1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Kosova, eski Yugoslavya dönemine ilişkin mülklerle ilgili zorlu bir mücadele veriyor...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Kosova, eski Yugoslavya dönemine ilişkin mülklerle ilgili zorlu bir mücadele veriyor...”

A+A-

DÜNYADA GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYLE İLGİLİ NELER YAPILIYOR?

Dünyada geçmişle yüzleşme, savaş dönemi yaşananlarla yüzleşme, savaş sonrası döneminde geçmişten arta kalanları ele alma konularında neler yapılmaya çalışıldığına ilişkin bir örnek de Kosova’nın eski Yugoslavya dönemine ilişkin bazı mülklerle ilgili yürüttüğü zorlu mücadele...

Balkan Araştırmacı Gazeteciler Ağı’ndan Horhina Bami imzasıyla 29 Temmuz 2021 tarihli bir inceleme yazısını, okurlarımız için derleyip özetle Türkçeleştirdik. BIRN’deki yazı özetle şöyle:

***  Kosova, eski Yugoslavya döneminde toplumsal mülkiyete sahip işletmelere ait 160’tan fazla mülk üzerinde yasal sahiplik iddia ediyor ve bunları geri almak için zorlu bir mücadele veriyor...

***  Savaştan sonra Sırbistan’dan kopuşunun üstünden 20 seneden fazla zaman geçmiş ve Kosova şimdi eski Yugoslavya’nın çeşitli yerlerine serpiştirilmiş 160 tane mülk üzerinde hak iddia ediyor.

***  Bugüne kadar başlatılmış iki mülk üzerinde dava süreçleri var – bu davalar da komşu Karadağ’da Budva kıyı şeridinde bulunan 37 bin metrekarelik iki mülkle ilgili...

***  Kosova Özelleştirme Ajansı PAK bu insiyatifin öncüsü ancak Yugoslavya’nın küllerinden yedi devlet doğmuş olduğu ve Kosova’nın federal bir cumhuriyet değil, Sırbistan içerisinde otonom bir il olması nedeniyle ve ayrıca 2008’de ilan ettiği bağımsızlığının Sırbistan ya da başkaları tarafından tanınmayışı da buna eklenince, tablo ortaya çıkıyor.

***  Kosova Ticaret Odası’nın eski başkanı Saffet Gerhaliyu, “Sözünü ettiğimiz mülkler, Kosovalı yurttaşların yüzde yüz katkısıyla Kosova yatırımlarıydı” diye konuşuyor. Ancak herkes ona katılmıyor, özellikle de Sırbistan Cumhurbaşkanı Aleksandar Vuciç. Kosova, Sırbistan’da 99 mülk üzerinde hak iddia ediyor...

***  “Nüfusun yüzde altısına sahip olup da bunca çok oranda mülk üzerinde hak iddia etmek gerçekçi değildir” diye konuşmuştu Vuciç, geçtiğimiz Haziran ayında Sırp milletvekillerine bir konuşma yaparken...

***  Kosova Özelleştirme Ajansı PAK, 163 mülk üzerinde hak iddia ediyor – bunlar işletmeler ve ofisler... Yugoslavya çöktükten sonra, oluşturulmuş her yeni devlet, eski Yugoslavya cumhuriyetleri’nden bazı mülkleri talep edebiliyordu – bu çerçevede 2001 yılında aralarında bir anlaşma imzalanmıştı. Fakat Kosova bu anlaşmaların parçası değil...

***  Kosova bir Yugoslav cumhuriyeti olmadığı ve Sırbistan içerisinde bir il olduğu için, ona ait mülkler Sırbistan’a transfer edilmişti... Günümüzde de Sırbistan, Kosova’nın talep ettiği mülklerin aslında Sırbistan’a ait olduğunu, 1989 yılında Kosova’nın otonom yönetiminin Miloseviç tarafından feshedilmiş olduğunu duyuruyor.

***  Kosova’nın ilk mülkiyet talebi, geçtiğimiz Haziran ayının sonlarında ortaya çıktı. Karadağ medyası, Kosova adalet bakanlığının, Budva belediyesine ve Sunraf Beach Properties şirketine karşı dava açtığını, “Ganimete Terbeşi” adlı bir çocuk tatil merkezine ait 4.500 metre karelik alanın kendilerine iade edilmesini talep ettiğini duyurdu. Buna göre Ganimete Terbeşi, İkinci Dünya Savaşı esnasında kahramanlık göstermiş Kosovalı Arnavut bir kadının adı... Bakanlık böylesi bir dava açıldığını doğrulayarak davanın Nisan 2020’de dosyalandığını belirtti.

