Hayatın sonunda “Başka Bir Son” mümkün mü?

Kıyamet savaşlarından yapay zekaya, İran'dan sıcak aşk hikayesinden Afrika’dan kolonyalizm tartışmalarına Berlinale filmleri

Murat OBENLER/BERLİN

İtalyan Piero Messina, uluslararası ünlü oyuncu listesi ile dolu Another End (Başka Bir Son) ile festival seyircisinin karşısına çıktı. Gael García Bernal, Renate Reinsve, Bérénice Bejo, Olivia Williams ve Pal Aron’un oyunculukları ile basın toplantısı salonu adeta gazetecilerle dolup taşarken film hikayesi ile de dikkat çekiyor. Teknolojinin her geçen gün bir yenilikle karşımıza çıktığı 21.yüzyılda bu yeniliklerin insanlığın faydasına mı zararına mı olduğu tartışıladursun yapay zeka ve buna bağlı simülasyonlar, algoritmalar bu filmde hazin bir aşk hikayesine yardımcı oluyor.
 

Simülasyon aşklar, gerçek aşka karşı

Sal’ın aşkı Zoe’yi bir trafik kazasında kaybetmesiyle başlayan film Sal’ın kardeşi Ebe’nin çalıştığı firma AE’de kardeşinin hayatının aşkına son bir güle güle demesi ve mutlu bir son yaşaması adına Zoe’nin bilincini/hafızasını (bir hard disk ile) başka bir bedene yükleyerek yeniden yaratılan Zoe’yi eve göndermesi ile devam eder. Gerçek insan ile yeniden yaratılan, simülasyon varlığın yan yana görüldüğü filmde bir hem insan bedenine ve ruhuna ilişkin birçok soru(etik tartışma da dahil) soruluyor hem de sevginin, aşkın gücünün büyüklüğü beyazperdeye yansıyor. Sevdiğiniz kişiye arzu ettiğiniz gibi veda etmek için sizlere böyle bir teklif gelse ne yapardınız acaba? Basın toplantısında yönetmen Messina, filmin tam olarak bir bilim kurgu değil de kendi düşünce ve duygularımızı yansıttığımız bir tür olduğunu söyleyerek “beden, hafıza, ruh, korkularımız, ölüm, sevgi, aşk, teknoloji ili ilgili seyirciye sorular sorduruyoruz. Asıl nokta filmdeki tekrarlanan “Ben burdayım.” cümlesidir” dedi.

“Dahomey” kralı Afrika’ya geri dönüyor ya kolonyalizm???

Yönetmen Mati Diop‘in genelde Afrika kıtasının kolonizasyon  tarihine özelde de Benin’deki kolonizasyon-politika-kültür-eğitim bağlantısına eğildiği kurmaca belgesel karışımı filmi “Dahomey”, iki hükümet başkanının anlaşması üzerine Benin Cumhurbaşkanlığı residansında sergilenmek üzere Fransa’dan Benin’e iade edilen Dahomey Krallığına ait 26 parça sanat eseri üzerinden Avrupalı sömürgeciliğin Afrika kıtası üzerindeki etkilerini tartışıyor. Bir yandan 26.numaralı eserin kendi iç sesini seyirci ile paylaşan yönetmen sürgünden ülkesine dönen yeni kralın ülkesinde yeni bir geleceği yaratabileceği tahayyülünü aktarıyor bir yandan da üniversite gençlerinin de katıldığı bir panel ile bu eserlerin ülkeye getirilmesinin anlamının peşine düşüyor.
 

Afrika’nın siyaset meydanında müthiş tartışmalar oluyor

Afrika kıtasına ve Afrikalı insanlara ait ülkemizdeki ön yargılı ve zaman zaman ırkçılığa da varan yaklaşımları da düşündüğümüzde bir nevi Afrika’nın siyaset meydanında eğitimli ve eğitimsiz, çeşitli kesimlerden ve ülkelerden gelen gençlerin fikirlerini özgürce dile getirmesi çok ciddi bir tartışma ortamın varlığını bize gösteriyor.
 

Modern kölelik her yerde devam ederken kurtuluş eğitim ve bilinçlenmede

Hem Avrupa’dan hem kendi ülkelerinden modern köleler gibi çalıştırmaya devam eden Afrika kıtasının çocuklarının/gençlerinin manzaraları eşliğinde Afrika kıtasına ve Benin’e özgü dertleri olan gençler kolonizasyonun sonuçlarını da açık açık tartışırken yeni bir ülke inşası ve geleceğin eğitim(Afrika’nın kendi kültürünü okullarda çocuklara öğretmek, Batı kültürüne ait müzecilik yerine Afrika medeniyetine ait eserlerin tüm halka gösterilecek bir platformda sergilenmesi, yerli dillerin öğretilerek kullanılması vs.) ve politik bilinçlenmeden geçtiğini de vurguluyorlar. Dahomey Kralının heykeli(ve filme göre ruhu da) ile birlikte Afrika kıtasına ait bir anti-kolonizasyon hareketini başlatıp başlatamayacağını takibi sürdüreceğiz.

