Ödül AŞIK ÜLKER
Dışişleri eski Bakanı, eski müzakereci Özdil Nami, iki liderin ilk buluşması sonrasında, uzun bir aradan sonra, Kıbrıs Türk tarafı için, kapsamlı çözüm konusunun doğru raya oturtulduğunu kaydederek, “Gündem müzakere süreci kurgusudur, içerik değil. O kurgu yapıldıktan sonra, elbette o kurgunun kurallarına riayet ederek içerik tartışması başlar ve o takvim çerçevesinde biter” dedi.
Nami, geçmiş tecrübelerine dayanarak, BM ve Rum tarafına bir görüş resmi olarak iletilecekse, Türk tarafının bunu önce kendi içinde çok ciddi şekilde istişare ve koordine ettiğini anlatarak, Cumhurbaşkanı Erhürman’ın ortaya koyduğu kapsamlı müzakerelere nasıl geçilebileceğine dair 4 bacaklı yol haritasına ve güven artırıcı önlemler bağlamında yapılan 10 maddelik öneriye, hem KKTC’nin, hem de TC’nin tam desteği olduğunu algıladığını belirtti. “Müzakerelerin ilerlemesiyle ilgili sorumluluğu artık Rum tarafına atıyor. Top bizim ayağımızdan çıkmış, Rum tarafına geçmiş oluyor. Artık baskılar, Rum tarafının üzerine yoğunlaşacak. O yüzden son derece anlamlı buluyorum” diyen Nami, sürecin kurgusuna dair maddeleri BM’nin hayata geçirmesi gerektiğini söyledi.
Nami, “BM’nin de buna aracılık etmesi lazım. Yoksa ‘Buyurun, oturun, konuşun’ diyecekse, o zaman BM’ye ihtiyaç yok, biz kendi aramızda konuşabiliriz” dedi.
Nami, şu ifadeleri kullandı:
“BM geçmişte, Crans Montana’dan sonra çok başarısız girişimlerde bulundu, bir çok değişik temsilciler gönderdi, hepsine aynı şeyi söyledik, hiçbiri dinlemedi, hepsinin de sonucu başarısızlık oldu. Mekik diplomasileriyle ya da başkentleri ziyaret ederek, ‘Türkiye garantilerde şunu versin, Rumlar da dönüşümü başkanlıkta bunu versin. Federasyon gevşek mi olsun yoksa daha sıkı mı olsun’ gibi tartışmalara giren, bu tip al-verlerin parçası olmaya çalışan bir BM görürsek, o zaman yine sonuç başarısızlık olacak. BM mutlaka, Sayın Cumhurbaşkanı’nın ortaya koyduğu bu süreç kurgusuna odaklanmalı.”
Rum tarafının, “takvim, hakemlik, tekrar hayır derlerse Kıbrıs Türk tarafının uluslararası hukukun içine bir şekilde dahil edilmesi gibi taahhütlerin olduğu, disiplinli, takvimli, sonuç odaklı, karar vermeye zorlayan” bir kurguya girmemek için ellerinden gelen her şeyi yapacağını belirten Nami, bunun üstesinden gelmek için dış baskıyı sağlayacak çalışmalar yapmak gerektiğinin önemine vurgu yaptı.
“Son derece verimsiz beş yılı geride bıraktık”
Soru: Son 5 yıl, Kıbrıslı Türkler için, Kıbrıs sorunu bakımından nasıl geçti?
