1878’de Lefkoşa

Haşmet M. Gürkan'ın yazılarını yayınlamaya devam ediyoruz... İNGİLİZ DÖNEMİNİN İLK YILLARINDA KIBRIS

Haşmet M. Gürkan

“Bulunduğumuz yerden başkentin camileri ve ağaçları görünüyordu. Alçak bir hısar, tabyalarıyla önümüzde yayılıp sağa ve sola uzanıyordu. Karşımızda, üzerinde bir İngiliz bayrağı dalgalanan bir kapı açılıyordu. Kapının bir yanında “Kisla” (Kışla – HMG) yahut koğuş, öteyanında da bir askeri hastane vardı. Hısarın ve kapının üzerinden minareler, çan kuleleri ve ağaçlar yükseliyordu. Minarelerin uçlarında hilaller, dört köşe çan kulelerindeyse demir haçlar vardı; selvilerden tutun da portakal, incir ve hurmaya kadar çeşitli koyuluktaki ağaçlar göze çarpıyordu.”

İngiliz yazar W. Hepworth Dixon, 1878 sonbaharında ziyaret ettiği Lefkoşa’yı anlatmaya Baf Kapısıyla böyle başlar ve devamla, kentin dar yolları ve geçitleriyle bir labirenti andırdığını, kent içinde sadece bir yerlinin kolayca yolunu bulabileceğini, zeki bir İngiliz askerinin Baf Kapısı dışındaki kampından Piskoboshane ve Ayasofya’ya giden en kestirme yolu bulabilmek için 12 gün uğraştığını söyler.

Baf Kapısından Mağusa Kapısına dek uzanan Triboti (Tripiotis? – HMG) yolunun (Şimdiki Baf ve Ermu Sokakları- HMG) üstü açık bir hendekten ya da lağım kanalından ibaret olduğunu, yatağındaki suların üzerinden taşlara basılarak geçildiğini yazan Dixon, Lefkoşa’daki evlerin çoğunun kerpiçten yapıldığını, bazı taş evler de bulunmakla beraber bunların ustaca yapılmadıklarını belirtir.

Lefkoşa’da düz sayılacak bir sokağın bulunmadığını kaydeden yazar anlatımını şöyle sürdürür: “Lefkoşa bir çemberdir, çünkü hısarları daire şeklindedir. Hısarların duvarları alçak, tabyaları yumuşak görünümlüdür, ne var ki kentin kendisi pitoresk görüntülere sahiptir: Baf Kapısındaki “Kışla” ya da “Jel Dermen” (Yel Değirmeni- HMG) tabyasında mevcut yıkık değirmen ve hepsinden çok güney taraftaki hısarlar üzerinde yükselen “Barikat” (Bayraktar HMG) cami ile minaresi pitoresk bir görünüm sergilerler. “Bairaktar” sancak taşıyıcısı demektir ve bu cazip minare hısarlara İslam bayrağının ilk dikildiği yeri göstermektedir.”

Lefkoşa’nın Aslan Yürekli Richard geldiğinde hısarları bulunmadığını, ilk hısarlarIn Lusignanlar tarafından yaptırılıp bunların 4 kapısı bulunduğunu, Venediklilerin çevresi 11 mil olan kenti savunacak kadar askerleri olamadığından eski duvarları ve 100 kadar kiliseyi yıkarak kenti çevresi 3 mil olan yeni hısarlarla çevirdiklerini anımsatan W. Hepworth Dixon daha sonra der ki:

“Baf Kapısından yürümeye başladığımızda, sağımızda kışla vardı. Bayrağımız, hilalli bayrağın, geçenlerde indirildiği Kışla Kulesinde dalgalanmaktadır. Güneye doğru gidersek üzerinde yıkık bir değirmen bulunan “Jel Dermen” Tabyası (Tripoli veya Mezarlık Tabyası- HMG)’na geliriz. Burada önümüze Ahmet Paşa (Arab Ahmet Paşa – HMG) su kemerleri çıkar. Bu kemerler kent çeşmelerine su vererek hısarlar boyunca uzanır ve “Kara İsmail” (D’Avilo- HMG) Tabyasını geçerek Bayraktar’a varıp caminin haznesine akar. Baf Kapısından buraya 6 Furlong’dur.”