İnsan kendi kıyametini hazırlayadursun uzaylı iki imparatorluğun kıyamet savaşı dünyada yaşanıyor

Gerçekçi dramalarıyla bilinen Bruno Dumont herkesi hayrete düşürecek ilk bilim kurgu komedisiyle Berlinale’de Ana Yarışmada boy gösteriyor. Fransa’nın Opal Sahili’nde geçen ama tüm evrene yayılan hikayesi ile L' Empire (The Empire-İmparatorluk) insanlık ile uzay boşluğu dediğimiz kafamızın üzerindeki bir yerlerde yaşadığı varsayılan iki imparatorluğun savaşını bizlere gösteriyor. Yönetmen insandan daha üst bir akıl ve güce sahip olan iki imparatorluğu iyi ile kötünün savaşı şeklinde bizlere sunarken sıradan insanların çözemediği birçok gelişmeyi de sinemanın kurmaca özelliği sayesinde beyaz perdeye aktarıyor. Filmde dinler ve dini-kutsal mekanlar, medeniyet tarihi ve özellikle Avrupadaki imparatorluklar dönemi, psikoloji ve felsefe, sanat ve özellikle müzik (Caz ve klasik müzik) öğelerine bolca rastlarken Dumont günümüzün telefon şirketleri imparatorlukları, insanlığın geldiğimiz noktada çevreyi yok edişi ve küresel ısınma, insanlığın manevi ve etik değerlerinin erozyona uğramasının altını da kalın çizgilerle çiziyor. Ormanların derinliklerinden karanlık imparatorluğuna (şeytan ve onun dünyadaki gölgeleri, suretleri) açılan kapı ve denizin derinliklerinden iyiler imparatorluğuna açılan kapı ile yeryüzü ile gökyüzünü birbirine birleştiren yönetmen insanlığın anlamasının zor olduğu olayları da mizahi bir üslupla bizlere sunuyor. İnsanlık kendi kıyamet gününü kendi elleriyle yaratadursun uzaydaki iki imparatorluğun kıyamet günü savaşı da filmin finalinde bizlere beklenmedik bir son hazırlıyor. Bu balıkçı köyünde doğan ve insanların sıradan bir bebek, karanlık imparatorluğu yöneten şeytanın imparatorluğun gelecekteki prensi olarak gördüğü Wain’i ele geçirme savaşının dünyadaki insanlar için çok küçük bir polisiye olay olarak ilerlerken kıyamet günü savaşının dünya topraklarında yapılmasına neden olması olaylara nasıl baktığımızın önemini bir kez daha gösteriyor.  Besteci J.S.Bach’ın besteleri eşliğinde ilerleyen filmde savaş sahnelerinin tümü Bach’ın müzikleri ile yapılıyor.

İran’dan bir yalnızlık, samimiyet ve aşk hikayesi: Favori Kekim
İranlı yönetmenler Maryam Moghaddam ve Behtash Sanaeeha’nin yönettiği, Lily Farhadpour ile Esmail Mehrabi’nin müthiş performansları ile basın mensuplarından uzun süre alkış alan Keyke mahboobe man (My Favourite Cake) bir yalnızlık, tanışma, sıcaklık, samimiyet ve aşk hikayesi olarak festivalin Ana Yarışma bölümünde ödüle uzanacağını düşününlerin sayısı oldukça fazla. 70 yaşındaki Mahin’in 30 yıllık yalnızlığının aniden karşısına çıkan asker emeklisi Faramazh ile tanışması ve hızlı gelişen tanışma ve muhabbet sonrasında bir aşka doğru yol almasını İran kültürel mirasının güzel özellikleri ile süsleyen yönetmenler bir yandan çok sıcak bir insani hikaye anlatırken bir yandan da toplumcu sinema örneği olarak ülkedeki baskıcı rejimin, ülkedeki sefaletin, askerliğin mantıksızlığını, gençlerin özgürce yaşamalarına ve demokrasiye düşman yönetimin uygulamalarını tüm dünyaya gösteriyor. 
 

Filmleri Berlin’de gösterildi ama yönetmenler İran rejimine takıldı
İki yönetmenin baskıcı İran rejimi tarafından pasaportlarına el konulması sonucu yarışmaya fiziksel olarak katılmaması basın toplantısında ve gösterimde de kınanırken yönetmenler Farsça ve İngilizce bir açıklama yayınlayarak katılamama nedenlerini ve İran’da sanat yapmanın zorluklarını anlattılar. Aynı zamanda yazar da olan oyuncu Lily Farhadpour ile oyuncu Esmail Mehrabi’nin hazır bulunduğu basın toplantısında Lily Farhadpour, İran’daki protestolardaki “Kadın, Yaşam, Özgürlük” söyleminin bir slogandan ibaret olmadığını ve sanattan, hayata, aileden, yaşam biçimine kadar her şeye müdahale eden yönetime karşı bu filmle cevap verdiklerini kaydetti. Bu filmi bu mücadelede hayatlarını kaybeden tüm cesur kadınlara adadıklarını söyleyen film ekibi özgürce ülkelerinde filmlerini gösterebilecekleri günlerin çok uzak olmadığı inançlarını da belirttiler.
 

“Aşk her zaman, her yerde ve her yaşta mümkündür.”
Farhadpour sorulara verdiği cevaplarda, “ İmkansız şartları aşarak bu filmi çektik. Şiddet her yerde var, Afrika’da, Ukrayna’da ve Filistin’de. Bunların sona ermesi için herkesin daha güçlü mücadele vermesi gerekiyor. Aşk her zaman, her yerde ve her yaşta mümkündür” dedi.

Kültür & Sanat Haberleri