BARİYERLERİN ARDINDAN LEFKOŞA-BÖLÜNMÜŞ BİR KENTTEN SESLER

Düzyazıdan şiire uzanan muhtelif edebî biçim ve biçemlerden meydana gelen yapıt; Kıbrıslı Türk, Rum, Ermeni ya da ada dışı yazarların kurguladığı zengin bir metinler çeşitlemesi olarak da tanımlanabilir

 

Ahmet Yıkık

ahmetyikik@hotmail.com

Editörlüğünü Alev Adil, Aydın Mehmet Ali, Bahriye Kemal ve Maria Petrides’in yaptığı, buruk ŞEHER’imizi hem başlığına hem de içerdiği metinlerin merkezine konumlandıran yeni ve heyecan verici bir çalışma. Düzyazıdan şiire uzanan muhtelif edebî biçim ve biçemlerden meydana gelen yapıt; Kıbrıslı Türk, Rum, Ermeni ya da ada dışı yazarların kurguladığı zengin bir metinler çeşitlemesi olarak da tanımlanabilir. Kitap, postkolonyal edebiyat yaklaşımını odağına alarak hazırlandığından İngilizce yayımlanması yadırganmamalı. Kıbrıs’ın yüreği yaralı başkentini, adanın sömürge geçmişinin belirleyici ve biçimlendirici düzleminde geçirdiği çeşitli merhaleleriyle, edebiyatın değirmeninde öğüte öğüte, son kertedeki bölünmüş hali pürmelaliyle okuyucunun imgelemine ve tefekkürüne taşıyor. Ancak evvela vurgulanması gereken nokta şudur ki, bu derleme eserde Lefkoşa, bütünüyle edebiyatın sahnesine bir başrol oyuncusu olarak adım atıyor ve kitabın ilk sayfasından son sayfasına değin zarif adımlarla –tasarımcı konumundaki yazar/şairin istibdadına göre değişen makyajı ya da giysileri bir yana- göz kamaştırıcı ilerleyişini sürdürüyor…

Özgün başlığı NICOSIA BEYOND BARRIERS VOICES FROM A DIVIDED CITY olan derleme eserin giriş yazısını kaleme alan Bahriye Kemal, Lefkoşa’nın stratejik konumundan ötürü büyük tarihî gelişmelere ev sahipliği yaptığına dikkat çekerek kültürel ve siyasi sömürgeleştirmeye maruz kaldığının, dolayısıyla bölünmeye ve çatışan kimliklere mekân olduğunun altını çiziyor. Kitabın oluşturulmasına, edebiyat alanında isim yapmış ya da bu düzleme henüz adım atan toplam kırk dokuz katılımcının katkı koyduğu bilgisini paylaşıyor. Ancak bunlar arasında, edebiyat kulvarına egemen anlatı tarzları ya da söylemleriyle yazanlar olduğu gibi, çizgi dışı/marjinal söylemlere kapı aralayan mürekkep emekçilerinin de yer aldığını özellikle belirtiyor; ezcümle -bütünü göz önüne alındığında- yapıtın çok sesli ve çoğul bakışlı bünyesine değinmeyi elzem görüyor. Bu eserde, bir Akdeniz başkenti olan Lefkoşa’nın hikâyesini tüm sınır, bariyer ve ikiliklerin ardından aktaran/anlatan yabancıların bir araya geldiğini söylüyor.

Aydın Mehmet Ali, bu çalışmanın vücut bulmasında kuşkusuz başkarakter olarak öne çıkıyor. Onun kurduğu Kıbrıs Edebiyat Topluluğu* (Literary Agency Cyprus,  kısaca LAC), yürüme-yazma atölyeleri düzenleyerek elimizdeki derleme eserin ilk tohumlarını serpmiştir çünkü. LAC çatısı altında, esere gerek şiir gerekse düzyazı alanında yazdıkları metinlerle katkı koyan kalemleri bir araya getirmek adına, bunların yanı sıra daha başka birçok edebiyat ve sanat etkinlikleri de düzenleyen Aydın M. Ali ve arkadaşlarını bu bağlamda kutlamak gerekir.

