61 YILLIK DOKTOR: ALİ NİYAZİ FİKRET

“Uzun ömrün ve iyi bir hekim olmanın” sırrıyla ilgili soruları da yanıtlayan Dr. Fikret, “Uzun ömür biraz da şans işi... İyi hekim okumak, araştırmak ve çok çalışmakla ilgili” dedi.

Rahme Çiftçioğlu

Kıbrıslı Türklerin ilk Kulak Burun ve Boğaz Uzmanı Dr. Ali Niyazi Fikret, 61 yıldır hekimlik yapıyor. İlerleyen yaşına rağmen hasta görüyor, tıp dergilerini okumaya devam ediyor, “Hiçbir şey yapmaz, bir kenara çekilir kalırsanız çökersiniz. Kafanız, eliniz, ayağınız çalışırsa enerjiniz de gücünüz de yerinde olur” diyor.

1977’den beri Lefkoşa’nın Köşklüçiftlik bölgesinde yaşadığı evinin bir kısmını kliniği oluşturuyor. 45 yıllık hemşiresi Halide Bardak’la her gün 3-4 saatini burada geçiriyor, hastalarını muayene ediyor. Mesleki yaşamı boyunca edindiği tüm KBB aletleri, 1958’den beri takip ettiği tıp dergileri, büyük amcasından kalan asırlık kitaplar ve fotoğraflar da bu klinikte.

Bahçesinde kedileri de var. Kedi sevgisi bugüne değil, çocukluğuna dayanıyor. “Feyyum adında bir kedimiz vardı. 16 yıl yaşamıştı. 8-10 saatlik yolcuklara rağmen onu da kucağıma alır, gittiğimiz yere götürürdüm” diyerek anımsıyor o yılları. Ve küçük bir de hatırlatma yapıyor; “Kediler insana müspet bir enerji verir…”

61 yıllık meslek hayatında binlerce kulak, burun, boğaz ameliyatı yapan, yüzlerce çocuğun nefes borusuna kaçan-takılan fıstık, bilye gibi yabancı cisimlere müdahalede eden,ülkedeki 10’a yakın KBB uzmanının yetişmesine katkı koyan Dr. Ali. N. Fikret, kulaktaki kireçlenmeye müdahale anlamına gelen Stapedektomi ameliyatını Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar arasında yapan ilk hekim.

“Uzun ömrün ve iyi bir hekim olmanın” sırrıyla ilgili soruları da yanıtlayan Dr. Fikret, “Uzun ömür biraz da şans işi... İyi hekim okumak, araştırmak ve çok çalışmakla ilgili” dedi.
Dr. Ali N. Fikret Larnaka’dan Köşklüçiftlik’e uzanan hayat hikayesini Türk Ajansı Kıbrıs’a (TAK) anlattı.



İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE LEFKOŞA’YA YAĞAN BOMBALAR

Ali N. Fikret, 1929’da Larnaka’da doğdu. Babasının ilkokul müdürü Halil Fikret, annesinin Münevver Halil Fikret olduğunu söyledi. Köklerinden söz ederken “Bir tarafım Baflı, bir tarafım da Mesaryalı” dedi. Babası farklı kasabalarda görev yaptığından Ali N. Fikret ve kardeşleri, farklı kasabalarda doğdu. “Gittiğimiz her yerden güzel hatıralarla ayrıldık” dedi ve ekledi:

“Ortaokula başladığım yıl İkinci Dünya Savaşı çıktı. İtalyanlar Lefkoşa’yı bombalaya başladı. Okulu Lapta’ya taşıdılar. Orta ikinci sınıftayken babamı kaybettik. Zatürreden öldü. 49 yaşındaydı ve vazifesi başındaydı. Penisilin çıkıncaya kadar zatürre öldürücü bir hastalıktı. İngiltere Başbakanı Churchill’i babamın öldüğü yıl Penisilin ile kurtarmışlardı ama ilaç henüz dünyada çok yeniydi.”

BÜYÜK AMCA MEHMET NİYAZİ EFENDİ VE ONUN TIBBİYE ŞARTI

Ali N. Fikret, babasının ölümünden sonra Larnaka’da ilkokul müdürü olan büyük amcası Mehmet Niyazi’nin yanına yerleştiklerini anlattı.