Nami: Son derece verimsiz beş yılı geride bıraktık. Kıbrıs Türk halkının leyhine olduğunu söyleyebileceğimiz herhangi bir gelişme maalesef yaşanmadı. Tam tersine, uluslararası alanda elde ettiğimiz zeminlerin bir çoğunu maalesef kaybettik. Geride bıraktığımız beş yılda izlenen politikaların sonucunda, izolasyonlarımızı kırma bir tarafa dursun, bunların daha da ağırlaştığını gördük. Mülkiyet ile ilgili sıkıntıların gündeme geldiğini çok ciddi anlamda tecrübe ettik mesela. Diğer taraftan, Rumların lehine, geçmişte aklımıza bile getirmeyeceğimiz, gelişmeler olduğunu gördük. Örneğin Amerika gibi ülkelerin silah ambargosunu kaldırması, İsrail, Fransa gibi ülkelerle savunma anlaşmaları yapmaları gibi. Bu iki devletli çözüm talebinin bize sağlayacağı iddia edilen getiriler sadece iddia olarak kaldı. En fazla üzerinde durulan konu, Türk Devletleri İşbirliği Örgütü’nde temsiliyet konusuydu. Onda bile, herhangi bir üye devletin KKTC ile ilişki kurmadığını, ama Rum tarafında büyükelçilik açtıklarını gördük. Yani, geride bıraktığımız BEŞ yılda, Kıbrıs sorunu anlamında takip edilen politika, tam bir başarısızlıkla sonuçlandı. Sanırım seçimlerde, bu politikanın savunucusu olan Sayın Tatar’ın aldığı ağır yenilgi de bunun neticesinde oldu. Toplum söz verilen hiç bir şeyin o yolla yerine gelemeyeceğini fark etti. Tabii başka konular da vardı. İnsanlar, Sayın Tatar’dan bir cumhurbaşkanından beklenen duruşu bir türlü göremediler, o makamdan ciddiyet, kendi kendine saygı duyan ve toplumun saygınlığını daha ileriye götürecek bir davranış bekliyorlardı. Bunların hiçbirini göremediler.
Hükümetin birçok icraatına karşı tepkilerin de bir nebze oya dönüştüğünü gördük. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde dominant konu Kıbrıs konusudur. “Bu kafayla gidersek hiçbir yere varamayız, kötüye doğru gidişat hızlanarak devam eder” endişesi ve Sayın Erhürman’ın koyduğu alternatif görüşün olabileceğine dair oluşan kanaat, seçimlerde değişimi getirdi.
“İstişarelerin ve koordinasyonun, bizimle Türkiye arasında tam olarak gerçekleştirildiğini anlıyorum”
Soru: Cumhurbaşkanı değişti, dolayısıyla Kıbrıs konusunu ileriye götürecek Kıbrıslı Türk lider değişti ve liderler perşembe gün ilk kez bir araya geldi. Sizin de çok uzun zamandır dile getirdiğiniz ve CTP’nin de ortaya koyduğu dört maddelik metodoloji bu görüşmede resmi olarak sunuldu. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Nami: Sayın Erhürman’ın seçim süresince halkla paylaştığı, müzakerelerin tekrar başlayabilmesi için olması gerekenlerle ilgili görüşlerini ilk kez resmi olarak Rum tarafına ve BM’ye bildirmesi en önemli noktaydı. Geçmiş tecrübelerimden biliyorum, BM ve Rum tarafına bir görüş resmi olarak iletilecekse, önce Türk tarafı bunu kendi içinde çok ciddi şekilde istişare ve koordine eder. Toplantı sonrasında yapılan açıklamadan, bunun resmi olarak bildirilmesi ifadesinden, ben bu istişarelerin ve koordinasyonun, bizimle Türkiye arasında tam olarak gerçekleştirildiğini anlıyorum. Kapsamlı müzakerelere nasıl geçilebileceğine dair 4 bacaklı yol haritasını ve güven artırıcı önlemler bağlamında yapılan 10 maddelik öneriyi, hem KKTC’nin, hem de TC’nin tam desteğiyle yapılmış öneriler olarak algılıyorum ve bunu son derece önemli buluyorum. Bu, yeni bir kapı açıyor ve müzakerelerin ilerlemesiyle ilgili sorumluluğu artık Rum tarafına atıyor. Top bizim ayağımızdan çıkmış, Rum tarafına geçmiş oluyor. Artık baskılar, Rum tarafının üzerine yoğunlaşacak. O yüzden son derece anlamlı buluyorum.