Kıbrıs(lı) edebiyat(lar)ı ve postkolonyal edebiyat sorunsalı

Yazının bu bölümünde postkolonyal edebiyat üzerine birkaç kelamda bulunmak yararlı olacaktır, kanısındayım. Bunun nedeni Kıbrıs edebiyatını postkolonyal edebiyat çerçevesinde ele almanın tartışmalı bir konu/yaklaşım olacağına dikkat çekmektir. Bu durumu özetle şöyle izah etmek mümkündür: Günümüzde postkolonyal ya da Türkçeleştirilmiş haliyle sömürge-sonrası edebiyatlar dendiğinde akla eski Birleşik Krallık sömürgelerinde, İngilizlerden bağımsızlıklarını kazandıktan sonra günümüze değin süregelen edebiyatlar gelir. Bunlar arasında ABD, Avustralya’dan tutun da Hindistan’dan çeşitli Afrika ve Asya ülkelerine değin çok geniş bir coğrafyada İngilizce yazılan zengin bir metin birikiminden söz edilebilir. Belki ABD ve Avustralya’yı -bu arada Kanada’yı da es geçmemeli- gelişmiş Batı’nın birer parçası olarak bir kenara ayırmak daha doğru bir yaklaşım olur. Ancak geriye kalan ülkelerin temel özellikleri; sömürge deneyimi yaşamış olmaları, bağımsızlık sürecine değin çok etnikli-dinli ve dilli bir başka deyişle karışık yapılarından dolayı iç savaşlara, dolayısıyla, yerinden olmalara/göçlere (kimi zaman da sürgünlere) maruz kalmalarıdır. Ancak altı çizilmesi gereken bir başka bileşeni de atlamamak gerekir ki o da söz konusu coğrafyalar üzerinde yaşamını ikame ettiren tüm bu insan güruhunun Batılı sömürgeci tarafından HOR GÖRÜLMELERİDİR. Evet, ötekileştirilmiştir sömürge halkı. Sömürgeciye denk olmadıkları, onlardan aşağı oldukları duygusunu sömürgeci, elinde tuttuğu/hâkim olduğu yönetim birimlerinden eğitim kurumlarına değin muhtelif vasıtalar aracılığıyla -ki bunların arasında edebiyatın da azımsanamayacak bir payı vardır- sömürülen insan topluluklarının zihinlerine kazımıştır adeta. Tam da bu noktada, günümüz sömürge-sonrası edebiyatlarında, söz konusu bu tepeden bakma durumuna başkaldırı temasının başat gittiğini belirtmek gerekir. Bundan dolayı, bu gruba dâhil olan edebiyatlarda kimlik, aidiyet, Batılılaşma ve Modernleşme gibi izlekler güncelliğini muhafaza eder. Hazır bu konuya odaklanmışken değinmenin yerinde olacağı bir başka nokta daha vardır ki o da postkolonyal edebiyatın bir başka boyutuna ışık tutar: Eski sömürge ülkelerinden, bir başka deyişle periferiden sömürgecinin metropollerine -daha spesifik olmak gerekirse edebiyatın kalbinin attığı Londra’daki yayın – yazar çevrelerine erişim sağlayan ve oralarda kabul gören sömürge halklarına mensup yazarların yayımladığı eserler de postkolonyal edebiyat çerçevesinde değerlendirilir. Herhalde bunlar arasında zirve isimlerden biri olarak Salman Rushdie’yi saymak yerinde olur. Bu bağlamda yapıtlarını İngilizce olarak kaleme alan eski müstemleke kökenli edebiyat emektarlarının İngilizce edebiyat kanonunu genişlettiği, gerek tematik gerekse biçimsel açıdan zenginleştirdiği ve İngiliz dilinin kullanımında dönüştürücü bir rol oynadığı gibi saptamalarda bulunmak kaçınılmazdır. Üstelik, meseleye sırf İngiliz edebiyat kanonu ekseninde yaklaştığımızda, üstte tanımlanan sömürge sonrası edebiyata içkin yapıtların, kimi yönlerden ana akımlara ya da geleneğe başkaldıran farklı retoriklerle kanonun ‘değişmez – stabil’ yapısında yarıklar açtıkları da üzerinde durulması gereken ayrı bir olgu olarak karşımıza çıkar. Bu bağlamda, Saqi Books yayınevi tarafından Londra’da yayımlanan Nicosia Beyond Barriers Voices From A Divided City’nin, İngilizce yayın evreninin tam merkezinde dolaşıma girdiği ve Lefkoşa ekseninde Kıbrıs edebiyat(lar)ını postkolonyal edebiyat listesine doğrudan dahil etmek için önemli bir atılım olduğu göz ardı edilmemeli.

