Antigone, En Çok Da Salamis’e Yakıştın…

Oyun, gücü eline geçirdikten sonra despotlaşan yöneticiler karşısında kendi inançlarından taviz vermeyen bir genç kadının mücadelesi üzerinden ilerler. "

       “  ……….sen yoksa beni
 yaşamaktan bıkar mı sandın? 
 kaçak çöllere giderim mi sandın
açmıyor diye
bütün düş tomurcukları? 
bak işte, yerli yerimdeyim; 
insanlar yetiştiriyorum bana benzer; 
bütün bir kuşak benim gibi,
acılara katlanacak, ağlayacak,
gülecek, sevinecek,
 ve aldırış etmeyecek sana
 benim gibi! “ *
 *Prometeus, Goethe,çev. S. Eyüboğlu                                                                                                                                                                                                                                                        

Nügen Derman Duru
nugenduru@hotmail.com

 

Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları’nın (KTDT) Antigone oyunu ile Salamis Antik Tiyatrosu, kendi varoluş amacına uygun bir görsel şölen yaşadı temmuz ayında. Öncesinde başkent Lefkoşa’da ve Girne’de de oynanmış ama en çok da Salamis’e yakışmış  Sophokles’in Antigone’si. Ekibin performansı olağanüstüydü; ayakta alkışlanmayı hak etti ve alkışlandı da. Herşeyden önemlisi de özgür olmadığı konusunda kanaate sahip olduğumuz devlet tiyatrosunun, toplumsal düzeni eleştiren, düzenin çürümüşlüğünü ortaya koyan bir tragedyayı sahneleme cesaretini göstermesidir. Bu tarzdan hamlelerin ne kadar süreceğini zaman gösterecek. Ancak biliyoruz ki Kıbrıs’ın bu türden organizasyonlara daha çok ihtiyacı var.

Güngör Dilmen ile Sabahattin Ali’nin çevirdiği  Antigone’yi yönetmen Murat Çıdamlı sahneye koydu. Dekor, müzikler, kostümler, masklar tamamen eski müdüre İlknur Işıl  Türkmen öncülüğündeki KTDT kadrosunun elinden ve beyninden çıkmış. Bir kadın direnişçi  sembolü haline gelmiş Antigone rolünde Cevahir Caşgir sahnedeki duruşu ile göz doldurdu. Antigone’nin kurallara karşı gelemeyen, devlet gücü karşısında zayıf , ablasını kaybetme korkusu yüzünden iyice çaresiz kalan  İsmene rolünde ise genç oyuncu Ruhsan Ankay vardı. İki kardeşini, annesini ve babasını kaybetmiş İsmene’ye hayat veren Ruhsan Ankay duygusal sahnelerde oldukça etkileyiciydi. Baskı altında kalan genç bir kızın kaybetme korkusu ile birleşmiş ruh hali bundan güzel anlatılamazdı.  Diren  Özdoğal, karizma ile birleşmiş otorite sağlama arayışındaki  Kral Kreon rolünde kendini devlet olarak görmeye başlayan bir yöneticinin, nasıl bir tahribata neden olabileceğini oyun boyunca izleyiciye  yaşattı. Korosu ve kahini ile kalabalık bir oyuncu kadrosu,  kurgusu, müzikleri, dansları, ışıklandırması, sahnelenmesi ile gece sona erdiğinde , Antigone sahne önü –sahne arkası ile çok başarılıydı ve izleyiciye çok şey anlattı.

Ünlü tragedya, Sophokles  tarafından MÖ.440’lı yıllarda yazılmış. Daha sonra Kral Oidipus ve Oidipus Kolonos’ta oyunları da ekleyenerek bir üçlemeye dönüşmüş. Antigone bu üçlemenin ilk oyunu. Konu, sadece soyluların yöneticileri seçtiği türden bir demokrasi ile yönetilen bir toplumda geçer. Bu aynı zamanda sınıflı bir toplum. Demokrasiye rağmen köleliliğin devam ettiği bir düzen var. Oyun, gücü eline geçirdikten sonra despotlaşan yöneticiler  karşısında kendi inançlarından taviz vermeyen bir genç kadının mücadelesi üzerinden ilerler. Özellikle etik kurallar ile devlet yöneticilerinin statükolarını sürdürmek, otoritelerinin devamlılığını sağlamak için uygulamaya çalıştıkları kuralların çelişkisi Sophokles’in oyununda dikkat çeker. Oyun, adalet arayışının ve özgürleşmenin de bir mücadelesidir aynı zamanda.

