haklarını savunduklarında da toplarını uzağa fırlatıyorlardı. Aslında bu sorunu çözmek basit ve her okulda uygulanıyordu, nöbetçi öğretmenler. Fakat maalesef bazı çocuklar nöbetçi öğretmenlerin ikazlarını umursamayıp ilk fırsatta yine çocukları sahadan çıkarıyorlardı.

Bir diğer haksızlıksa her arkadaş grubunun içinden saf ve temiz kalpli bir kişi seçilmesi ve o kişiye getir götür işlerinin yaptırılmasıydı. Bizce bu durumda yapılacak hiçbir şey yoktu. Çünkü bu, arkadaşlarının o kişiye bakış açısıyla ilgiliydi. Zil çalıp son derse girdiğimizde hiç odaklanamamıştım. Proje hiç aklımdan çıkmıyordu. Bize verilen sürenin bitmesine üç gün kalmıştı. Bu üç gün içerisinde ne yapacağımızı düşünüp durdum bütün ders. Okul bitti ve eve gelince dosyayı açıp bulamadığımız çözüm için düşünmeye başladım. Çözüm olarak ise küçüklerin harçlıklarını alanlara ceza verilmesi ve tüm okula bir sunum yapıp, bu tür olayları yapmamaları için uyarmaktı.

Son okul gününe hızlı bir başlangıç yapıp saatinde uyandım. Bu benim için bir başarıydı. Günlük rutinlerimi yapıp, okula gittim. Derse girdiğimde dört gündür okula gelmeyen Gizem’in ağladığın gördüm. Yanına gidip ne olduğunu sordum ve en büyük haksızlığın ona yapıldığını anladım. Gizem’in babasının onu okula göndermediğini duyunca çok üzüldüm. Çözüm olarak bunu Birsel Öğretmene söylemeyi uygun gördüm. Birsel öğretmen bu anlattıklarımızı duyunca çok sinirlendi ve çocukların eğitim haklarının elinden alınmaması gerektiğini ve velisi ile konuşacağını söyledi. Bu olayı da dosyama ekledikten sonra teneffüs zili çaldı. Grup toplandı ve gözler dört açıldı. Herkes dikkatlice etrafını inceliyordu, bir haksızlık arıyordu derken Eray “buldum” dedi fakat sonra sadece çocukların şakalaştıklarını fark etti. Bu gün pek bir haksızlık gözlemleyememiştik. Sadece Gizem’e yapılan haksızlıkla yetindik. Eve gittim ve yemeğimi yedim, sonra odama gidip kalemleri, makasları, yapıştırıcıları ve kartonları hazırladım. Yarın bende buluşacağımız için evi toparlayıp uyudum.

Altıncı güne geldiğimizde hafta sonu olduğu için uzun süre uyudum ve kalkınca bir güzel kahvaltımı yapıp gruba bize gelmeleri için mesaj attım. Geldiler ve biz bir gün boyunca projenin üstünde çalıştık. Sonuç olarak ortaya çok güzel bir şey çıkmıştı ama artık çok geç olduğu için herkes evine dağıldı. Projenin son günü yatağa yattığımda içimde bir heyecan vardı. Sunumu düşünerek uyudum.

İşte büyük gün gelmişti. Sabah her zamankinden farklı bir enerjiyle kalkıp, kahvaltımı yaptım. Giyindim, saçlarımı tarayıp dişlerimi fırçaladıktan sonra otobüsümü bekledim. Otobüs geldiğinde ilk defa bekletmeden bindim ve okula ilk ben vardım. Arkadaşlarım gelince son toplantımızı yaptım, çünkü sunum ilk dersti. Sonunda zil çalmıştı ve Birsel öğretmen sınıfa girdi. Günaydınlaştıktan sonra, “isterseniz gönüllü bir grup çıkıp, sunmaya başlayabilir” dedi. Ben ve arkadaşlarım aklımızdakileri unutmamak için hemen atlayıp sunmaya başladık. İlk konuşma benimdi, ben bir iki kelime karıştırdım ama sonra toparladım.  Benim sunumdaki görevim; arkadaşlarımın üzerinde duracağı konulara değinip onları maddeler halinde tahtaya yazmaktı. Sunumumuz şu maddelerden oluşuyordu;

