Hep yeni şeyler yapma heyecanıyla var olmayı seçen çellist: Püren Eda Gözer

Püren Eda Gözer ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik...

Hep yeni şeyler yapma heyecanıyla var olmayı seçen çellist: Püren Eda Gözer

Murat OBENLER

Profesyonel çellist, amatör olarak resimle uğraşan, amatör triatlet,düzensiz yogacı, kiliselerde ve yoga sınıflarında doğaçlama çello çalan, doğa aşığı, Akdeniz sevdalısı, deneyimlemeyi, dahil olmayı, yapar olmayı ilke edinen ve farklı,disiplinlerarası şeyler denemekten büyük heyecan duyan Püren Eda Gözer ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Herkese iyi okumalar.

“Destekçi bir ailem vardır. Müziğe ilgilim olduğunu keşfeden annem 11 yaşında beni gitar kursuna gönderir ve bu serüven de böylece başlar”

Röportaja biraz sizin geçmişinizden söz ederek başlamayı arzu ederim. Aileniz, nerede doğdunuz, nasıl bir çocukluk geçirdiniz, bu çocuklukta müzik var mıydı?

Püren Eda Gözer: Benim ailem memur olduğu için hep yer değiştiren bir yapımız oldu ve çocuklar hep farklı yerlerde dünyaya geldi. Ben Maraş’ta doğdum ama 6 aylıkken Adana’ya geçtik. Adanalıyım denecek kadar Adanalıyım. Babam Ramazan Gözer ve annem Nuray Gözer da Mersinli olduğu için Mersinli de sayılırım. Babam polis idi, annem ise hemşireydi. Türkiyede memurun hayatta olabilme ile ilgili dertleri hep olagelmiştir ve bizim emekçi ailemizin de böylesi dertleri vardı ama hep destekçi bir ailedir. Özellikle annem benim daha açık görüşlü, donanımlı, sosyal bir birey olarak yetişebilmem için beni çok fazla kursa gönderiyordu. Salsacı olan ablam da ben de müziğe bir ilgilimiz olduğunu keşfeden annem 11 yaşında beni gitar kursuna gönderir ve hayatıma gitar enstrümanının girmesiyle bu serüven de başlar. Gitar kursundaki hocam beni konservatuvara yönlendirir ve 12 yaşında sınava girerek Adana’daki Çukurova Üniversitesi Devlet Konservatuarı’na başladım.

“Eğer sahneye çıkıp alkışlanacaksam bunu yaparım” diyerek yola çıktım

İlk yönelim nasıl gelişti? Aileden mi başladı, kurstan mı evrildi?

Müzik kursundaki hocam belli etmeden beni müzik eğitimine hazırlatıyormuş. Konserlere çıkarıp alkışlatıyordu, sahnede olmanın heyecanını ve güven duygusunu bana kazandırmaya çalışıyordu. Anneme söylediğinde bir girsin de bakarız oldu ama sınavı kazanınca onlar da tam destek verdi. Ben de “Eğer sahneye çıkıp alkışlanacaksam bunu yaparım” diyerek yola çıktım.

Özel yetenekli çocuklar olmanın gururu da baskısı(başarı) da oluyor değil mi bu yaşlarda?

Evet. Seçilmiş çocuklar olarak müzik eğitimi almaya başladık. Yaşıtlarım 40 kişilik sınıflardayken biz 3 kız olarak 7 ve 8’nci sınıfları okuduk. Ayrıcalıklı gençler olarak gurur da duyuyorsunuz ama mental bir baskılamaya da maruz kalıyorsunuz. Müzik okuyan çocukların özellikle de müzisyen olmayan aileleri de o disipline girebilme konusunda zorlanıyorlar. Bizde de öyle oldu. Benim için de hem keyifli hem de zorlayıcı bir süreç oldu. Sürekli hareket eden, masa başında ders çalışmaya bayılmayan, enerjik bir insan olduğum için burası tam karakterime uygun bir yer oldu. Bir tek ilkokul öğretmenim benim çok başarılı bir öğrenci olduğum için çok iyi okullarda okuyup çok iyi bir gelecek sahibi olmamı çok istediği için hayal kırıklığı yaşamıştı. Beni sahnede gördükten sonra bu fikrinden vazgeçti. Geniş çevrede de “okulda iyi değil miydi de konservatuara gitti?” gibi bir algı da vardı.