“Mehmet Niyazi Efendi, hayatını eğitime ve kitaplara adayan Kıbrıs’ın yetiştirdiği en önemli değerlerden biriydi. Hiç evlenmemişti.Benim de öğretmen olmamı istiyordu ama ben istemiyordum. O yıllarda Türkiye’ye gidişler başlamıştı. İslam Lisesi’nin en iyi öğrencilerindendim. Arkadaşlarım mühendis, doktor olacaktı. Ben de yurt dışında tahsil görmek istiyordum. Öğretmenlik sınavına katıldım, bu arada amcamdan gizli olarak üniversite olgunluk sınavına da girdim. Bunu sadece annem biliyordu. Teknik üniversiteye yazılıp elektrik mühendisi olmak istiyordum. O yaz Evkaf Dairesi’nden haber geldi. 3 kişiye burs verecekler,beni de fizik-kimya öğretmenliği için Türkiye’ye göndereceklerdi. Sevincimden havalara uçtum. Amcamı da ikna ettik. Tahsil için Türkiye’ye gidebilecektim ama Evkaf, ‘yaşın küçük’ diyerek bursu vermekten vazgeçti. Bu,benim ağrıma gittiği kadar Niyazi Efendi amcamın da ağırına gitti. ‘12 lira emekli maaşım var, madem ille de yurt dışında okumak istiyorsun, git oku. Tek şartım ‘Tıbbiyeye girmen, kulak,burun, boğaz ihtisası yapıp, öyle gelmen’ dedi. Amcamı kırmadım, kıramazdım. İyi ki de kırmadım. O zamanlar Kıbrıs’ta tek bir kulak burun boğazcı vardı, o da Rum’du.”

Dersler kadar sporun da hayatlarında önemli bir yer tutuğunu söyleyen Ali Fikret, “Lisede masa tenisi şampiyonuydum. Bu şampiyonluğu İstanbul’a da taşıdım. Voleybol, futbol, basketbol de oynadım. Sporu hiç bırakmadım” dedi.

İSTANBUL’A YOLCULUK VAR… “KADEŞ VAPURU DİĞERLERİNE GÖRE ÇOK DAHA GÜZELDİ”

1947’de İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde eğitime başlayan Ali N. Fikret, o yılları şu sözlerle anımsadı:
“Tıp fakültesindeki hocalarımızın çoğu Alman’dı. Bir kısmı Türkçe öğrenmişti bir kısmının tercümanı vardı. Hitler ülkeden birçok Yahudi’yi atmış onlar da Türkiye’ye gelmişlerdi.İlk yıl zorlanmıştım, hatta sıkıntıdan bademciklerim çok fena şişmişti. Zamanla her şey yoluna girdi. Okula, öğretmenlere ve arkadaşlarımıza alıştım. İstanbul’a da… İstanbul’a gitmek için uzun bir yol kat ederdik. Larnaka’dan gemiyle İskenderun’a oradan da trenle İstanbul’a geçerdik. Kadeş vapuru diğerlerine göre çok daha güzeldi. Biz yolculuklarda hep güvertede olurduk. İhtisası tamamlamama yakın dakota uçakla seyahat başlamıştı ama sanırım ben uçakla bir defa gelip gittim. Biz tahsildeyken Dr. Küçük ve Faiz Kaymak da sık sık İstanbul’a gelirdi. Adnan Menderes’le görüşürlerdi. Bizimle de yurtta buluşurlardı. 1956’da İstanbul’da ‘Kıbrıs Türk’tür Türk kalacaktır’, ‘Ya Taksim Ya Ölüm’ diyerek çok büyük bir Kıbrıs mitingi yapmıştık. Eyleme, bizim de aralarında olduğumuz öğrenciler öncülük etmişti.”