Yoluna devam eden yazar “Sesli” (Sazlı: Podocataro – HMG) Tabyasını da zikrettikten sonra “Siliftar” diye yazdığı “Silahtar” suyunun kemerlerine rastlayıp bunun kentin ikinci büyük su yolu olduğunu belirtir. Kente kuzeydeki “Cephane” (Quirini-HMG) Tabyasından giren ve başkentin yarısına su verdikten sonra Piskoboshane’nin haznelerinde sona eren “Silahtar” suyu hakkındaki bu bilgiden sonra Dixon Mağusa Kapısına gelir: “Karpaz’dan, Larnaka ve Mağusa’dan gelen deve patikaları burada buluşur. Biraz dışarda eski bir mezarlık uzanır ki kenarında bir grup cüzzamlı eyleşmektedir. Bir tüneli andıran kapıdan alçak bir yol Tahta Kale camiine doğru yükselir ve Treboti Sokağına dönüp kıvrılarak Baf Kapısına dek uzanır. “Mağusa Kapısını da anlattıktan sonra yazar bu kez su kemerlerini soluna alarak hısarlar boyunca yoluna devam ederken beyaz çarşaflı, yüzleri peçeli kadınların çeşmelerden su taşıdıklarını görür ve her tarafta bahçeler bulunduğunu, hurma ağaçları arasında minarelerin yükseldiğini de vurgular. Dixon yolu üzerinde rastladığı tabyaları şöyle sıralar: Altun (Caraffa- HMG), Sejtimbi (Zeytinli: Flatro – HMG), Jezizli (Cevizli: Loredano – HMG), Musalla (Barbaro- HMG) ve sonra da Girne Kapısı… Kapı dışındaki tarihi Türk mezarlığını “Selviler ve söğütler altında ölülerin çok eski zamanlardan beri dinlendiği bir yer” olarak tanımlayan yazar devamla “Sephane” (Cephane: Quirini- HMG), Zechra (Zehra: Mula) tabyalarını geçerek şöyle tamamlar surları anlatmasını: “Biraz ötede Ahmet Paşa’nın su kemerlerinin bir koluna rastlar ve Ahmet Paşa Cami’ini görürüz. Onun yanında Latin Manastırı ve Askeri Hastane vardır ki hemen üstbaşlarında “Kaiton Aga” (Kaytoz Ağa: Roccas-HMG) Tabyası ve Baf Kapısının topları yükselir.

Hısarların üst ve altlarının çeşitli otlar ve çiçeklerle kaplı olduğunu da vurgulayan Dixon, Lefkoşa’nın her biri ayrı karakterde ve birbirinden farklı ve bu nedenle değişik bir gelecekleri olmasını muhtemel gördüğü 4 bölgeye ayrılabileceğini de söyleyerek bunları şöyle sıralar:

  • Konak Bölgesi: Kentin kuzey batısındaydı ve Vali Konağıyla (Sarayönündeki eski Lusignan Sarayı-HMG) mahkeme, cephanelik, askeri hastane, telgraf merkezi, çarşı, Büyük Han… bu bölgedeydi. En iyi hamamlar, çeşmeler, su kuyuları ve kahvehaneler de bu kısımdaydılar. Dixon bundan sonra şunları der: “Kentin bu bölgesinde vaktiyle Haçlıların sarayları ve türbeleri vardı. Şövalyeler burada otururdu. Feodal beyler burada hükümran olmuşlardı. Yine burada, daha sonraki bir dönemde Venedikli Valiler, mermer sütunların ve St. Mark Aslanının / Venediğin Arması- HMG) gölgesinde yaşamışlardı.

Bu sütunlardan biri onların döneminin ve Türklerin hoşgörüsünün bir tanığı olarak halen durmaktadır. (Dikilitaşı kastediyor – HMG) Daha sonra Osmanlılar gelip konaklarını, camilerini, hastanelerini, mahkemelerini, çarşılarını bunlara eklemişlerdi.

Açıklık ve yeşil, bunlar arasında da kamu binalarıyla Lefkoşa’nın bu mahallesi tabiatıyla idareci ırkın mahallesidir.”

  •  Cami Bölgesi: Kentin kuzeydoğu kesimiydi ki Lefkoşa’nın en kapalı, bahçeyi andıran ve sessiz yöresiydi. Çeşmelerin çoğu burada şarıldar, çiçeklerin çoğu burada açardı, dut ve portakal bahçelerinin çoğu da buradaydı. Büyük cami, bir zamanların Katedral Kilisesi olan St. Sophia (Ayasofya: Selimiye- HMG) bu yöredeydi. Yine bir zamanların St. Caterina Kilisesi olan Haydar Paşa Camii de bu kesimdeydi. Şimdilerde “Bedesten” diye bilinen Anglo – Norman mabedi de buradaydı. Bir İslam Koleji olan Medrese ve içinde doğu kitapları bulunan kütüphanesi de buradaydı. Bu mahalle için son durak olan Dixon “Yeşil, kutsal, haremi andıran bu mahalle imam ve şeyhlerin oturduğu yöredir ve onların cemaatının bölgesi kalacağa da benzemektedir” der.
     