Aktif, amatör triatlon yapan birisi olarak sporun hayatına ne zaman girdiğini de sormak istiyorum çünkü müzik ve spor birlikteliği sende eşsiz bir uyum olarak bizlere yansıyor.
Müzik eğitimi sürerken pek fazla spor teşvik edilmiyor. Kas yaparsak sıkıntı yaratır gibi. Ben yüzmeyi çok seviyordum. Benim spor geçmişim son 5 yıla dayanır. Kıbrısta 4 yıl inatla araba almadım ve her yere bisikletle gittim ama sonra pes ettim. 5 yıl önce de Kıbrıs’ta üç spor dalının birleşimi olan triatlon hayatıma girdi ve bana çok iyi geldi.

“Konservatuar eğitimi biraz sıkıntılı olsa da Çukurova’da biz bir aile gibiydik”

Oldukça geniş bir zaman dilimine yayılan Çukurova Konservatuar günleri nasıl geçti?

Konservatuar eğitimi biraz sıkıntılı olsa da Çukurova’da biz bir aile gibiydik. Hepimiz kardeş gibi büyüdük. Son yılda Erasmus gibi bir şeyle Ankara’ya devam ettim. Adana’da Slava Kainov ve Boris Kuntev, Ankara’da da Sinan Dizmen ile çalıştım. Ankara’da yüksek lisansa devam ederken KKTC CSO sınavlarını kazanarak Kıbrıs’a geldim. Orada tezsiz yüksek lisansımı bitirdikten sonra Eskişehir’de de Melih Kara ile çalışarak tezli yüksek lisansımı bitirdim.

“Almanya gibi ülkelere gitseydim kesin yine Akdeniz’e doğru kaçardım. Kıbrıs tek kelimeyle benim şansım oldu. O yüzden Ankara değil de Kıbrıs benim ülkemmiş gibi geliyor”

Okulu bitirdikten sonra nasıl hayallerin vardı? Hedeflerin arasında Kıbrıs var mıydı yoksa biraz şans eseri mi oldu?

Okurken çalıcılık ile eğitmenlik arasında gidip geliyordum. Tam bir yandan da akademisyenliği de yaparmıyımı düşündüğüm bir noktada CSO sınavını kazanarak adaya geldim ve yerleştim. Benim master sürecinde yurtdışındaki okulları deneme planım vardı ama herhalde Almanya gibi ülkelere gitseydim kesin yine Akdeniz’e doğru kaçardım. O yüzden Ankara değil de Kıbrıs benim ülkemmiş gibi geliyor. Burası bana biraz para biriktirip gelecek için yatırım yapma konusunda bir adım olacaktı.

Türkiye’de müzisyen bir gencin iş bulması problemli bir şey. Hele kadrolu bir iş bulması mucizeye yakın. Kıbrıs tek kelimeyle benim için şans oldu. İlk olarak 2015’te Bellapais Manastırı’ndaki festivalde çalmak için gelerek Kıbrıslı ev arkadaşım Cemre Çilenger ile birlikte çalmıştık. Kıbrıs’ta CSO’da çello için sınav açıldığında Gürkan ve Zeynep onu kazanmıştı ve iyi de bir ikili olmuşlardı ancak Zeynep devam etmek istemediğinden onun yerine açılan 2.sınava ben girerek kazandım. Olacakmış da biraz bekletmeli oldu.
5-6 yıl önce ise adada olmaya ve burada müzisyenlik yapmaya, burada farklı şeyler de yapmaya, kendime göre olmayanı oldurmaya karar verdim. Sonuç olarak bir tane hayatımız var ve sevdiğim yerde sevdiğim şeyleri yapmayı tercih eder hale geldim. Dilimi konuşabileceğim bir yer olması da çok önemli.
Burada yeni şeyler oluşturmak ve/veya yapmak beni çok heyecanlandırıyor.

Senin konservatuar ile bir akademisyenlik bağın var mıdır?

