“Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’a dair kesin ve sert ifadeler”

Finans ve Ticaret sitesinde yayınlanan Selim Kuneralp imzalı yazıda, Kıbrıs'a dair önemli ifadeler kullanıldı.

Finans ve Ticaret sitesinde yayınlanan Selim Kuneralp imzalı AB ve Biz başlıklı yazıda, Kıbrıs'a dair önemli ifadeler kullanıldı. İşte Selim Kuneralp'ın yazısı:

"Bir Avrupa Birliği Zirvesi daha gelip geçti. Meslek hayatım gereği 1990’lı yıllardan itibaren bu zirveleri yakından takip ederim. 1997 yılında 13 ülkenin AB’ye aday olarak kabul edildiği bizim ise dışarıda bırakıldığımız Lüksemburg zirvesinden sonra duyduğumuz infiali, çok değil bundan iki yıl sonra yapılan hatadan geri dönülerek 1999 yılında Helsinki zirvesinde adaylığımızın kabul edildiği zaman duyduğumuz sevinci bizzat yaşadığım için çok iyi hatırlarım.

Türkiye ile katılım müzakerelerini başlatma kararının alındığı 2004 Brüksel zirvesi sırasında uzak bir görevdeydim ama yine de artık ülkemizin AB’ye katılım sürecinin geri dönüşü olmayacağını düşünmüştüm. Nihayet o tarihe kadar müzakerelere başlamış olan hiçbir aday ülkenin katılması akamete uğramamıştı.

Ne yazık ki fena halde yanılmışım. Süreç hakkındaki görüşlerimi başka yazılarda dile getirdiğim için onları tekrarlamayacağım. Ancak, 25 Mart zirvesinin ilişkilerimizi aşağıya götüren yokuşunda bir merhale daha teşkil ettiği maalesef yadsınamaz bir nokta. Son yıllarda artık zirve kararlarında ülkemizin adaylığından ve stratejik değerinden bahsedilmemesine alışmıştık. Bu seferki sonuç bildirgesinde de bu iki önemli hususun yer almaması artık şaşırtıcı değil.

Ancak bu sefer gözüme çarpan husus, AB liderlerinin ülkemizi yönetenlere ve verdikleri sözlere hiçbir güvenlerinin kalmadığının açık bir şekilde ortaya çıkmasıdır. Bir vatandaş olarak bu duruma düşmüş olmaktan büyük bir üzüntü ve bizi bu duruma düşürenlere karşı kızgınlık duyduğumu söyleyebilirim. AB liderleri, kuşku ile baktıkları ülkemize doğru atacakları her adımın şarta bağlı olduğunu ve daha önce zımnen geçen bazı hususları belki iyi anlaşılmadıkları düşüncesiyle bu sefer açıkça dile getirme ihtiyacını duymuşlardır.

Örneğin, Doğu Akdeniz’deki tansiyonun inip çıkmasının sorumluluğunu tamamen Türkiye’nin üstüne yıktıktan sonra ülkemiz bu tansiyonu artıracak adımlar atmadıkça başlıcası Gümrük Birliğinin modernleşmesi olmak üzere bazı alanlarda kademeli, orantılı ve gerekli görüldüğü takdirde geriye çekilecek adımlar atabileceği belirtilmektedir. Yani Türkiye uslu durursa biraz havuç alacak, ama sopa uzakta kalmayacak. Gümrük Birliğinin modernleşmesi ise mevcut düzenlemenin tüm AB üyelerine eksiksiz uygulanması ve halihazır sapmaların geri çekilmesi şartlarına bağlıdır.

Oysa, önceki yazımda da belirttiğim gibi Türkiye 2004 yılında katılım müzakerelerinin başlaması için Gümrük Birliğini bizim GKRY olarak adlandırdığımız ancak tüm dünya gibi AB için de adanın tek meşru yönetimi olan Kıbrıs Cumhuriyetine uygulama sözünü vermişti. Maalesef bunu yapmanın Rum yönetimini tanıma anlamına geleceği gerekçesiyle bundan imtina edildi. Kıbrıs Cumhuriyeti bandıralı gemiler ve orada kayıtlı uçakların uzun yıllardır devam eden Türk liman ve havaalanlarını kullanma yasağı kalkmadı. Gümrük Birliğinin modernizasyon müzakerelerinin başlamasını istiyorsak, bu talepleri yerine getirmemiz gerekecektir. Üstelik bu ifadenin hazırlanan ilk taslakta yer almadığı, Yunanistan ve Kıbrıs’ın talebi üzerine ilave edildiği anlaşılmaktadır. Bu şartın yerine getirilmesi bence oldukça zor. Yerine getirilebilseydi, katılım müzakerelerinin kesilmesine ihtiyaç olmaz, bugün Türkiye müzakere eden bir aday ülke olarak çok farklı bir ülke olurdu.

Geçtiğimiz son birkaç yıldır koruma amacıyla ithalata konulan bir çok sınırlama, ek gümrük vergileri ve üçüncü ülkelerin AB üzerinden ülkemize yaptıkları ihracatın yolunu kesmek için Gümrük Birliğine aykırı olarak makamlarımızca uygulamaya konan tedbirlerin kalkması da şartlardan biridir. Avrupa Komisyonu yıllık Türkiye raporlarında bu hususlara düzenli olarak değinmiş ancak eleştirilerinin dikkate alınmaması üzerine bu defa söz konusu tedbirlerin kalkması şart olarak karşımıza çıkmaktadır.