  • Levantin Bölgesi: Kentin güneybatı kesimini oluşturan ve halkı melez izlenimini veren bu mahalle için Dixon’un söyledikleri özetle şöyledir: “Burası ipekli kumaş dokuyucularının, devecilerin, faizci ve tefecilerin, oyuncu kızların, içki imalatçılarıyla çeşitli din ve mezheplere mensup kişilerin kaynaştığı bir yerdir. Yenile “Victoria Hotel” ve “Army and Navy Hotel” adlarını alan iki yatıevi de bu mahallededir. Oyuncu kızlarla hamam hizmetkârları burada oturur. Çalgılı meyhaneler ve kumarhaneler de buradadır. Kentin, aşikâr kötüleri ve yer altı dünyası mensupları genellikle burada yuvalanmışlardır. Bu kalabalık mahalle Yakındoğu (Levent) dan gelenlerle Lavant zenaat ve meslekleriyle ilgili olanların oturduğu yerdir…”
     
  • Katedral Bölgesi: Kentin güneydoğu köşesini oluşturan bu dördüncü bölge Rum din adamlarının oturduğu yöredir. Başpiskobosun sarayı ve piskoboshane kilisesi St. John da buradaydı. Bunların yanında bir papaz okulu ve bir de kız okulu vardı. Biraz ötede Başpiskobosun büyük destekleyicileri olan Larnaka Piskobosu ve Cikko Manastırı başkeşişi de oturuyordu. Piskoboshanenin çevresinde geniş bahçeler ve Kilise önünde ağaçlı gezi yerleri vardı. Bu mahallenin Rumlarca kutsal sayıldığını ve Rum başpiskoboslarının çağlar boyunca burada, çevrelerindeki kendilerine inanmışların desteğinde gelip geçmiş tüm egemenlere karşı varlıklarını sürdürdüklerini yazan V.H.Dixon, “Eski ve saygın, Lefkoşa’nın bu dördüncü mahallesi Ortodoks Rumların mahallesidir ve öyle kalacaktır” diyerek sözlerini bağlar…

W. Hepworth Dixon, Venedikli ve Türk dönemlerinde hükümet ve valikonağı olarak kullanılan Sarayönü’ndeki eski Lusignan Sarayı’nın son günlerini de görmüş ve kitabında ondan uzun uzun söz etmiştir.

Lusignan Sarayı’nın 1878 sonbaharındaki durumunu şöyle anlatır yazar:

“(…) Bir saray olarak düşünüldüğünde Lefkoşa’daki “Konak” yeryüzünün en garip yapılarından biridir: Yer katı bir hapisane, üst katı bir saraydır ve bir bütün olarak da öylesine boş ve çürük çarıktır ki yürüdüğünüzde altınızda döşemeler oynar, dokunduğunuzda pencere kanatlarından parçalar dökülür. Bununla beraber her tarafında geniş bahçeleri, ağaçlıkları vardır ve kesilmeyen su şarıltıları duyulur.

Saraya, bir Venedik Kilisesinin orta bölümünü andıran bir kapıdan girilir. Bu serin ve gölgelik bir geçittir ve bekçi odası ve vakit geçirme yeri görevini görür. Önümde üç tane çok yaşlı ağaç vardır. (…)

İç bahçe büyük ve dörtköşedir. Bir köşesi, kerpiç bir duvarla diğer kısımlardan ayrılmıştır. Bu köşe hapishane avlusunu oluşturur. Kerpiç duvarın yanında idam mahkumlarının asıldıkları ağaç durur. (…)

“Konak” iki kattır. Bir katı hapishaneye, daire ve ahırlara ayrılmıştır. İkinci katta ise Hazine dairesi, Mahkemeler, Kabul Salonu, Meclis Salonu ve Valinin evi bulunur. İçte, dışta, üstte ve altta olsun bina harab olmuş durumdadır. Hemen hemen hiçbir oda, içerisinde oturulacak gibi değildir. Sıçanlar ve farelere layık bir yerdir. Kimi odalar gösterişlidir, ne var ki döşemeler çürümüştür.

(…) Bu eski püskü, kırık dökük odalar arasında bir tanesi biz İngilizler için ayrı bir anlam taşır. Amiralimizin (Lord John Hay – HMG) Adayı Kıraliçe adına Sultandan devir ve teslim aldığı odadır bu. Büyük ve görkemli bir odadır. Gösterişli bir tavanı vardır ki İtalyan dekoratörlerin işi olan altın yaldızlı süslemeleri bulunur. Sade Osmanlı zevkine göre dayanıp döşenmiştir: Bir divan, bir masa ve bir sıra sandalye… Pencerelerden bahçe ve minareler görünür. Aşağıda bir fıskiye çağlar ve selviler sizi adeta gölgelerine çağırır. Bakımsız ama görkemli bir yeşillik cenneti uzanır aşağıda.”

Dergiler Haberleri