AKP’nin Neoliberalizmi

AKP’nin Neoliberalizmi


Yonca Özdemir
yoncita@gmail.com

Türkiye’de ve hatta KKTC’de genel inanış AKP iktidarında Türkiye’nin insan hakları ve demokrasi açısından gerilediği ama ekonomisinde istikrar ve artan bir refah olduğu şeklindedir. Oysa uluslararası finansal kuruluşları tarafından ne kadar övülüyor ve örnek gösteriliyorsa da AKP’nin ekonomi politikaları da oldukça sorunludur ve bu sorunlar siyasi sorunlarla da bağlantılıdır.

Bilindiği üzere, Türkiye’nin neoliberal politikalara geçişi Özal’ın 24 Ocak 1980 Kararları ve bu kararların askeri bir rejim altında uygulanması ile başladı. Genellikle çalışan ve yoksul kesimleri olumsuz etkileyen bu reformların uygulanması Türkiye demokratikleştikçe zora girdi. Böylece reformların hızı azaldı ve bazı reformlar tamamlanamadı. Pek çok gelişmekte olan ülke 1990’larda daha ileri neoliberal reformları uygulamaya koyarken, Türkiye’de bütçe açıkları ile enflasyon artmaya devam etti ve ekonomi krize doğru sürüklenmeye başladı. Bu gidişatı gören ama reform yapma gücünü kendinde bulamayan koalisyon hükümetleri 2001’de patlayan büyük ekonomik krize engel olamadı. Bu kriz sadece ekonomik değil, siyasi açıdan da Türkiye için büyük bir kırılma noktası oldu.

2001 krizi sadece yarattığı ekonomik felaket sebebiyle değil, akabinde ekonomiyi kurtarmak savıyla Türkiye’ye getirilen Kemal Derviş’in uygulamaya koyduğu yeni ekonomik program sebebiyle de Türkiye tarihinde çok önemlidir. Ekonomiyi krizden çıkarmak için gereken fonları sağlamak üzere hemen IMF ile pazarlığa oturan Derviş, aldığı her kuruş yardım için reform sözü verdi. Derviş programı diye bilinen bu ekonomik paket aslında Özal döneminde uygulanamayan reformları ve yeni neoliberal reformları içeriyordu. Böylece Türkiye neoliberal kalkınma modelinin ileri aşamasını uygulamaya başladı. Ancak bu projeyi uygulayacak siyasi güce sahip olmayan iktidardaki koalisyon hükümeti sıradan bir siyasi tartışma sonucu dağıldı ve böylece neoliberalizmin bu aşamasını uygulamak AKP’ye nasip oldu. Eğer 2001 krizinin ve sonrasında uygulanan ekonomik programın can yakıcı etkileri olmasaydı, henüz seçimlerden 14 ay önce kurulmuş olan AKP’nin 2002’de iktidar olma şansı çok büyük ihtimalle olmayacaktı.

AKP başından beri Derviş’in uygulamaya koyduğu reformlara uyacağını belirtmişti. Ancak daha çok o kesimlerden destek topladığından toplumun alt tabakalarını da gözeteceğini iddia ediyordu. Bu bir çelişki gibi gözükse de aslında AKP bu şekilde neoliberalizmin daha pekişmesini ve derinleşmesini sağlayan bütünlüklü bir uygulama yürütmeye başladı. Aslında AKP iktidara geldiğinde IMF’nin istediği reformların çoğu zaten tamamlanmış durumdaydı. Sermaye hesabı serbestleşmesi, finansal serbestleşme ve ticari serbestleşme gibi bazı reformlar Özal döneminde gerçekleştiği gibi bankacılık reformu, enflasyon hedefleme ve dalgalı kur politikası gibi politikalar da Derviş tarafından hayata geçirilmişti. AKP’nin yaptığı bu politikaları devam ettirmek ve derinleştirmek oldu. Bunlara ek olarak Özal döneminden beri tamamlanamayan konularında ilerleme kaydedildi. Örneğin, %6,5 faiz dışı bütçe fazlası hedefine ulaşıldı ve enflasyon düştü. TÜPRAŞ, Tekel ve Türk Telekom gibi devasa KİT’ler özelleştirildi. Ayrıca, AKP işgücü piyasalarını esnekleştirdi. Bu uğurda kayıtlı işçilerin haklarını azalttı ve esnek ve güvencesiz istihdamın yollarını açtı. Ayrıca yaptığı özelleştirmeler ile de pek çok çalışanın işini ve sosyal haklarını kaybetmesine neden oldu. Sonuncu ama son derece önemli olarak da AKP yeni tip sosyal yardım politikalarına odaklandı.