  1. Uygun eğitim ortamı
  2.  Her çocuğun eğitim alma hakkı
  3.  Arkadaşlar ile yardımlaşma
  4. Yaşadıkları olumsuz durumları şikâyet edebilme
  5.  Her çocuğun eşit şartlarda eğitiminin olması.

Görevimi tamamlayıp sırayı arkadaşıma bıraktım. Herkes sunduktan sonra ayakta alkışlandık. Sunumda en çok vurguladığımız konu şikâyet ve kendini savunabilme hakkıydı. Çünkü haksızlıkların çoğu bunun yapılmamasından dolayı ortaya çıkıyor ve şikâyet edilmedikçe büyüyordu. Bütün gruplar sunumu bitirdikten sonra sınıf öğretmenimiz benim grubuma çok güzel ve özenle hazırladığımız için ödül olarak çikolata verdi. Son olarak nasihat dolu bir konuşma yaptı. Her zaman ne olursa olsun, hakkımızı savunmamız gerektiğini söyledi. Böylece okulda verilen her projenin, her ödevin sadece bir ödevden ibaret olmadığını, aynı zamanda bizi hayata hazırladığını anladım.

 


Seçilen konu: Ailenizle yeni bir eve taşınmanız gerekiyor. Duygu ve düşüncelerinizi öyküleştirerek anlatınız.

Zeki Zekican
Sınıf 4
Özgürlük İlkokulu

 

ÇOCUKLAR AĞLAMASIN

Güzel bir bahar sabahıydı. Bahçedeki badem, şeftali ve erik ağaçları çiçeklerle süslenmiş bir gelin gibiydi. Bahçe, lapsanaların ve ekşilicelerin adeta keyif sürdüğü bir yer haline gelmişti. Zeki’nin köpeği Zilli, bu rengârenk güzelliğin içerisinde koşuşturuyor, taklalar atıyordu. Kuşlar da doğanın bu renk cümbüşünü tamamlarcasına ötüşüyorlardı. Zilli, kuşlar ve tabiat ilkbaharın gelişini kutluyorlardı.

Zeki evlerindeki camlığın kapısına yaslanmış, bu muhteşem güzelliğe bakıyordu. Bakıyordu; ama hiçbir şey görmüyordu. Bakışları çok donuktu. Sabahın erken saatlerinde aldığı haber onu yıkmıştı adeta. İçinden hiçbir şey yapmak gelmiyordu. Bu evden taşınacakları haberi bir tokat gibi yüzüne vurmuştu. Babası Mağusa’da maaşı güzel bir iş bulmuştu. Mağusa’dan Güzelyurt’a her gün gidip gelmek çok zordu. Kıt kanaat geçindikleri için bu iş kaçırılmaz bir fırsattı. Babası ve annesi Zeki’ye öyle açıklamışlardı. Elbette ki hakları vardı; ancak Zeki bu evde doğmuştu. On yaşındaydı ve burada birçok anısı vardı. Ya arkadaşları, onlar ne olacaktı? Zeki gidince kimle oynayacaklardı? Gözüne birdenbire pembe – beyaz çiçeklerle yüklü erik ağacı takıldı. Bu ağaç onunla aynı yaştaydı. O doğduğu gün bahçeye dikilmiş, ağaca “Zeki” adı verilmişti. Onu da bırakamazdı. Okulu, hele hele okulu, öğretmenleri onun için vazgeçilmezdi. Bir an Uluç öğretmenini, öykü öğretmenini, Ayşe öğretmenini, Şaban öğretmenini düşündü. Onlardan nasıl ayrılabilirdi? Onlarsız bir öğrencilik düşünemiyordu. Ya sıra arkadaşı Doğukan kiminle oturacaktı? En samimi arkadaşı Erge kiminle dertleşecekti. Dile kolay dört yıl onlarla birlikteydi. Şimdi tüm anıları geride bırakıp gitmek olur muydu? Bu yükü kaldırabilecek miydi?