Sözü fazla dolandırmadan bu yazının odağına dönmezden evvel -kendi içinde Türkçe ve Yunanca olmak üzere iki ana kola ayrılan- Kıbrıs edebiyatının sömürge-sonrası bir edebiyat olarak kabul edilip edilmeyeceğinin, araştırmacının meseleye hangi açıdan yaklaştığıyla yakından ilgili olduğunu yüksek sesle dile getirmenin gereğini belirtelim. Siyasi açıdan yaklaşan bir araştırmacının, kendisine bu minvalde bir soru yöneltilmesi durumunda, adanın Büyük Krallık malı olduğu yakın geçmişi göz önüne alarak söz konusu soruya “evet” yanıtını vereceği belirgindir. Gelgelelim, meseleyi adaya yurt dışından (Türkiye ve Yunanistan’dan gelen Türk ve Yunan milliyetçilik olgusunun önemli bir rol oynadığı ada edebiyatı -ya da dil ve etnik köken ayırımını göz ardı etmemek adına- edebiyatları) açısından ele alan bir başka araştırmacı aynı soruya “evet” demekte tereddüt edecektir. Nitekim, cezire-i Kıbrıs’ın, İngilizlerin eline geçmesini izleyen zaman diliminde de adada üretilen edebiyatın -gerek Müslüman gerekse Ortodoks nüfusun kendini ayrılmaz bir parçası olarak gördüğü- ana karalarda süregelen edebiyatların yazıldığı dil iklimleri içerisinde gelişimini sürdürdüğü, sözün özü Türk ve Yunan dillerinde yazıldığı, kimsenin atlayamayacağı muazzam bir ayrıntı olarak karşımıza çıkar. Bununla birlikte, adalı müelliflerden sınırlı sayıdaki bir kesimin yapıtlarını İngilizce olarak yazdıkları olgusunu da unutmamalı. Ana dilleri Türkçe olmasına karşın yazın dünyasında İngilizce kaleme aldıkları yapıtlarıyla var olma mücadelesi vermiş -ya da vermekte olan Kıbrıs kökenli yazar-şairler arasında ilk akla gelenler Taner Baybars ve Osman Türkay’dır. Bunlardan T. Baybars’ın eserleri başkaları tarafından Türkçeye çevrilerek yakın geçmişte Türkiye’de Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanmıştır. Osman Türkay ise daha yaşadığı dönemde önceden İngilizce yazdığı şiir vb. türlerdeki eserlerini bizzat kendisi Türkçeye çevirerek yine Türkiye’de gerek Varlık vd. edebiyat dergilerinde gerekse kitap formatında- yayımlamıştır.

Günümüzde yapıtlarını İngilizce yazan ender şair/yazarlardan iki tanesi, yukarıda da değindiğimiz gibi, NICOSIA BEYOND BARRIERS VOICES FROM A DIVIDED CITY seçkisinin editörlüğünü de üstlenen dört isim arasında yer alan Aydın Mehmet Ali ve Alev Adil’dir. 1950’li yıllarda adalılar tarafından yazılan Türkçe şiirin modernleşmesine hizmet eden genç şairlerden biri olan Mustafa Adiloğlu’nun kızı olan Alev Adil’in, annesi İngiliz olduğu ve yaşamının büyük bir bölümü İngiltere’de geçtiği dikkate alınırsa -ana dili Türkçe mi yoksa İngilizce mi sorunsalı kafa karıştırıcıdır. Dolayısıyla, Alev Adil’i, yapıtlarını İngilizce olarak kaleme almasının yanı sıra babasının Kıbrıslı Türk olmasını ölçüt alarak postkolonyal edebiyat kategorisinde değerlendiren bir araştırmacının bu yaklaşımının/tespitinin ne ölçüde geçerli olacağı kuşkuları da beraberinde getirecektir. Öte yandan, yapıtlarında bölünmüş bir adada, savaşın yıkıcı ortamında geçen bir çocukluğa ya da adanın hali hazırdaki çözümsüz durumuna değinileri mercek altına alındığında, Alev Adil’in postkolonyol edebiyat dışında bırakılması nasıl mümkün olabilir?.. Zaten günümüzde sözü edilen edebiyata dahil olma ölçütü olarak yalnızca İngilizce yazılma ölçütünün yavaş yavaş terk edilmeye başladığı, Commonwealth ülkeleri arasında düzenlenen edebiyat yarışmalarına orijinali yerel dille yazılan metinlerin İngilizceye çevrilerinin de dahil edilmesinden anlaşılmaktadır. (2019 öykü yarışmasında birinciliği Kıbrıslı Rum yazar Konstantia Sotiriu kazanmıştı.) Yaşama gözlerini Kıbrıs’ın taç koloni olduğu dönemde adada açan, sonradan eğitim amacıyla Amerika’ya göçen ve oradan da İngiltere’ye geçerek yaşamının uzun bir bölümünü orada sürdürdükten sonra yeniden Kıbrıs’a dönen Aydın Mehmet Ali, en başından beri yapıtlarını İngilizce olarak kaleme almaktadır. Gerek köken gerekse anadil gibi ölçütlerden yola çıkıldığında, açıkça görüldüğü üzere onun yapıtlarını sömürge-sonrası edebiyat bağlamında değerlendirmekte hiçbir beis yoktur.