Diğer taraftan Doğu Akdeniz ve Kıbrıs sorunu konusunda kullanılan ifadeler de gayet kesin ve serttir. Burada da Türkiye’yi incitme endişesinin ortadan kalktığını ve lafları yuvarlamaya gerek görülmediğini liderler açıkça göstermektedir. Ülkemizin bölge farkı gözetilmeksizin Doğu Akdeniz’de evvelce yaptığı araştırma faaliyetleri yasadışı olarak tanımlanmak suretiyle AB’nin Yunanistan ve Kıbrıs’ın arkasında sağlam bir şekilde durduğu ilan edilmektedir. Araştırma gemileri geri çekilmiş, son zamanlarda Kıbrıs, Yunanistan, İsrail ve Mısır arasında anlaşma konusu olan ve finansmanı da kısmen AB tarafından yapılacak Doğu Akdeniz elektrik kablosu projesi üzerine tepki kısa bir Dışişleri Bakanlığı açıklaması ile sınırlı kalmıştır. Bu gelişmeler makamlarımızın en azından şimdilik AB’nin taleplerine boyun eğme yoluna gitmeyi tercih ettiklerini göstermektedir.

Bu izlenim Zirve Kararı üzerine Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamanın ılımlı tonu ile de kuvvetlenmektedir. Tabii açıklama Doğu Akdeniz sorunu ile ilgili ifadelerin uluslararası hukuka aykırı olduğunu iddia etmektedir. AB liderleri ise gemilerimizin oradaki faaliyetlerinin hukuka aykırı olduğunu iddia etmektedir. Bu durumda, yapılacak şey konuyu ya müzakere etmek ya uluslararası bir mahkemeye götürmek ya da üçüncü ve son şık olarak gemileri temelli olarak geri çekip, konuyu buzdolabına kaldırmak ve unutturmaya çalışmaktır. Zira zirve kararı gayet açıktır. Türkiye, tek taraflı yeni bir eyleme başvurursa diyalog ve olumlu seyir anında kesilecek, atılmış adımlar geri alınacak.

Önümüzdeki Nisan sonunda Cenevre’de yapılacak Kıbrıs görüşmelerine değinilen Zirve kararında bu görüşmelerin çerçevesini BM Güvenlik Konseyi kararları üzerine oturtmak suretiyle KKTC’nin egemen devlet olarak tanınması yönünde tarafımızdan bir ara dile getirilen ön şartı yok farz etmekte ve Maraş kapalı bölgesinin iskana açılmasının da yolunu kapatmaktadır. İçinde bulunduğumuz vahim ekonomik durumda iktidarımızın masayı devirip Cenevre’ye gitmeyi reddetmesi pek mümkün görünmüyor. Gerçi ihtiyatlı konuşmakta yarar var. Son zamanlarda yapılması mümkün görülmeyen bir çok şey vahim sonuçlar göz önüne alınarak yapılıverdi. Yine de basında İngilizlerin gündeme getirdiği söylenen “toplum” devletleri kavramının doğrudan doğruya bir çözüme yol açmasa bile tarafların onurlarından fazla bir fedakarlık yapmadan masada kalmalarını sağlayacak kadar muğlak bir ifade teşkil etmesini ümit etmek lazım.

Zirve kararında mülteci sorunu hakkında diyalogun sürdürülmesi yönünde irade beyanı dile getirilmektedir. Şaşırtıcı olmayacak şekilde bu diyalog siyasi şartlara bağlı tutulmamaktadır ancak 2016 tarihli mutabakat uyarınca tarafımızdan geri alınması gereken ve sayıları 1500 civarında olup israrlı taleplere rağmen geri alınmayan mülteciler konusu dile getirilmektedir. Dolayısıyla ilave maddi kaynak tahsil edebilmek için o sorunun çözülmesi gerekecektir.

İnsan hakları ve demokrasi konusu Zirve kararında geçiştirilmektedir. Bu da çok şaşırtıcı değildir. Kopenhag kriterlerine uyum müzakere eden adaylar için söz konusudur. Türkiye kağıt üzerinde hala aday ise de 6 yıldır müzakere etmemektedir. Dolayısıyla AB liderlerinin bu konunun üzerinde fazla vakit geçirmemiş olmaları normal sayılmalıdır.

Neticede, önümüzdeki manzara hiç iç açıcı değildir. 2004-2005 yıllarında müzakerelerin ahenkli bir şekilde devam etmesi için gereken Gümrük Birliğini Kıbrıs’a uygulamak ve limanlarımızı ve havaalanlarımızı ona açmak ön şartı, şimdi getirisi belirsiz (bknz. bu konudaki yazım) bir Gümrük Birliği modernizasyon müzakeresinin ön şartı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu şartı yerine getirmeyi ısrarla reddettiğimiz için zaman içinde katılım müzakerelerinde bloke edilen fasıl sayısı 15’e kadar yükselmiş ve sonunda süreç tamamen sekteye uğramıştır. Aynı şekilde bizi yönetenlerin Doğu Akdeniz sorununda çözüm istikametinde adım atmaktansa arkası haliyle gelemeyen kuvvet gösterisini tercih etmiş olması da bir çıkmaz sokaktır. Türkiye Kıbrıs ile aynı masaya oturmayı reddettikçe ve tahkime yanaşmadıkça zemin kaybedecek, başkalarının onu dikkate almayarak hak iddia ettiği bölgelerde AB’yi arkalarına alarak kablolar, boru hatları vs. döşemelerine hatta belki sismik araştırma yapmalarına seyirci kalacaktır. Vakit geçmeden bu soruna uzlaşma ile bir çözüm arama yoluna gitmek şarttır, yoksa çözümsüzlüğün bedeli yükselmeye devam edecektir."

Haberler Haberleri