“BİR SİMİT ALIR, TÜM GÜN ONUNLA İDARE EDERDİK… ÇOK MADDİ ZORLUK ÇEKTİK”

Bir dönem aynı evi paylaştığı merhum meslektaşı Dr. Burhan Nalbantoğlu’ndan da söz etti Ali N. Fikret.“Burhan bizden 5-6 yaş büyüktü. Bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra tıp okumaya gelmişti. Bize ağabeylik yapardı. Hepimiz eğitimdeyken maddi sıkıntı yaşadık. Asistanken, Burhan’la hastaneye birlikte giderdik. Yolda birer simit alır, neredeyse tüm gün onunla idare ederdik. Asistanlara para da yemek de çıkmazdı. Travmaya fazla para ödememek için ilk durakta iner, kilometrelerce yürürdük... Tüm zorluklara rağmen üniversiteyi de çok iyi dereceyle bitirdim. Dahiliye, kadın doğum, cerrahi gibi çok daha cazip branşlar olsa da amcama verdiğim sözü tuttum. Amcam da mezuniyetimi, Kulak Burun Boğaz’a kabul edildiğimi gördü ve aynı yıl vefat etti. İhtisas sonrası Amerika’daki ve İngiltere’deki üniversitelerden kabul aldım ama maddi imkansızlıklar nedeniyle gidemedim.”

YENİ MEZUNLARIN İLK DURAĞI DR. KÜÇÜK

1957’de ülkeye ilk Kıbrıslı Türk Kulak Burun Boğaz Uzmanı olarak dönen Ali N. Fikret, yeni mezun bir gencin yaşadıklarını şu sözlerle hatırladı:
“Gelir gelmez göz doktoru Dr. Hasan Nihat Sait ile Dr. Küçük’ün yanına gittik. Doktor bizi çok iyi karşılamıştı. Sonra da Lefkoşa Genel Hastanesi’ne başvurdum. Başhekim Rum, hastane yöneticisi İngiliz’di. ‘Mütehassıs (uzman) olarak sadece İngiltere’den gelenleri kabul edebiliyoruz, seni hastaneye pratisyen kadrosundan alabiliriz’ dediler. Pratisyen olarak Pirgo’ya göndereceklerdi beni. Orda ne yapacaktım?...Kabul etmedim. Dr. Küçük bana yardımcı oldu. Sarayönü’nde bir muayenehane kiraladım. Bir akrabamdan da ödünç bisiklet aldım. İki yıl kliniğe bisikletle gidip geldim.”

“DEMLİ ÇAY 1…”

TMT kurulduktan sonra kendisinin de teşkilata girdiğini anlatan Dr. Ali Fikret,“Kod adım Demli Çay 1’di. Kliniğe daha rahat giriş çıkış olurdu diye mücahitler köylerden istihbarat, evrak getirirdi bize verirdi, biz de merkeze iletirdik” dedi.

“ZOR ZAMANLARDA İNSANIN İÇİNE ÖYLE BİR GÜÇ GELİR Kİ İNANAMAZSINIZ…”

Toplumlar arası çatışmaların olduğu yıllarda hekim olarak Kıbrıs’ı dolaştıklarını da söyleyen Dr. Fikret şunları ekledi:

“İnsanlar köylerden dışarı çıkamazdı. Göz doktoru Hasan, ben ve ameliyat hemşiresi Remzi, portatif aletleri alır kaza kaza dolaşırdık. Rumlar bizi durdurur hem üzerimizi hem de arabamızı arardı. Bir defasında Çamlıköy’de bizi durdurdular. Köyün muhtarı yaşlı bir Rum’du. Oğlunu ameliyat etmişim. Arabadan indirildiğimizi gördü, beni tanıdı. Barikattakilere ‘Bu insanlar buradan gelip geçecek, dokunmayacaksın’ dedi. Bir defasında Köfünye’de Sancaktarın kulağına bakmaya gittik. Yollar kapandı, Lefkoşa’ya dönemedik, yaklaşık 4 gün Limasol’da kaldık. Zor zamanlarda insanın içine öyle bir güç geliyor ki inanamazsınız…”

EĞİTİM BAKANLIĞI YAPTI… “SİYASET BANA GÖRE DEĞİLDİ…”

1950’lerin sonuyla 1960’ların başını kapsayan kısa dönemde politikaya da atıldı Ali N. Fikret. “Bana göre değildi” dediği siyasete ısrar üzerine girdiğini söyledi. Maarif Encümeni üyesi, ardından da Cemaat Meclisi üyesi oldu. Milli Eğitim Bakanlığı da yaptı.Eğitim Bakanı olur olmaz, ‘Bu noktaya gelmeme neden olan, çiçekleri çok seven amcam için en güzel bahçesi olan okula Niyazi Efendi Mükafatı verelim’ önerisinde bulundum. Kabul edildi. En güzel bahçeye 200 lira mı ne veriyorduk o zamanlar. Birkaç yıl verildi. Sonra vazgeçildi...”