“Olumlu bir noktaya geldiğimizi görüyorum”
Bunu söylerken, bazı istisnai olaylar da dikkat çekmiyor değil. Türk tarafının mutlaka bundan sıyrılması ve bunları bir şekilde temize havale etmesi lazım. Cumhurbaşkanı dün, bu görüşü Türk tarafının resmi görüşü olarak ifade etti. Ancak, ondan bir kaç gün önce, ilgili komitede Dışişleri Bakanlığı bütçesi görüşülürken, Dışişleri Bakanı, Cumhurbaşkanı’na gerçekten çok yakışıksız nitelemelerde bulundu. Dışişleri Bakanı, halkın %63 desteğiyle o makama gelmiş ve ortaya koyduğu vizyona halkın ezici ağırlığının destek vermiş olmasına rağmen, örneğin “Federal çözüm ölmüş ve gömülmüştür. Kimse bunu artık canlandıramaz” anlamına gelen ifadeler kullandı. Demek ki, orada bir sıkıntı var. Diğer taraftan, siyasi partilerle cumhurbaşkanlığında yapılan görüşme sonrasında, örneğin koalisyon ortağı Sayın Arıklı, Cumhurbaşkanı’nın ortaya koyduğu 4 bacaklı hareket planına olumlu baktıklarını, desteklediklerini açıklarken, Dışişleri Bakanı bunun tam tersi bir açıklamada bulunabiliyor. Demek ki orada, hala bir sıkıntı var. Buna dikkat edilmesi lazım. Çünkü şimdi bir yola çıkılıyor, Cumhurbaşkanı’nı korumamız ve ona destek olmamız lazım. Neticede halkın iradesi, hepimizin şahsi görüşlerinin üstündedir. O irade oluştu, o irade çerçevesinde hareket planı belirlendi, gereken koordinasyonlar yapıldı ve resmi görüş olarak da karşı tarafa iletildi.
Ben baktığımda, olumlu bir noktaya geldiğimizi görüyorum. Uzun bir aradan sonra,
bizim açımızdan konu doğru raya oturtuldu, hem kapsamlı çözüm açısından, hem de güven artırıcı önlemler konuları açısından. Sonuç olarak, iyi bir başlangıç yapıldı.
“Dış baskıyı kurabilecek bir siyasete geçtik”
Soru: 4 maddenin BM’nin de görüşleri olduğu ortaya konuyor, Rum tarafının BM görüşü olan bu konulara hayır demesi mümkün müdür?
Nami: Rum tarafı, takvim, hakemlik, tekrar hayır derlerse Kıbrıs Türk tarafının uluslararası hukukun içine bir şekilde dahil edilmesi gibi taahhütlerin olduğu, disiplinli, takvimli, sonuç odaklı, karar vermeye zorlayan bir kurguya girmemek için ellerinden gelen her şeyi yapacaklar. Aksini beklemememiz, buna hazırlıklı olmamız lazım. Bunun üstesinden nasıl geleceğiz? Tabii ki, uluslararası camiayı tekrar yanımıza çekerek. Bu da nasıl olur? Tabii ki bizim cumhurbaşkanlığımızın oynayacağı çok büyük bir rol var, ama onun yanında, bunu hayata geçirebilmek için Türkiye’nin de çok etkin bir şekilde devreye girmesi gerekecek. Rum tarafına bu baskıyı kurabilecek ülke sayısı ve kimler olabileceği bellidir. Bunlarla muhatap olan esas güç, bizim açımızdan, Türkiye Cumhuriyeti’dir. Türkiye Cumhuriyeti’nin de şu anda belli destekleri var, bunu görüyoruz ama buna ileriki dönemde, çok daha somut politikalarla, etkinliklerle destek verilmesi şart. Eğer sadece lafta kalırsa, başarı elde etmek mümkün olmaz. Ben bunu, Annan Planı sürecine benzetiyorum. 2004 Annan Planı sürecinde, izolasyonların kaldırılmasıyla ilgili kararlar da çıkmıştı ama çantayı elimize alıp, Avrupa’da kapı kapı dolaşmasaydık, örneğin Strazburg’ta gece gündüz lobi faaliyetlerini aksatmadan devam ettirmeseydik, AKPA’da temsiliyet hakkını elde edemeyecektik. Ya da Brüksel’de çok yoğun çalışmalar göstermeseydik ve o “evet”in ne kadar değerli olduğunu, buna saygı duyulması gerektiğini, Avrupa’nın kendi değerlerinin bunu emrettiğini sürekli anlatmasaydık, tüzükler de onaylanmayacaktı. Doğrudan Ticaret Tüzüğü’nün hayata geçmesini sağlayamadık ama diğer iki tanesini kurtardık. Yani önce, doğru hareket yoluna girmeniz çok önemli, ama o yetmez, o yolu güçlü bir şekilde yürüyebilmeniz lazım. Şimdi, bundan sonraki aşamada o var.