Yok. Benim kendi özel öğrencilerin var. Doktoraya devam etme gibi bir planım da var. (Kafamdaki büyük sorgu devam ediyor). Ben bir şeyler yapıyor olmayı seviyorum. (Bizim jenerasyonda yapabiliyorken yapmak gibi bir şey yani). Eğer doktora yapacaksam tamamen kişisel tatmin içindir. Kendime yine kendim motivasyon alanları yaratıyorum (konser tarihi, festivale katılım, doktora programı vs.) yoksa boşluk olur. 

“Sosyal ortamla da, disiplinler arası çalışmalarla da gelişiyorsun. Ben her yıl buna bir şey koyabiliyorum”

Kendini bir müzisyen olarak nasıl geliştirirsin?  Tabi ki kişisel gelişim ile mesleki gelişim birbiri içine geçen süreçler.
5 yıl önce bu soruyu sorsaydınız çok çalışarak, iyi konserler, iyi müzisyenler dinleyerek derdim ama zamanla insan kendini var ettikçe bunun sosyal ortamla da olduğunu, disiplinler arası çalışmalarla başka alanlardan yeni kişilerden bir şeyler almakla da olduğunu fark ettim. Hep bir üstünü hayal etmek seni kamçılamıyor, baltalayabiliyor da. Ben her yıl buna bir şey koyabiliyorum.

“Kıbrıs’ı çok seviyorum çünkü dokunabildiğin insanların sınırı yok. Herkesle üretebilmek beni hem mutlu ediyor hem de diri tutuyor”

Tabi ki hangi ülkede olduğunuzun da kendinizi nasıl ve ne seviyede geliştireceğinizi de etkileyebiliyor.

Ben o yüzden de Kıbrıs’ı çok seviyorum çünkü dokunabildiğin insanların sınırı yok. Gerçekten çok iyi bir dansçıyla da, tiyatrocuyla, yazarla, şairle de sohbet edebiliyorum. Kuzey Kıbrıs’ta disiplinler arası alan çok geniş ve herkesle üretebilmek beni hem mutlu ediyor hem de diri tutuyor. Herkes bir şeyler yapmak için de aç olduğu için bu ortak üretime olumlu yansıyor.


Aynı zamanda bir ‘triatlet’

“Triatlonun da müziğin de bedene iyi bakmak gibi ortak yanları var”

Ben sporun hayatındaki yeri ve anlamını sormak isterim…

Çok doğru yerde geldi bu soru. Tam da bu noktada sporun olumlu etkilerinden de bahsetmek isterim. Bedenimin sınırlarını, mentalimin sınırlarını bilmek konusunda spor beni çok değiştirdi. Kas yapımı öğrendim ve buna uygun çello kullanıyorum. Master Tezimde sağlıklı bir çalımı ve çello kullanımında akort kulağını keserek en sağlıklı postürü bulmayı araştırdım. Çelloyu kendime göre şekillendiriyorum.  Bunu bisiklet kullanımı sayesinde keşfettim.
Ben amatör bir triatletim. Hayatımda sırasıyla yüzme, bisiklet ve koşu oldu.  Sosyal olarak bir müzisyen rengi şeklinde Triatlon camiasında var olmak benim için yeterlidir. Triatlonun da müziğin de bedene iyi bakmak gibi ortak yanı vardır. İnanılmaz paralel şeyleri var. Hayatını ona göre şekillendirmeden tut da bedenini ona göre bakmaya kadar çelloyla aynı şeylerdir. Zorlukları farklılaşıyor.

“Rekabetçilik yönüyle değil de onu yapar olmayı, hayatımda olmasını önemsiyorum”

Somutta Ares Triatlon Takımı’nın bir üyesi olmak hayatına neler katıyor?
Ares deneyimi sporun birileriyle birlikte yapıldığında çok keyifli olduğunu öğretti. Ben rekabetçilik yönüyle değil de onu yapar olmayı, hayatımda olmasını önemsiyorum. Yarışları da kendime bir rahatlama alanı olarak görüyorum. Aslında yüzme ve sürme yapabilmek için koşmaya da razı oluyorum gibi bir durumum var. Triatlonun sürekli yaşayan ve değişkenlik gösteren hali de beni çekiyor.