Tragedya, Antik Yunan’ın şarap ve bağbozumu tanrısı Dionysos için yapılan şölen geleneğinin bir dönüşümü sonucu ortaya çıkmış tiyatro türü. Toplumun önemli olarak nitelendirilebilecek dertleri, efsaneler kullanılarak oyun içinde izleyiciye sunulur. Tragedyada konunun öznesi olan kişinin, iyi bir durumdan kötü bir duruma nasıl düştüğü  anlatılır. Bunu yaparken de, izleyicide değişik duygulara, özellikle de acıma ve korku duyguları  yaratır. Böylece izleyici oyuncu ile özdeşim icerisine girerek bir duygusal arınma sağlar. Oyun sırasında seyircinin psikolojik olarak dahil edilmesine çalışılır ki hem estetik beğeni  yükseltilsin hem de  sağaltım ve sosyal öğrenme ortamı oluşsun. Bu yol ile insanın kendi ile yüzleşmesini sağlamak amaçlanır [ 1 ].

Nietzche’ye göre Apollon ile Dionysos iki farklı ucu temsil ederler. Apollon ılımlılık, aşırılıktan kaçınma,  kendine güven değerlerini ve aklı, Dionysos ise coşkuyu, mutluluğu, yaşama sevincini ve duyguları temsil eder. Sanatın bu iki yönlü ama aynı zamanda birbirine karşıt oluşumu hep yan yana gider.  Apolloncu deneyim,zorunluluğu, akılcılığı ile bireyselliği içindeki insana güven ve huzur verirken, Dionysosçu deneyim özgürlükle, coşkuyla bireyselliği ortadan kaldırarak evrensel ahenkle birleşmeyi sağlar. Tragedya , ikisi arasındaki dengenin sonucunda ortaya çıkandır. İnsan olmak bu dengede saklıdır [ 2 ].

Dünya edebiyatının ilk direniş örneği kabul edilen Antigone’nin KTDT sanatçıları tarafından sahnelenmesi,  yeteneklerini evrensel düzeyde organizasyonlarla görünür kıldı;  aynı zamanda Salamis’in tarihi atmosferinde, Kıbrıs toplumuna da bir ayna tuttu. Bu aynada  çeşit türden bireysel ve toplumsal sorunlar, hırslar, kıskançlıklar, iktidar kavgaları, çürümüş, kokuşmuş ilişkiler vardır. Derin bir kavganın içinde, kendine yabancılaşmış, mutsuz, oradan oraya yalpalayıp duran, bir türlü ne istediğine karar veremeyen bir toplum görüntüsü  sahnede belirginleşti.  İzledikçe,  kendini tekrar tekrar üreten temel insani problemler tanıdık gelmeye başladı.

Öyle ki şu an tanrıların ve tanrıçaların uğrak yeri, Afrodit’in ölümlülerin en güzeli Adonis ile aşkının yeşerdiği aşk adası, kendi tragedyasını yaşar. Kıbrıs artık yaptığı hatalarından dolayı yumağa dönüşmüş sorunlarını, sancılı, zorlu yaşamını arınarak ucundan tutmaya çalışan bir tragedyadır.  Acılarla yoğrulmuş hikayelerin kahramanları, yas tutamamanın, kaybettiğini bulamamanın, gözyaşlarını dilediğince akıtamamanın ızdırabını yaşar hâla… Kimbilir belki anlamanın, anlaşılmanın izini sürerek, yaşadığı ve yaşattığı acıları az da olsa dindirebilmesi için Dionysos’un gözünden hayata bakmak, ona  varoluşun coşkusunu yeniden  keşfettirir. Yerinin ne olduğuna karar verir,  kendisi ile yüzleşir. Yapıp ettiklerinin sorumluluğunu üstlenerek, izleyici durumundan sıyrılarak, hayatın coşkusunu içinde duyumsayarak dönüşür. Zorunlu olanla özgür olanın arafından çıkarak arınmaya doğru ilerler.

Goethe’nin Faust’u gibi ruhunu şeytana satanlar, esaretin en ağır şeklini yaşar. Bu nedenledir ki olup bitenleri ona  yansılayacak tragedyalara  ihtiyacı var; ona onuru, direnişi, doğruyu, erdemi ve mücadeleyi yeniden anımsatacak.  O zaman ruhunda açılan derin yaraları sağaltan, özgürlüğünün önündeki engelleri görmesini sağlayan, onu geri alma mücadelesinde cesaretlinderen bir aydınlanma doğar. Bugüne kadar yaşadığı acı ve korku dolu olayları gün ışığına çıkarır, hatırlar, kayıplarının yasını tutar, birbirini anlar, insani  olanı hatırlar. İşte o zaman bir Antigone olur!

Ve toplum, giderek yabancılaştığı benliği ve diğer yarısıyla olan  kavgasındaki ahvalini bir şekilde kavrar.


Notlar

[ 1 ] Dereko, Ayhan, Nietzche’de Tragedya Sanatı, http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/34/922/11501.pdf

[ 2 ] Nietzche, Friedrich, Tragedya’nın Doğuşu, Say Yayınları, İstanbul 2001

 

 

 

 

Dergiler Haberleri