“Yaşatmak sanattır”

“Yaşatmak  sanattır,” diyor Derviş Özer. Onu anlatmak için “doktor”, “yazar”, “sanatçı” gibi kelimeler tek başına yetmiyor.

“Yaşatmak sanattır”

Simge ÇERKEZOĞLU

“Yaşatmak  sanattır,” diyor Derviş Özer. Onu anlatmak için “doktor”, “yazar”, “sanatçı” gibi kelimeler tek başına yetmiyor. Bu çok yönlü kimlikleri bir araya getiren esas sözcükse yaşatmaktır. İster bir bedeni hayatta tutmak, ister bir hatırayı ölümsüz kılmak… Özer’e göre esas sanat, insanı ve insanlığını yaşatabilmekte gizli. Ben onu ilk kez, "Acıdan Umuda" isimli sergideki heykelleriyle tanıdım. Sonra kitapları ilgimi çekti, okudum. Ardından, bir araya geldik. Tıp eğitimini tamamladıktan sonra radyo-televizyon, sinema, antropoloji ve felsefe alanlarında da eğitim alan Derviş Özer, şimdi yeni bir kitap üzerinde çalışıyor, bu kez kadın hikâyelerine ses vermeye hazırlanıyor. Kendisinin hayat hikâyesinde Kıbrıs’ın acı hafızası, toplumsal cinsiyet gerçekliği ve sanatın iyileştirici gücüyle buluşuyoruz.  

“Hepsi gerçek hikaye olan kısa filmler yaptım”

Tıp kariyeri yanında yazarlık ve sanatla ilgilenen Derviş Özer, çok yönlü olması yanında bitirdiği radio televizyon ve sinema, antropoloji ve felsefe bölümleriyle insan doğasını her yönüyle çözmüş görünüyor. Tüm bunlar kulağa inanılmaz geliyor.

“Halkımız okumayı sevmez, izlemek kolay gelir. Çocukluğumda savaşa şahitlik eden biri olarak kaleme aldığım senaryom vardı ancak onu bir türlü filme dönüştüremedim. Sonunda ben bu alanda eğitim alıp, kendi filmlerimi yaptım. Böylece 2011 yılında radio, televizyon ve sinema bölümünden mezun oldum. Mevzide Unutulan Bir Asker ismiyle bir kısa filmim var. gerçek hikaye,ölüyken saatini de ben çalmıştım. Onun dışında Kan Portakalı isimli bir kısa filmim var. Henüz tamamlanmadı. Savaşta Minareli köyde portakal çalmaya gittiğimde ölü bir anne ve ağlayan bir bebekle karşılaştım ancak korkup kaçtım. Yıllarca da bunun vicdan azabı ile yaşadım. Ancak daha sonra Sevgül Uludağ bu çocuğun yaşadığını söyledi, o kız bebeği bulmuştu. Bu hikayeyi anlattım. Bir de benim hikayemden esinlenerek çekilen Kuyu isimli bir film var. Hepsi de gerçek hikaye… ”

“İnsanı tek bir hücresine kadar öğrendiğimi düşünüyorum”

Derviş Özer, kısa filmlerinin yanı sıra iki önemli kitabın da yazarı. 2013 yılında yayımlanan Ona Selam Söyle, bir öykü kitabı olarak Kıbrıs'ta savaş sırasında yakınlarını kaybedenlerin acılarını ve kayıplarını anlatan duygusal hikâyelerden oluşuyor. Bu eser, adanın savaş mağduru annelerine ithaf ediliyor. 2020 yılında yayımlanan Kuşaktan Kuşağa Sözden Yazıya Kıbrıs ise Kıbrıs'ın tarihî olaylarını, halk kültürünü ve sözlü geleneklerini ele alıyor. Kitap, farklı toplumsal olayları ve tarihî kesitleri hikâye biçiminde sunuyor. Bu iki kitaptan yola çıkarak, bir hekimin insan hayatına bakışıyla bir doktorun bakış açısının hangi noktalarda ayrıştığını konuşuyoruz…

 “Ona Selam Söyle kitabında, Gelincik Çiçeği isimli öykümde bir cesedin çürümesini anlatıyorum, doktorluk bilgisiyle yazdım. Doktorlukla insanı biyolojik ve psikolojik olarak iyi tanıyorsun. Daha sonra insanı daha iyi tanıyabilmek için antropoloji okudum. Ardından felsefe bölümünü tamamladım. Böylece artık insanı tek bir hücresine kadar öğrendiğimi düşünüyorum. Böylece öykülerimde farklı yönleriyle insanı iyi anlatabildiğimi düşünüyorum.”

“Yıllarca savaştaki olaylar geceleri rüyalarıma girdi”

Ona Selam Söyle isimli kitapta öyle sarsıcı hikâyeler var ki, okurken Kıbrıs’ta gerçekten bunlar yaşandı mı diye sormadan edemiyor insan. Bazı bölümlerde adeta dehşete kapılıyorum. Derviş Özer, henüz on yaşındayken tüm bunlara tanıklık etmiş bir çocuk olarak büyüdü ve yaşadıklarını kaleme aldı. Onun bu yüzleşme çabası beni derinden etkiliyor; anlattıkça iyileştiğini hissediyorum.