Doğa sporlarına karşı genel olarak bir ilginin olduğunu gözlemliyorum. Nedir doğa sporlarıyla etkileşim seviyen?

Ben doğayı çok seviyorum. Doğada olma hali, yürüme,hiking,trekkingi, kamp yapmayı çok seviyorum. Kıbrıs’ı bu şeyleri keyif alarak yapabildiğim için de seviyorum.

“Myrrha Trio 6.yılında. Bir oda müziği grubunun başarısının, güzel çalıyor olmasının en önemli yanlarından birisi de uzun süre devam edebiliyor olmasıdır”

CSO solistliği, ÇelloDou, Myrrha Trio ve şimdilerde de solo performanslar. Sen genel olarak değişkenliği ve çeşitliliği seviyorsun. Bir tek Quartet yok sanırım?

Quartet de olmasını çok isterim. ÇelloDuo,Pınar Bayraktar arkadaşımın CSO’ya girmesi sonucunda biz birlikte bir Vivaldi dou çalmış ve birlikte çok keyif alarak çalışmıştık. Duo yapmak bizim için yeni bir şey değildi. Onun da Bellapais’teki festivalde çalacak bir piyano triosu var. Bu yıl Myrrha Trio’dan Miray Çakır arkadaşımız doğum yaptığı için o çalışmalara bir ara verdik. Ali Hoca 1,5-2 yıl önce ÇelloDuo için bir konçerto yazdı.

Myrrha Trio olarak ise 6. yılımızdayız. Bir oda müziği grubunun başarısının, güzel çalıyor olmasının en önemli yanlarından birisi de uzun süre devam edebiliyor olmasıdır. Oda müziği çalışmalarında çok iyi iletişimi olan gruplar oluşturmak lazımdır. Biz bazı müzisyenlerle de bir şeyler yapmayı seçtiğimiz durumlar da oldu ama biz, Miray Çakır, Mine Sadrazam ve benden oluşan çekirdek kadroyu koruyoruz.

“Kadın triosu şans eseri oluşan bir durumdu ama zamanla bir misyona da dönüştü”

Bu trionun kadınlardan oluşuyor olması tamamen tesadüf müdür yoksa kadının ortak yaratımdan gelen gücüne mi güveniyorsunuz, kadroda da bir seçilmişlik var mıdır?

Tamamen üç kadının birlikte müzik yapmayı denediği şans eseri oluşan bir durumdu. Bizim iyi anlaşmamız ve sürekliliğimizle birlikte bunun ayrıca bir misyona dönüştüğünü de söyleyebilirim. Benim araştırmalarım sonucunda Kıbrıs’ta yaşamış mitolojideki tanrıçaları tespit ederek, hikayelerini okuyarak onların arasından Myrrha’yı seçtik. İsmimizin de bir tanrıça olması bu misyon yolundaki yapı taşlarından biri oldu. İş yaptığımız herkes de kadın oldu. Eklektik Manifest’te de bir erkekle yaratım süreci anlamında ilk kırılmayı yaşamayı planlamışken balet Erhan Güzel’in babasının ani rahatsızlığından dolayı performans sanatçısı Fauve Alice ile projeyi hayata geçirdik. Yine Kurt Cobain Anma Konseri’nde Bilge Kösebalaban ile çalıştık ve sahne aldık.
Yine şef Ali Hoca’nın bizim için yazdığı eser Myrrha Trio’nun birlikte kalmasındaki en önemli faktörlerden birisidir. Bizi anlattığı eser bizim için çok kıymetli. Yazar Simone de Beauvoir de erkek olmadan feminist hareketin ileriye adım atamayacağını ve bunun kollektif bir şekilde devam etmesi gerektiğini söyler. Şimdi de çağdaş müzik bestecisi Hakkı Cengiz Eren bizim için 6 tane çocuk şarkısından oluşan bir eser yazdı. Bir çocuğa dinletebilecek türde bir çocuk şarkısı olmadığını düşünüyorum. Bu yüzden çok heyecanlıyız. Bizim için yazılmış iki eserin olması bizlerin festivallere katılması adına da büyük şans.