Bunları düşünürken gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Elbette ki anne ve babası onun hayatındaki en önemli varlıklardı. Onlar yanında olunca dünya umurunda olmayacakmış gibi geliyordu ona; ama durum öyle değildi. Her şeyi bırakıp gitmek ona çok zor geliyordu. Düşündükçe gözlerindeki yaşlar artıyor, ara ara içini çekiyor, hıçkırıklara boğuluyordu. Yerinden kalktı. Evin odalarını dolaşmaya başladı. Her odada birçok anısı vardı. Evin oturma odası… Onun ilk adımlarını attığı yer burasıydı. Babasının çekmiş olduğu videoda izlemişti. Çalışma odası… Her gün ödevlerini burada yapıyordu. Hatta buradaki turuncu koltukta keyif çatmaya bayılıyordu. Kendi yatak odası… Bu odada neler olmadı ki? Arkadaşlarıyla oynadı, yatakta zıpladı, piyano ve gitar çaldı; kitap okudu. Yeri geldi ağladı. Hepsi gözünün önünden bir film şeridi gibi geçiyordu. Gözünden akan yaşları sildi. Piyanoya yaklaştı. Kendisini en çok o anlardı. En üzgün olduğu zamanlarda onun en iyi arkadaşıydı piyano. Birkaç parça çalarak kendine gelebilirdi. En azından şimdiye kadar öyle olmuştu. Ellerini ağır ağır tuşlara götürdü. “Bir şarkısın sen, ömür boyu sürecek…” parçasını çalmaya başladı. Çalarken bu evde, bu mahallede, okulunda yaşadıkları bir bir gözünün önünden geçiyordu. Evet, bu anılar ömür boyu hafızasında hep sürecek, canlı kalacak, unutulmayacaktı. Notaların melodisine kendini bırakıvermişti Zeki. Biraz rahatlamıştı. Sanki birdenbire piyano sesine anne ve babasının sesleri karıştı. “Zeki!” diye çağırıyorlardı. Ses evlerindeki atölyeden geliyordu. Babası, taşınmak için gerekli olan bir sürü kasa yapıyordu. Zeki oraya koştu. Bu atölyede de birçok anısı vardı. Gözleri yine doldu. Durakladı. Babası ile burada birçok iş yapmıştı. Akülü araba bile yapmışlardı. Burayı nasıl bırakacaktı? Her taraf yaptıkları çalışmalarla doluydu. Bu kadar eşyayı nasıl ve nereye götüreceklerdi? Bu anılar, bu kasalara sığar mıydı? Babası kasa yığınının arasından Zeki’ye doğru yöneldi. Annesi de yanına geldi.

Babası: “Biliyor musun Zeki dedi. Ben kasa yapmaktan vazgeçtim.”
Zeki: “Neden” diye sordu.
Babası: “Çünkü hayatta paradan çok daha önemli şeyler olduğunu düşünüyorum. Mesela senin mutluluğun” diye cevap verdi.
Zeki babasına sarıldı, sonra odasına koştu. Piyanosu onu yine yanıltmamıştı. Derdini dinlemiş, ona derman olmuştu. Odasının pencerelerini ardına kadar açtı. “Bir şarkısın sen, ömür boyu sürecek…” şarkısı tüm mahalleyi inletti. Bu şarkı; bu mahallede, bu evde, bu odada çalmaya devam edecekti.

 

 

İlgili Haberler

Dergiler Haberleri