İlk AKP hükümeti döneminde (2003-2007) Türkiye ortalama %6,9 büyüme kaydetti ve AKP’nin ekonomik istikrar getirdiği şeklindeki efsane bu nedenle oluştu. Hâlbuki bu dönem zaten dünyada ekonomik patlama dönemiydi ve nerdeyse tüm gelişmekte olan ülkelerde yüksek büyüme kaydedilmişti. 2008’de küresel kriz bu büyümenin daimi olmayacağının sinyallerini verdi. Nitekim Türkiye’de büyüme yatırımlar ve üretime değil, tüketim ve sermaye akışlarına dayalı artmaktadır. İç tüketimin yüksek olması ülkede yalancı bir refah hissi de yarattığından AKP için siyasi açıdan oldukça avantajlıdır. Ancak tasarruf oranı benzer ülkelere göre çok düşük olduğundan (gayri safi yurtiçi hasılanın-GSYİH’nin %15’i civarı), tüketim yabancı sermaye akışları ile finanse edilmektedir. Türkiye ürettiğinden daha çok tüketmekte ve dışarıya sattığından daha çok dışarıdan mal almaktadır. Sonuç olarak da cari açıklar GSYİH’nin %5’i düzeyinde seyretmektedir ki bu oran kabul edilemeyecek kadar büyük olduğu gibi kronik bir hale gelmiştir.  Düşük tasarruf oranları ülkeyi yabancı sermayeye de muhtaç bırakmaktadır. Sürekli yüksek faiz ile yabancı sermaye çekmeye çalışan Türkiye, bu çabasında başarılı olmakla birlikte yabancı sermaye akışlarının olumsuz etkilerine maruz kalmaktadır. Yüksek faiz oranları TL’nin değer kazanmasına neden olmakta, değerlenen TL ihracat için ciddi bir dezavantaj haline gelmektedir. Sonuçta Türkiye’nin dış açıkları büyümekte ve bu açıkların finansmanı için daha çok yabancı sermayeye ihtiyaç duyulmaktadır. Türkiye üreterek değil de tüketerek büyüdüğünden işsizlik de kronik bir sorun haline gelmiştir. 2001 krizinde %10 seviyelerine fırlayan işsizlik rakamlarında yüksek büyüme yıllarında bile düşüş kaydedilmemiştir. 

AKP’nin sosyal politikalarda yaptığı değişiklikler de çok önemlidir. AKP Türkiye’de sosyal politikaları adeta bir sadaka sistemine dönüştürmekle birlikte, sosyal yardımları en fakir kesimlere ulaştırmayı da başardı. Bu uyguladığı neoliberal politikalarla çelişkili gözükse de esasen AKP’nin uygulamaya koyduğu şartlı nakit transferleri ve yoksulluğun azaltılması politikaları ileri neoliberal reformların önemli bir parçasıdır ve Dünya Bankası tarafından da desteklemektedir. Refah devleti sosyal politikalarının aksine bu tip sosyal politikalar hem daha az masraflıdır, hem de piyasaya müdahale gerektirmediği için neoliberal politikalarla daha uyumludur. 2003-2013 yılları arasında Türkiye’de tahminen 23 milyon vatandaş devletin verdiği sosyal yardımlardan yararlanmıştır.  Uzun süredir ihmal edilmiş olan örgütsüz şehirli ve kırsal yoksullar bu yardımlar sayesinde önemli maddi menfaatler sağlamıştır. Sorun şu ki bu yardımlar neoliberal politikalara desteği artıran ve neoliberalizmin olumsuz etkilerini sorgulamayı azaltan bir etkiye sahiptir. Dahası Türkiye özelinde bu yeni model sosyal politikalar AKP popülizmine yeni araçlar sağlamakta ve AKP’ye siyasi hâkimiyetini artırmak için eşsiz fırsatlar vermektedir. Vatandaşlar için bu yardımlar AKP’den, kişisel bir hediye gibi görünmekte ve böylece partiye kişisel bağlılık yaratmaktadır. Bu durum seçimlerde AKP’ye çokça oy sağladığı gibi neoliberal koşulların da sorgulanmadan kabulüne yol açmaktadır. Öyle ki, özelleştirme yüzünden işini kaybedenler ya da taşeronlaşma sebebiyle Soma madeninde hayatını kaybedenlerin yakınları başlarına gelenler sebebiyle AKP’nin ekonomi politikalarını sorgulamaktansa aldıkları yardımlar sebebiyle AKP’yi desteklemeye devam edebilmektedirler. Sonuç olarak bu yeni tip sosyal politika Türkiye’nin eşitsizlik, yoksulluk ve işsizlik gibi sosyal problemlerini çözmemiş, aksine bunların çözülmesine olanak verecek muhalefetin ve alternatiflerin önünü tıkamıştır.