“HAKİM MAAŞINDAN FAZLA MAAŞ ALIYORDUM…KLİNİĞİ KAPADIM”

“Türklere hastanede kadro açılır açılmaz hastaneye döndüm. Siyaset bana göre değildi, çok ısrar oldu ama yapamadım” diyen Ali N. Fikret, şunları da anlattı: 
“1961’de Lefkoşa Genel Hastanesi’nde KBB Uzmanı olarak göreve başladım. Kliniği kapadım. Aldığım maaş bir hakim maaşından fazlaydı. Ev kiramı, benzin paramı da öderlerdi. İhtiyaç duymadım, kliniği kapadım.”
Devletin o dönemde serbest çalışan hekimleri koruduğunu da anlatan Dr. Ali Niyazi Fikret, şunları ekledi:

“Yanımda gezdirdiğim bir defterim vardı. Dışarıda hasta görürsem muayene ücretinin yüzde 90’ını ben,yüzde 10’u devlet alırdı. Hastanede özel ameliyat yaparsam yarısını ben, yarısını devlet alırdı. Bir ameliyat dışarıda 12 Kıbrıs Lirası ise, hastanede 15 liraydı. Devlet, serbest hekimin önünü kapamazdı.”

MORGDAKİ KULAK ÇALIŞMALARI… 

Genel Hastane’de geçirdiği yıllarda ve İngiltere’de katıldığı kurslarda kulakla ilgili çalışmaları ölüler üzerinde yaptıklarını söyleyen Ali Fikret, “Genel hastanede ne zaman boş vakit bulsam aletlerimi alır morga inerdim” dedi.

KÜÇÜK BİR ARABA PARASI ÖDEDİĞİ KBB ALETLERİ…

İhtisası tamamladığında KBB’de kullanılan birçok aletin henüz ülkede olmadığını söyleyen Ali N. Fikret çalıştıkça bu aletleri satın aldığını ve ülkeye getirttiğini belirterek “Onlara bir küçük araba parası ödedim” dedi.

Mesleki kurslar için birçok kez Türkiye’ye ve İngiltere’de gittiğini söyleyen Ali N. Fikret, nefes borusuna yabancı cisim takılan veya kaçan birçok çocuğa da müdahale etti.

“RUM MESLEKTAŞIMDAN DA ÇOK ŞEY ÖĞRENDİM”

Dr. Fikret bazı anılarını şöyle anlattı:
“Biz ihtisastayken acil KBB hastaları sadece Çapa’da bakılırdı. 1956’de çok şiddetli bir kış oldu İstanbul’da. Tuna Nehri dondu. Buz parçaları Boğaz’a geldi ve müthiş bir difteri salgını yaşandı. Çocuklar nefes alamazdı. Bir gecede Burhan’la 7 çocuğun boğazına trakeotomi yapar, nefes almalarını sağlardık. Elimiz doygundu. İngiltere’de olsak belki de böyle vakaları 3 senede bir görürdük. Lefkoşa hastanesindeyken bir Rum çocuk getirdiler. 3 yaşındaydı. Nefes borusu, akciğerler iltihap içindeydi. Boğulmak üzereydi. Çocuk doktorları Dr. Orhan Oktay ve Dr. Hacimina KBB’nin Bölüm Şefi olan Dr. Cirkotis’i çağırdı. Cirkotis çocuğun kurtulma şansı olmadığını söyledi ve müdahale yapmadı. Dr. Orhan ve Hacimina, ‘bütün mesuliyet bizim’ diyerek çocuğa müdahale etmemi istedi. Ona yatakta müdahale ettim. Nefes borusuna tüp taktım. Bronkoskopi aletlerimi de başucuna koydum. Üç doktor, üç hafta boyunca ilgilendik ve bu çocuk kurtuldu.”
Rum meslektaşından da söz eden Dr. Fikret şunları ekledi:

“Cirkotis, Viyana’da yetişmiş tecrübeli bir doktordu. Onu ameliyat yaparken izlerdim. Hatta Türk tarafında gördüğüm ve içinden çıkamadığım vaka olursa arabaya koyar Cirkotis’e götürürdüm. Stapedektomi ameliyatını Kıbrıslı Türkler ve Rumlar arasında yapan ilk hekimdim. Ameliyattan sonra yine hastayı arabaya koydum, Rum meslektaşım Cirkotis’e götürdüm. Bana sarılmış, öpüp tebrik etmişti… Ben ondan da çok şey öğrendim.”