Kimse, “Türk tarafı federal çözüm için tekrar bir kapı açtı. Rumlar da buna çok sevinecek, onun için çok hızlı bir şekilde gereğini yapacaklar” diye düşünmesin. Öyle bir Rum tarafı yok. Bunu Crans Montana’da çok net bir şekilde gördük. Öyle bir vizyonları olsaydı, Crans Montana’da bu işi zaten bitirirdik. Dış baskı lazım. Şimdi o dış baskıyı kurabilecek bir siyasete geçtik. Geride bıraktığımız beş yılda, bunu kurma imkanı elimizden alınmıştı. Şimdi onu tekrar kazandık ama imkanı kazanmış olmanız, onu etkin bir şekilde faydaya dönüştürebileceğiniz anlamını çıkarmaz. O, yapacağınız çalışmalarla belli olur.
“Demokratik irade son derece değerlidir”
Soru: “Kıbrıs Türk tarafı federasyon için kapıyı açtı” dediniz. Türkiye ile istişareler yapıldığını ortaya koydunuz. İki devletten bu noktaya gelinmiş olması, Türkiye’nin Kıbrıslı Türklerin iradesine saygı duyduğu anlamına gelir mi?
Nami: Bunun bir anlamı odur. Tek faktör bu muydu, bilemiyorum. Yani bölgesel gelişmelere, uluslararası konjonktüre baktığımızda, belki Türkiye’nin kendi çıkarları da, Kıbrıs’la ilgili olarak yeni bir şeyler söyleme ihtiyacını doğurmuştur. Örneğin, ABD’nin Avrupa’nın savunma sisteminden kendini yavaş yavaş soyutlamaya başladığını, Avrupa’nın kendi içinde bir savunma mekanizması oluşturmaya gittiğini, Türkiye’nin de bunun içine müdahil olmak istediğini, orada karşılıklı bir ihtiyaç olduğunu biliyoruz. Ama bunların olabilmesi için, Türkiye ile AB arasında Kıbrıs konusu gibi pürüzlerin, sıkıntıların, engellerin olmaması lazım. Bu bir faktör olmuş olabilir. Ya da enerji konularında, mevcut durumda işbirliği yapılabilmesi için, Türkiye’nin çeşitli önerileri oldu. Ama hiçbiri hayata geçemedi. Neden? Çünkü, KKTC’nin uluslararası hukukta yeri yok. Böyle büyük boyutta projelerde, mutlaka, hukuken muhatap alınabilecek bir taraf olmanız lazım. Bu net bir şekilde tecrübe edildi, görüldü. Bunun yüzünden, enerjiyle ilgili işbirliklerinde ciddi engeller var. Bu da bir faktör olmuş olabilir. Bence hepsi bir araya geldi ama Kıbrıslı Türkler’in iradesi, olayın olmazsa olmazıydı. Onun için halkımızın gösterdiği bu demokratik irade son derece değerlidir ve sonuçta memnuniyet vericidir.