 “Önce Yenidüzen gazetesinde Sevgül Uludağ’ın köşesinde savaşta Abohor’da yaşadıklarımı anlatmaya başladım. Köyümüzde çok acı bir katliam Palekitre Katliamı yaşandı.  1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında, Kıbrıslı Türklerin, Kıbrıslı Rumlara yönelik gerçekleştirdiği  saldırıydı. Köydeki bazı Kıbrıslı Türkler, bir evde bulunan 21 Kıbrıslı Rum'u öldürdüler. Aralarında kadınlar ve kız çocukları da vardı. Tecavüz edip öldürdüler. Ben bunlara şahit oldum. Savaş sırasında daha bir çok şeye şahit oldum. Hepsini de hatırlıyorum. Aç kaldık, askerlerin kazanlarının dibini kazıyıp bulgur pilavı yediğimizi hatırlarım. Çok dayak da yedik, esir kampında Kıbrıslı Rum çocuklarla oynadık. Bunları hiç unutmadım. Yıllarca savaştaki bu olaylar geceleri rüyalarıma girdi.”

 

Kuşaktan Kuşağa Sözden Yazıya Kıbrıs kitabı üzerine de sohbet ediyoruz. Özer, çocukluğunda yaşadığı ilginç hikayeleri bu kitapta anlatıyor ve adanın pek bilinmeyen yönlerine ışık tutuyor. Kitap, Kıbrıs’ın derinliklerine dair merak uyandıran ve farklı bakış açıları sunan keşif niteliğinde.

“Mağusa’da öldürülen bir balina hikayesi vardı mesela, adanın çekirgelerden çok çektiğini anlattığım bir bölüm vardı. İngilizlerin Mesarya ovasına yaptığı Gogo’ları anlattım. Gogo terimi, bölgede özellikle İngiliz Sömürge Dönemi sırasında, Alman paraşütçülerinin adaya iniş yapmasını engellemek amacıyla inşa edilen toprak höyükler veya yapay tepecikler için halk arasında kullanılan ifadeydi.  Çocukluğumuzda yaşadığımız kuduz hortlatma olayını anlattım. Tabii o kitapta İngilizleri çok eleştirdim ama iyi şeyler de yaptılar. Mesela kuduzun kökünü onlar kazımıştı.”

“Bir hayat kadının hikayesini anlattım”

Yazı serüveni süren Özer, şimdi yeni bir kitabın eşiğinde. Yıllar boyunca doktorluk mesleği sırasında tanık olduğu kadın hikâyeleri bu kez kelimelere dökülüyor. İlk sayfada bir hayat kadını var. Ama bu sadece bir başlangıç; anlatılmayı bekleyen daha çok kadın ve onların sessiz hayatları var.

“Henüz tamamlamadığım ama üzerinde çalıştığım, Türkiye’de basılacak bir kitabım var. Doktorluk mesleğimden dolayı elimde çok sayıda kadın hikayesi var. İlk olarak bir hayat kadının hikayesini anlattım. Baskıya hazırlanıyor. Her hafta bana kontrole gelen bir hastanın hikayesi. Onu tamamladıktan sonra kısa kadın öyküleri anlatacağım. Onların notları hazır. Alanım kadın doğum olduğu için, gelen hastalar ister istemez bazı şeyleri anlatmak durumunda kaldı. Tabii bir doktor olarak ben de bazı şeyleri hissedip sordum. Sonuçta ortaya pek çok öykü çıktı.”

“Sol kolu mühürlü kadınlar en ilginç anılarımdır”

Deneyimlediği kadın öyküleri içinde en çok zihninde iz bırakanı soruyorum, anlatıyor. İnsanın adeta içi parçalanıyor…

“Sol kolu mühürlü kadınlar en ilginç anılarımdır. Asistanlık yaparken bize büyüklerimiz sol kolu mühürlü kadın getirildiğinde ‘gündüzü bekleyin, muayene etmeyin’ derdi. Çünkü onlar zina ile suçlanan kadınlardı, bizde DNA testi yoktu tabii, sadece ölü veya canlı sperm arardık. Cinsel ilişkiye girip, girmediğine bakardık. Ancak bunu gece yaparsak ve cinsel ilişkiye girdiğini belgelersek, polisler de onlara tecavüz eder diye gündüze bırakırdık. Bazen boşanmak isteyen erkekler de kadınlara pusu kurup, kolay boşanmak için zina ile suçlardı. Eskiden zina suçtu, ancak sadece kadın için suçtu. En ilginç olan nöbette olduğum gece getirilen on yedi yaşındaki kızın hikayesidir. Kitapta da on yedi yaşındaki bu kızın hikayesini anlattım. Türkiye’de kadın olmak çok zordu, hala zor. O nedenle bu hikayeleri anlatmak, onları ölümsüz kılmak istiyorum.”

Röportaj Haberleri