Hadiselerin başlamasıyla Lefkoşa Hastanesi’nden ayrıldığını söyleyen Ali N. Fikret,şunları ekledi:

“Evimle hastane yakındı. Nöbetçi olmasam da gider hastalarımı görürdüm. Bir cumartesi günü yine hastanedeyken Dr. Necdet Ünel, bazı yerlere ateş edildiğini söyledi ve ‘burada durma’ dedi.Aletlerimi de almadan apar topar hastaneden ayrıldım. Rum hemşireler odamı kilitlemişti. Odamda, simden yapılmış güzel bir takvim vardı. İstanbul’dan hediyeydi. Türkçe olduğu için hemşireler onu duvarda ters çevirmişti. Hastaneye gelen Rumlar kilitli olan odama giremedi ama bizim serviste Türk bir hemşireyi öldürdüler…”

Bu olaydan yaklaşık 3-4 ay sonra Dr. Fazıl Küçük’e gittiğini ve hastanede kalan aletlerini alabilmek için yardım istediğini anlatan Ali N. Fikret, “Papazın müsteşarı Ledra Palas’a geldi, birlikte hastaneye gittik ve aletlerimi aldım” dedi.

SÜLÜN FİKRET’LE LİMASOL’DA BALAYI

Eşi Sülün Fikret’le de hastanede tanıştığını anlatan Ali N. Fikret, “Sülün, yakın arkadaşımın akrabasıydı. Onu hastanede gördüm, beğendim. Ailesini tanıyordum zaten. Birkaç defa görüştük ve evlenmeye kadar verdik. 1963’te nişanlandık. Hadiseler çıkınca evlenemedik. Düğünümüz 1965’te Sarayönü’nde oldu. Hasta görmek için gittiğim Limasol’da da balayı yaptık. Rumlar bizi barikatta durdurdu. Sülün Kıbrıslıydı ama babası Türkiye’de hakim olduğundan doğum yeri Antakya’ydı. Genç Rum asker,Sülün’ün doğum yerinin neresi olduğunu anlayamadı ve bana sordu. Bozmadım. ‘Bilmiyor musun, Antakya Baf’ın köylerinden biri’ dedim…Türkiye’de olduğunu söylesem bizi asla bırakmazlardı. Böylece barikattan geçip gidebildik…”

1966 ve 1969 yıllarında dünyaya gelen Selda ve Meliha adında iki kızı olduğunu söyleyen Ali Fikret, “Kızlarımızın ikisi de Amerika’da okudu. Burs kazanmışlardı” dedi. 

Toplumlar arası olaylarla birlikte Lefkoşa’da, eski sigara fabrika olduğu yere hastane kurulduğunu da anlatan Ali N. Fikret, Necdet Ünel’in ve Burhan Nalbantoğlu’nun bu hastaneye emeklerinin çok olduğunu vurguladı.

1977’ye kadar hastanedeki tek KBB uzmanı olduğunu, sonra Dr. Hulusi Refik’in ihtisasa geldiğini söyleyen Ali. N. Fikret, “Dr. Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi’nin tamamlanmasıyla buraya geçtik. Bu hastane için canı gönülden çalışmıştık” dedi.

“1953 MEZUNLARI OLARAK HER YIL BULUŞUYORUZ…”

1990’da hastaneden emekliye ayrılan Ali N. Fikret, hâlâ mesleğinden kopmadı. 
4 torunu olan Dr. Fikret Ali Fikret’in Odyoloji profesörü olan kızı Selda Fikret Paşa Amerika’da, işletmeci olan kızı Meliha Kaymak ülkede yaşıyor. 

Ali Niyazi Fikret, son olarak da 1953’te, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olanların her yıl bir araya geldiğini anlattı, iki kez de Kıbrıs’ta buluştuklarını söyledi.

Fotoğraflar: Süleyman Önal

Röportaj Haberleri