“Geçmiş tecrübeler, esas tıkanıklığın siyasi iradede olduğunu gösteriyor”
Soru: Çözüm atmosferini yaratmak için 10 maddelik öneri sunuldu. Bu önerileri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Nami: Bunlar kendi içinde değerli adımlar, ama bunların bizi kapsamlı çözüme yanaştıracağına dair bende pek fazla bir inanç yok. Geçmiş tecrübeler, esas tıkanıklığın siyasi iradede olduğunu gösteriyor. 2003’te kapıların açılmasından sonra, özellikle Lokmacı Barikatı açıldığında çok olumlu bir atmosfer olacağı ve bu atmosferin bizi çözüme taşıyacağı söyleniyordu. Bunların hiçbiri gerçekleşmedi. Kapsamlı çözüm ayrı bir konudur.
Vatandaşlık konularıyla ilgili konuların, insan hakları açısından çözümü şart. Kıbrıs Türk tarafının, AB uyumuna desteği şart. Bunların hepsi önemli. Ama, bunların hepsi dört dörtlük olsa bile, Rum tarafının üstüne uluslararası baskı gelmediği sürece, Rum tarafında bizim istediğimiz yönde, sonuç alıcı bir sürece girme iradesi oluşmayacak. Ben bunu, geçmiş tecrübelerimden net bir şekilde gördüm. Bazı kesimlerde, özellikle yabancı kesimlerde, “İki taraf arasında güven yok, önce bu tip projelerle ortamı bir yumuşatalım, işbirliği ortamı oluşturalım, bunun üzerine de kapsamlı çözüme gidelim” yaklaşımı var. Ben bunu son derece yanlış ve hatta tehlikeli buluyorum.
Biz Rumlarla, yüzyıllarca birlikte yaşadık, yan yana komşuluk yaptık. Ama konu siyasete geldiğinde, maalesef, olaylar farklı yöne doğru gitti. O yüzden, iki tarafı bir araya getirerek, işbirlikleriyle, siyasi yönden bizim görüşlerimize yaklaşmalarını sağlayabileceğimize dair kanaatler, bence gerçek durumla bağdaşmıyor.
Bu adımlar kendi içinde çok değerlidir, her biri teker teker ele alınıp hayata geçirilebilirse çok önemli ve mutluluk verici bir gelişme olur. Ama “Bunlar Rumları, Sayın Cumhurbaşkanı’nın önerdiği 4 ayaklı kurguyu kabulüne götürecek” diye bir bağlantı kurmamak lazım. Onunla ilgili konu, tamamen bizim bu konuda uluslararası camiayı yanımıza alabilmemizle ilgilidir.
Soru: Holguin yeniden görevlendirildi. Aralık başında adaya gelip, liderlerle hem ayrı ayrı, hem de ikisiyle beraber görüşecek. Sizce Holguin’in rolü bu süreçte ne kadar etkili olur?
Nami: Ben, Sayın Holguin ile birkaç kez görüşme fırsatı buldum. Kendisi beni ziyaret etti. Bana “ne yapılması gerekir” diye sorduğu zaman ona, “Kıbrıs müzakereleriyle ilgili sıkıntı, artık içerikte değil. Yani mülkiyet, güç paylaşımı vesaire konularının detaylarında değil, iki Kıbrıslı taraf onları son derece başarılı bir şekilde müzakere etti ve bitme noktasına getirdi. Çok yaklaştık. Zaten, o sayede garantörlerle birlikte konferans daveti yapıldı. Fakat Crans Montana, herkesin bildiği gibi, başarısız oldu. Demek ki sıkıntı, içerikle ilgili konular değil, süreç kurgusunda sıkıntı var” dedim. Sayın Holguin’e Annan Planı’nı hatırlattım ve Annan Planı’nın orijinal kurgusunda bir takvim, takvim sonunda hakemlik vardı. Hakemlik sonrasında