Bir diğer önemli nokta yeni neoliberal reformlar arasında olması gerekirken ısrarla başlatılamayan yolsuzluk karşıtı reformlardır. Nitekim sosyal yardımların kaynağı bazen şaibelidir ve bu yardımlar Türkiye’de kayırmacılık ve yolsuzluğun yeni biçimleri haline gelmiş durumdadır. Sadaka usulü verilen bu yardımlar bir anlamda rüşvet ile iç içedir ve AKP’nin siyasi çıkarları doğrultusunda kullanılmaktadır.  Özellikle belediyelerin dağıttığı bu tip yardımlar kentsel rant peşindeki özel kişi ya da kuruluşların belediyelere yaptığı şüpheli bağışlarla finanse edilmektedir ve bağışlar karşılığında bu kişi ya da kuruluşlara yasal olmayan imtiyazlar verilebilmektedir. Dahası AKP ile yandaş sermayesi o kadar iç içe geçmiştir ki Türkiye’deki ekonomi bir anlamda gerçek bir liberal düzenden uzaklaşmaya başlamıştır. Bunca ekonomik serbestleşme serbest bir piyasa değil, kar, çıkar ve iktidar için her şeyi yapmanın serbest olduğu bir düzen getirmiştir. İş hayatında kazananları piyasa değil AKP belirlemektedir. Yapılan milyarlarca dolarlık ihalelerin şeffaf ve adil bir şekilde yapılması özellikle engellenmektedir. AKP Türkiye’sinde yandaş işadamları ödüllendirilmekte, muhalifler ise üstlerine salınan vergi müfettişleri ve kayyumlar aracılığıyla iflasa sürüklenmektedir. AKP kurduğu düzenin bileşenlerini kendisine o kadar mecbur bırakmıştır ki, ayakkabı kutularından çıkan milyonlarca avro dahi güçlü bir muhalefet yaratamamıştır.  Siyasi güç ve ekonomik güç adeta bir olmuş, ülkenin toprağını, suyunu, ormanını, madenini ve insanını iliklerine kadar sömüren son derece vahşi bir kapitalizm Türkiye’de vücut bulmuştur. Neoliberal politikalar AKP döneminde devletin ekonomide toplumu gözeten rolünü ortadan kaldırırken, Erdoğan ve çevresinin elinde müthiş bir güç yoğunlaşmasına neden olmuş ve bu gücün de Erdoğan ve yandaşlarının daha zenginleşmesi uğruna kullanılmasına engel olacak hiçbir düzenleme getirememiştir. Dolayısıyla bugün Türkiye’de neoliberal ekonomik sistem ve otoriter devlet uyumlu bir şekilde ve birbirlerini destekleyerek gelişmektedir.

Özet olarak, AKP dönemi Türkiye’deki neoliberalizm uygulamasının en ileri aşamasına tekabül etmektedir. Ancak AKP’nin ekonomik istikrar getirdiği savının aksine neoliberal politikalar Türkiye’yi kalkındırmamış, aksine tüketime dayalı, üretmeyen, istihdam yaratmayan ve yabancı sermaye akışlarına bağımlı kırılgan bir ekonomi yaratmıştır. Dahası AKP aslında ekonomiyi tamamen piyasalara da bırakmamıştır. AKP’nin kendisinin devlet haline geldiği bu düzende yeni siyasi müdahale mekanizmaları ile piyasalar AKP ve yandaşları menfaatine işlemektedir. Yol, köprü ve TOKİ inşaatlarıyla suni olarak sürdürülmeye çalışılan bu ekonomik düzenin, kaçak İran ve İŞİD petrolünden gelen kaynakları da tıkandığından, çok fazla süremeyeceği aşikârdır. IMF’nin bile yakın gelecek için uyarılar yaptığı Türkiye’nin ekonomisi artık yeni bir krize gebedir.  Rusya ile yaşanan gerginlik ve artan terör olayları sebebiyle zaten kırılgan durumdaki ekonomisine bu yıl çok ciddi darbeler yiyen Türkiye’de Erdoğan ve AKP siyasi hâkimiyetlerini sürdürebilmek için ciddi ekonomik kaynaklara muhtaç olduklarının fazlasıyla farkındadır. Dolayısıyla, Türkiye’nin geçen hafta Rusya ve İsrail ile aynı anda barışmasını, hatta Kıbrıs konusunda takındığı ve takınacağı tavrı da bu açıdan anlamlandırmak ve düşünmek gerekir.

 

Dergiler Haberleri