Siz olmasaydınız Ali Hoca da yazamazdı. Bu bir karşılıklı etkileşim meselesi olmuş. Hep devam etsin.
Biz de öyle olmasını arzuluyoruz.

Tam da bu noktada Lefkoşa Bienali’ne hazırlık aşaması olan Eklektik Manifest’in sana kattıklarını da sormak istiyorum. O da ülkemizde önemli bir sanatsal yaratım platformu/ alanı olarak öne çıkıyor.

ARKHE’nin yönetim grubundaki Halil Duranay ve İlkem Tunar ile çok iyi bir bağımız var ve Arabahmet Kültür Evi’ni de konserlerimizde sürekli kullanıyoruz. Eklektik Manifest’teki Nirvana projesinde bizlere de yer vermeyi ve Myrrha Trio olarak da ayrıca eserimizi sahneye koyacağımız bir konser teklif etmesi bizim için çok harika bir denklik oldu. Disiplinler arası çalışma isteği bağlamında Eklektik Manifest’in bende bir vizyon açtığı oldu çünkü biz de başka bir disiplinle neler ‘yapabiliriz’i konuştuk. Bendeki eklektik tarafı keşfettim. Oradan sonra benim hep disiplinler arası projelerim oldu.

“Dünya kültür mirası meselesi devletler üstü bir konu olması gerekiyor”

Gazimağusa’nın UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine alınması için yapılan kampanyada da müzisyen olarak yer aldınız. Müzisyen olarak çok anlamlı bir faaliyet olsa gerek.

MASDER Başkanı Serdar Atai’nin bizle irtibata geçmesi ve projede müzisyen olarak yer almamızı teklif etmesi ile bizler için anlamlı bir çalışma oldu. Mağusa Surlariçi’ndeki eşsiz tarihi yapıların koruma altına alınması talebiyle yapılan bu kampanyada çalmak harikaydı. Bu dünya kültür mirası meselesi devletler üstü bir konu olması gerekiyor ve korunmayı da hak ediyor. Re-Chord Studios’da Kutay Alicik çok iyi bir iş çıkardı(Ahmet Güvenler kayıtları her zamanki gibi harikaydı)

“Osman hocanın resim yapmayı öğretmesi yanı sıra yaratımsal sancılarımı dindiren bir mentör yanı da var”

Osman Keten Atölyesi’nin de senin yaşamında ve gelişiminde çok önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum. Aslında seni tamamlayan bir bütünün parçalarını konuşuyoruz seninle.
Hayatımda Osman Keten’in çok önemli yeri var. Bir şans eseri tanıtımlarını görerek kursuna giderek tanıştığım ve hayatımdaki ilk hobim olan resmi bana sevdiren insandır. Osman hoca beni hayırsız bir öğrenci olarak olduğum gibi kabul etti (Buradan ona sonsuz teşekkürler) ve benim kafamın sakin olduğu zamanlarda gittiğim bir yer oldu. Osman hocanın bana resim yapmayı öğretmesi yanı sıra benim yaratımsal sancılarımı dindiren bir mentör yanı da var. Osman hoca hep tampon bölge gibi hayatımda.

Çok okuyan mı çok gezen mi derler ya sen gezisever bir yanın da var. Yalnız mı, aileyle mi yoksa grupla gezmeyi mi tercih edersin?

Gerçek anlamda bir gezgin kadar değil ama yılda birkaç kez geziye gidiyorum. Çoğunlukla mesleğim ile ilgili yolculuklar etmiştim son zamanlara kadar. Son 5-6 yıldır ekonomik olarak da ayaklarımın üstünde durabildiğim için sadece gezme için gitme kararı aldım ve tek başıma gezmeyi çok sevdiğimi de fark ettim. Kafa dengi birisi de olabilir. En son Mısır’a ailemle ve turla giden birisiyim ama ailenin yeri başka tabi ki.

“18 yaşımdan 68 yaşına uzanan bir yaş aralığında öğrencilerim var”

Gençlerle dersler de yapıyorsun. Benzer süreçlerden geçen birisi olarak almadan sonra vermek nasıl bir histir?