referanduma gidileceğinde, orijinal planda, soru hayır derseniz AB üyeliğini kaybedersiniz anlamındaydı. Yani retçi tavırla ilgili ciddi bir bedel vardı. “Reddedecekseniz, edebilirsiniz. Ama bu bedeli de ödersiniz” mesajı vardı. Bu standart bir kurgudur. Sadece Kıbrıs özelinde değil, uluslararası tüm müzakerelerde başarı bu kurgunun doğru yapılmasına bağlı. Kıbrıs özelinde de, bu kurgu bozulduğunda, başarısızlık oldu. Biz referanduma vaktinde gidemedik. Rumlar üye olduktan sonra referanduma gidebildik. O yüzden “hayır” demenin bedeli ortadan kalktı ve hayır oyu çıktı. Şimdi yapılması gereken, doğru kurgunun tekrar hayata geçirilmesi. BM’nin ve Holguin’in yegane görevi, liderleri bu gündemle bir araya getirmek olmalı. Holguin ile görüşmelerimizde, kendisine de bunu aktardım. Şimdi bu konu, Türk tarafının resmi görüşü olarak ortaya kondu. Holguin’e ve BM’ye düşen, bunun üzerinden hareket etmek ve buna destek vermek, Rum tarafına “Türk tarafı çok önemli bir açılım yaptı. Kaldığı yerden devam etmeye onay veriyorlar. Ancak, bu işin tekrar bir başarısızlığa yönelmemesi için, doğru bir müzakere süreci kurgusunu önceden yaratmak istiyorlar. Biz de hak veriyoruz ve bu konuda tüm uzmanlarımızla size yardım etmeye hazırız” demeli. Rum tarafı, takvim, hakemlik ve statükoya geri dönülemez meseleleriyle ilgili sıkıntıları varsa, bunların tam olarak nereden kaynaklandığını, endişelerinin ne olduğunu, BM aracılığıyla yapılacak toplantılarda ortaya koymalı. O endişeleri giderici formüller üretmek ve onunla birlikte bu formülü hayata geçirmek lazım. BM’nin de buna aracılık etmesi lazım. Yoksa “Buyurun, oturun, konuşun” diyecekse, o zaman BM’ye ihtiyaç yok, biz kendi aramızda konuşabiliriz. O yüzden, kendilerini olaya anlattığım şekilde müdahil hale getirmeleri lazım.
“BM, geçmişte, çok başarısız girişimlerde bulundu”
Gündem müzakere süreci kurgusudur, içerik değil. O kurgu yapıldıktan sonra, elbette o kurgunun kurallarına riayet ederek içerik tartışması başlar ve o takvim çerçevesinde biter. BM, geçmişte, Crans Montana’dan sonra çok başarısız girişimlerde bulundu, bir çok değişik temsilciler gönderdi, hepsine aynı şeyi söyledik, hiçbiri dinlemedi, hepsinin de sonucu başarısızlık oldu. Mekik diplomasileriyle ya da başkentleri ziyaret ederek, “Türkiye garantilerde şunu versin, Rumlar da dönüşümü başkanlıkta bunu versin. Federasyon gevşek mi olsun yoksa daha sıkı mı olsun” gibi tartışmalara giren, bu tip al-verlerin parçası olmaya çalışan bir BM görürsek, o zaman yine sonuç başarısızlık olacak. BM mutlaka, Sayın Cumhurbaşkanı’nın ortaya koyduğu bu süreç kurgusuna odaklanmalı.
Cumhurbaşkanı basın toplantısında çok net ifade etti, “Süreç kurgusunu temize havale etmezsek, içerikle ilgili müzakereler başlayamaz. Bugün de görüşümüz budur, yarın da bu olacak” dedi ve bu, son derece doğru bir duruştur. Bu, bir önşart değildir. Bu, müzakere sürecinin selameti açısından gerekli olan bir duruştur.