“My Accordion Teacher (Akordeon Öğretmenim*)” ve Lefkoşa

Derleme kitapta öne çıkan metinlerden bir tanesi üstte birkaç kez ismine atıfta bulduğumuz Aydın Mehmet Ali’ye ait “My Accordion Teacher”. Söz konusu metin, eski müstemleke coğrafyalarının çokkültürlü-etnikli-dilli-dinli yapısını Lefkoşa’nın olmazsa olmazı bir dekoru halinde işleyen ve bunu yaparken öykü formuna sığmayarak edebî türler arası sınır çizgilerini incelterek aşmasını bilen, ustalıkla kaleme alınmış göz alıcı -melez bir metin. (Öykü formunun çizgilerini esneterek metnin hamuruna -çeşni niyetine- anı, röportaj vb. türleri de incelikle karıyor…) Yukarıda açıklamaya/özetlemeye çalıştığımız sömürge-sonrası edebiyat ürünlerine özgü birçok özelliği okuyucunun dikkatine ve beğenisine sunan bir sergi salonu adeta. Bunlar arasında ilk dikkati çeken aynı şehri hatta aynı mahalleyi (Arabahmet Mahallesi) paylaşarak Kıbrıslı mozaiğini oluşturan farklı etnik kökenlerden insanların çatışma ikliminde aksayan insani boyuttaki ilişkiler dizgesi. Dolayısıyla, güvenin azaldığı korkunun çoğaldığı ve yayıldığı bir atmosferde filizlenen kopuşun egemenliğini ayan beyan ilan edişi.

Metni teknik özellikleri açısından inceleyecek olursak ilkin iç içe geçmiş farklı zaman katmanlarından sesini bize duyuran 1. tekil kişi ‘ben’ anlatıcıdan söz etmeli. Anlatıcı, kendi çocukluğundan bir anıyı paylaşmaya başlar önce. Ortadan aniden kaybolan Ermeni asıllı Kıbrıslı akordeon öğretmenine odaklanır. Çocuk yaşında anlam vermekte, algılamakta güçlük yaşadığı, aklının hafsalasının bir türlü al(a)madığı buhranlı anları betimlemeye koyulur. Çevresinde patlak veren -müstemleke coğrafyalarının birçoğunda çaresizce maruz kalınan- nahoş vakalara göndermelerde bulunur.  Derken anlatının yazıya geçirildiği, hatırlamanın başladığı an parçacığından metnin çekirdek olayının vuku bulduğu ana, geçmişe yönelik bir sıçrama gerçekleşir. Bekleyiş, heyecan, hayal kırıklığı ve isyan gibi duyguları ardı sıra yaşayan çocuk anlatıcıyla baş başa kalınır. Yazarın, kurguladığı (ya da muhtemelen bizzat tecrübe ettiği) yaşantıların ve duygu-düşünce akışının gözlerimizin önünden bir film şeridi gibi kayıp akmasına tanık oluruz. Lefkoşa’nın çok etnikli semtindeki ortak yaşamın, zamanın siyasi ve militarist gelişmelerinin şekillendirdiği olaylar neticesinde tekilleşmesinden duyulan rahatsızlığı hisseder ve gözlemleriz. İdrak ederiz ki Türk olmayanların uzaklaştırılmasına, kovulmasına, TMT liderliğindeki gettolaşmaya eleştirel bir bakışla ayna tutulur. Yazarın,  Kıbrıs’ın yakın tarihini yansıttığı ve metindeki temel karakterlerin yaşamlarında birer dönüm noktası olacak kertede belirleyici rol oynayan olaylar arka düzlemde yansıtılan bir fon olmaktan sıyrılıp olay örgüsünün ana bileşenlerine eklemlenir. Besbelli ki yazın evreninde girişilen bir mücadele, karşı koyma arzusudur Aydın Mehmet Ali’nin bu öyküyü kaleme almasındaki temel güdü. Bir çeşit vicdan muhasebesi olarak da nitelenebilir aynı zamanda bu metnin bütünü. Ait olduğu toplumun ki kendisi de Kıbrıslı Rum toplumuyla kıyaslanınca nüfus yönünden bir azınlık olduğu gerçeğine aldırmadan, Arabahmet Mahallesi’nin Latin, Rum ve bilhassa Ermeni nüfusunu dışarı sürmesinden duyulan utanç ve edebiyat evreninde dillendirilen bir özür. Mersin’den Lefkoşa’ya oradan da Beyrut’a uzanan sürekli yer değiştirmenin biçimlendirdiği bir yaşam serüveni olarak özetleyebileceğimiz -bir başka Ermeni asıllı karakter- Sirarpi’nin hikâyesi insanın yüreğine dokunarak Arabahmet Mahallesi bölgesindeki asıl sahiplerinin terk etmek zorunda bırakıldığı evlerle diğer binaların bir zamanlar kimbilir ne denli renkli yaşamlara sahne olduğu üzerine hüzünlü tefekkürlere daldırıyor. Ve neticede akıbeti belirsiz akordeon öğretmeniyle birlikte metnin tahtını paylaşıyor Sirarpi. Ayrıca metnin, Aydın Mehmet Ali’nin poetikasına ve özyaşamına ilişkin birçok ipuçları fısıldadığı ve bunları bir dedektif gibi toplamanın okura ayrı bir haz yaşatacağı notu düşülmeli.