Konservatuara öğrenci yetiştirmek gibi bir misyonum yok. Tanem Hürdoğan diye bir öğrencim vardı ve onu hazırladım o kadar ama daha çok farklı mesleklerden olup da müzik yapmak isteyenlere dersler veriyorum. Sosyalleşme alanım da olmuş oluyor. 18 yaşımdan 68 yaşına uzanan bir yaş aralığında öğrencilerim var.

Teyzelik nasıl gidiyor?

Part time’ın part time şeklinde. Yılda iki kere sınırlı günde ancak böyle olur. Yeğenciğim Giray Poşnuk ile görüştüğümüzde zamanın hakkını verdiğimizi ve keyifli vakit geçirdiğimiz söylenebilir.

Yoga seansında Çello kullanımı da bu ülkede herhalde ilktir. Yogayla çelloyu birleştirmek fikri nasıl doğdu?

Bedenimin ihtiyacına göre yapıyorum ve düzensiz bir yogacıyım. Yoga hocam Seren Özdesen ile konuşuyorduk. Klasik Batı Müzüği enstrümanı için yoga çok da kolay bir alan değil ama doğaçlama olarak yoga seanslarında çalmaya başladım. Yoga hocası Gülizar Büyüktepe ile de birlikte birşeyler yapabiliriz. Dahil olmak hali olarak yapıyorum. Bana keyif veriyor.

“Sahnede olmak asla vazgeçmek istemediğim bir şey. Doğada olmak da”

Hayatta en çok aşkla yaptığın şeyler nelerdir?
Sahnede olmak asla vazgeçmek istemediğim bir şey. Sahneden birilerine dokunmak inanılmaz sevdiğim bir şey. Doğada olmaktan da asla vazgeçemem. Dağda,denizde,ormanda hatta köyde olmak isteği hep var.

“Bellapais Manastırı’nda konser vermek her müzisyenin hayalidir. Solo konser ayrı bir heyecan”

12 Mayıs’ta 20. Uluslararası Bellapais İlkbahar Müzik Festivali’nde sahne alacaksın. Bu festivalde solo sahne almak ayrı bir heyecan olsa gerek değil mi?

Kesinlikle. Zaten Bellapais Manastırı’nda konser vermek her müzisyenin hayali olabilir. O kadar büyüleyici bir mekan ve benim orada solo konser verecek olmam da hayallerimden birisinin gerçekleşmesi demek. Zaten Festivalin benim hayatımda çok önemli yeri var. Ben Kıbrıs’ı bu festival ile tanıdım. Adanın klasik müzik yaşamı için vazgeçilmez bir yerde. Halil Kalgay büyük bir teşekkürü hak eden bir müzik insanı. Ben Karmi’deki kilisede her Pazar çok değerli hissederek o güzel insanlara Bach çaldığım için Halil bey de bana bunu konser olarak Bellapais’e taşıma önerisini getirdi. Bu konserde Bach’ın ilk üç süitini çalacağım. Tüm konsantrasyonumla 12 Mayıs’taki konsere hazırlanıyorum.


KISA KISA….KISA KISA….KISA KISA…. KISA KISA

Yuliya Starastsenkava… Adada müziğe bağlanmamın ilk adımı

Cahit Kutrafalı… İnanılmaz saygı duyarım

Ali Hoca… Trionun yapı taşlarından biri

Halil Kalgay… Festivaliyle adaya değer katan insan

Erkan Erzurumlu… Birlikte çalması inanılmaz keyifli biri

Erkan Uyar… Disiplinle azmin beden bulmuş hali

Cyprus Dive Shack… Artık dalamadığım bir yer ama kalbimde

Astor Piazzolla… The Grand Tango

J.S.Bach… Her döneme şahit bir besteci

M.K. Atatürk… İyi ki vardı

Giray… Yaşam dersi

Bisiklet… Özgürlük

Osman Keten… Denge merkezi

Kıbrıs… Fahri memleketim

Akdeniz… Ben

Aşk… Var mı?

Triatlon… Tam bir sınama noktası

Alkış…. Çok güzel

Sahne…. Çok güzel

Kadın…. Anlatması çok zor

Mustafa Akıncı… İlkeli ve karakterli bir lider

Ekrem İmamoğlu… Direnişin ve umudun sembolü

Röportaj Haberleri