Ben bunu bir fiil tecrübe ettim. Sayın Akıncı’nın müzakerecisi olarak göreve geldiğimde, görevi Sayın Ergün Olgun’dan devralmıştım. Bana dosyaları devrettiğinde bir baktım ki, geçmiş yakınlaşmalar artık ortada yok. Türk görüşleri ayrı dosya, Rum görüşleri ayrı dosya, BM’nin kayıtları ayrı dosya, üç tane ayrı dosya... Biz böyle devretmemiştik, tek bir dosya vardı. Yakınlaşma kağıtları vardı, bunlardaki farklılıkları gidermeye çalışıyorduk. Sayın Olgun’a“Bunlar ne” dedim, “O dönem kapandı, onlar çöpe atıldı” dedi. BM’ye konuşuyorum, “Kusura bakmayın Sayın Nami, onlar bitti”, Amerikalılarla konuşuyoruz “bitti”, herkes “bitti” diyor. Bunun üzerine Sayın Cumhurbaşkanı Akıncı’ya “Bu şekilde müzakerelere başlarsak, asla bitiremeyiz. Geçmiş yakınlaşmaların, mutlaka korunması ve onun üzerine devam etmemiz lazım” demiştim. Yani müzakere süreç kurgusu... Bunu karşı tarafa ilettik, bugün verdikleri tepkileri ortaya koydular. “Ön koşul koyuyorsunuz, gelin masaya konuşalım” dediler. “Mümkün değil” dedik. Yabancı diplomatlar geldiler, gittiler, bir sürü baskılar yaptılar. “Süreç kurgusunu başından sağlama bağlamazsak, arkasını getiremeyiz. Burada biraz emek harcayalım ama karşılığını alırız” dedik. Nitekim öyle oldu. O duruşumuz sayesinde, bir zaman limiti koyduk. Yanılmıyorsam iki haftaydı, geçmiş bütün yakınlaşma kağıtlarının üzerinden geçtik. Onları, Talat-Hristofyas yakınlaşmalarından, Akıncı-Anastasiades yakınlaşmalarına döndürdük. Onları kullanarak devam ettik. İşte o sayede, Crans Montana’ya kadar gittik. Sayın Erhürman’ın yaptığı doğrudur ve sonrasının netice verebilmesi, geçmişteki hayal kırıklığının engellenebilmesinin de yegane yolu budur.,
“Müzakerelerin ana kısmı tamamlandı”
Soru: Kıbrıs’ın Ocak’ta AB dönem başkanlığını alacak olması, Schengen bölgesine girmesi konusu, bu süreçte nasıl etkiler yaratabilir?
Nami: Schengen meselesi tehlikeli bir konu. Tam kestirmek biraz güç, karşılıklı geçişleri çok olumsuz etkileyebilir. Bu, iki tarafın liderinin, birbirlerine ne kadar yardımcı olup, sıkıntıları aşabileceğiyle ilgili bir konu.
AB dönem başkanlığı, geçmiş dönemki noktalarda olsaydı, yani müzakereler bu kadar bitme noktasına gelmemiş olsaydı, Rum lider için ciddi bir sıkıntı olabilir derdim. Ama şimdi öyle bir durum yok. Zaten çözüm masada, işin zor tarafı yapıldı, müzakerelerin ana kısmı tamamlandı. Çok kısa bir sürede bitirilebilecek bir noktaya geldi. Onun için, irade varsa, AB dönem başkanlığı bir mazeret teşkil etmez.
“Elimizden geldiğince katkı koyarız”
Soru: Cumhurbaşkanı Erhürman, henüz müzakere sürecine girilmediği için, bu yönde bir ekip oluşturmadıklarını söyledi. Geçmiş çalışmaları çok iyi bilen, eski bir müzakereci olarak, bu çalışmada yer alma teklifi gelse, buna nasıl bakarsınız?
Nami: Bu, Cumhurbaşkanı’nın hissedeceği ihtiyaçla ilgilidir. Eğer öyle bir şey ihtiyaç hissederse, o samimiyetimiz var, kendisi mutlaka bana ulaşır. Bu kadar desteklediğimiz bir kişiye, destek istediği zaman vermemek, bize yakışan davranış olmaz. Elbette elimizden geldiğince katkı koyarız. Başka bir konu da olabilir. Önemli olan, onun nerede katkıya ihtiyaç hissedeceğidir. O kendi değerlendirmesi, cumhurbaşkanımızın yanındayız.