Sadede varmazdan evvel son birkaç söz

İtiraf etmek gerek ki çok sayıdaki yazarı/şairi bir araya getiren böylesi bir kitap ve içerdiği metinler üzerine teker teker değerlendirmelerde bulunmak bu yazının sınırlarını aşar. Bununla birlikte sergilenen eşyaların hayal gücünde dile gelmesi ya da öykü kişisinin ilham perisine dönüştüğü ve eski şehrin içindeki yaşam ya da yaşanmışlıkları eril söyleme meydan okuyan kadınsı bir noktadan kurgulayan Nora Nadjarian’a ait “Sergi*” (Exhibition), Sarayönü’ne adım atan söyleyicinin bir yandan emperyal ada tarihine öte yandan günümüzdeki bölünmüş siyasi duruma mekân üzerinden eleştirel ve ironik göndermelerde bulunduğu “Surlar İçi’nde*” (Within The Walls) başlığını taşıyan Marilena Zackheos imzasını taşıyan şiir ve Stefanos Stefanides’in, şiir personasının Venedik Surları’ndan başlayan ve bellekle yakın geçmişe ilişkin bilgi dağarcığının kılavuzluğunda ‘dil’ dehlizlerinde süren voltasını konu edinen “Kırık Kalp*” (Broken Heart) adlı şiirine değinmemek olmaz. Adı geçen kalemlerimiz günümüzde Güney Kıbrıs’ta yaşamlarını sürdürmekte, ancak edebi yapıtlarını İngilizce kaleme almaları nedeniyle resmî Kıbrıs edebiyatları kanonundan dışlanma gibi bir ayrımcılığa karşı mücadele vermektedirler. Ve onlar gibi daha niceleri.  Dolayısıyla, Nicoisa Beyond Borders yapıtını bu ayrımcılığa karşı verilen mücadeleye somut bir destek olarak da nitelendirebiliriz. Ama bu çalışmanın takdir edilmesi gereken en önemli özelliklerinden iki tanesi vurgulanmalı: Konuk/yabancı yazarları Lefkoşa temalı metinler yazmaya teşvik etmesi ve daha da önemlisi anadili, dini, etnik kökeni, cinsiyeti (ya da cinsel tercihi) ne olursa olsun Kıbrıslı yazarları bir araya getirerek onların yazdıkları metinleri ortak bir ciltte toplayıp Londra gibi İngilizce edebiyatın başlıca metropollerinden birinde dolaşıma çıkarmasından ileri geliyor. Bu bağlamda eserin vücut bulmasında emeği geçen başta sevgili Aydın Mehmet Ali olmak üzere tüm katılımcıları içtenlikle kutlamak gerek.

Dergiler Haberleri