***  Kosova Özelleştirme Ajansı PAK ayrıca Budva yakınlarında Kamenovo’da 33 bin metre karelik bir alanın daha kendilerine iade edilmesini talep etti. Burası da Kosovalı işçiler için “Rekreatours” tatil merkezi idi...  Ancak Kotor’daki bir mahkeme, PAK’ın açtığı davayı reddedince, PAK bu kez de temyize başvurdu.

***  Mayıs sonlarında parlamento PAK yönetimini görevden alınca, durum daha da karmaşıklaştı – PAK yönetimi, özelleştirme sürecinde yolsuzluk suçlamalarıyla ve usülsüzlük iddialarıyla suçlanmaktaydı. Parlamentonun Kosova Özelleştirme Ajansı yönetimini görevden alması, bu ajansın kapatılmasının ilk adımı olarak görülüyor ancak o zaman da eski Yugoslavya’daki mülkler üzerinde hak iddiası, daha da zorlaşacak.

***  Hırvatistan da, Kosova’da bazı mülkler üzerinde hak iddia ediyor. Bunlardan birisi de INA olarak bilinen Industriya Nafte ki eski Yugoslavya döneminde, Kosova’da 23 benzin istasyonu inşa etmiş... Hırvatistan’ın Kosova Büyükelçisi Barisiç, BIRN’e yaptığı açıklamada, şirketin konuyu mahkemeye götürdüğünü ve 2007’den bu yana davanın beklemekte olduğunu anlatıyor.

***  2012 yılında BIRN, yaptığı araştırmada benzin istasyonlarının yasadışı biçimde Kosova Petrol tarafından kullanıldığını, bu şirketin sahibinin Kosova’nın eski Cumhurbaşkanı Haşim Taci’nin yakın arkadaşı Bedri Selmani olduğunu yazmıştı. Barisiç, eski Yugoslavya döneminde başka Hırvat şirketlerinin de Kosova’da mülkleri olduğunu hatırlatıyor.

***  Yakın geçmişte Kosova Özelleştirme Ajansı, şirketlerin bu mülkleri talep edebileceğini duyurmuştu ancak şimdi PAK yönetiminin görevden alınmasıyla bu sürecin nasıl işleyeceği henüz bilinmiyor.

***  Ekonomi uzmanı Muhammed Mustafa ise BIRN’e yaptığı açıklamada, bir diğer potansiyel yolun Yüksek Mahkeme olduğuna dikkati çekti. Kosova’nın Sırbistan’dan talep ettiği mülkler konusunda ise PAK, BIRN’e yaptığı açıklamada kendilerinin sözkonusu ilgili dökümanlara erişimlerinin olmadığını belirtti.

***  Sırbistan hükümetinin Kosova’nın bu taleplerine ilişkin dairesi ise BIRN’in sorularını yanıtsız bıraktı. Aynı şekilde Karadağ hükümetinden de yanıt alamadık...

***  Sırbistan’daki 99 mülkün yanısıra Kosova, Karadağ’da 35 mülkün, Bosna’da 15 mülkün, Kuzey Makedonya’da 8 mülkün, Hırvatistan’da 5 mülkün ve Slovenya’da bir mülkün sahibi olduğunu iddia ediyor.

***  Kosova Özelleştirme Ajansı PAK’tan önce Kosova Kredi Ajansı KTA tarafından Kosova’nın tüm varlıklarını ve yükümlülüklerini liste halinde toparlamıştı – bu kurum, Kosova’daki BM geçici misyonu UNMIK altında oluşturulmuştu – UNMIK, Haziran 1999’da Sırbistan askerleri çekildikten sonra Kosova’yı idare etmeye başlamıştı...

***  KTA, “Kosova’nın mülklerinin ve başka durumlarda üzerinde hak iddia edeceği mülklerin ancak ülkenin yasal statüsü çözüme kavuşturulduktan sonra nihai çözüme kavuşturulabileceği” üzerinde durmuştu... Bu konudaki açıklamayı da 2004 ile 2008 yılları arasında Kosova’nın ticaret bakanlığını yapan Buyar Dugolli yapıyor BIRN’e...

***  2007 yılında BM elçisi Martti Ahtisaari, Kosova için bir tür “denetlenebilir bağımsızlık” önermişti, bunu bir plan çerçevesinde yapmayı önermekteydi ve Kosova topraklarında bulunan Sırbistan’ın sosyal mülk olan işletmelerinin Kosova’ya ait olarak görüleceğini, aynı şekilde eski Yugoslavya’da Kosova’nın sosyal mülk olan işletmelerinin de yine Kosova’ya ait addedileceğini duyurmuştu.

***  Sırbistan, Ahtisaari planını reddetmişti fakat Kosova bu planı kabul etmiş ve sonrasında da 2008 yılında bağımsızlığını ilan etmişti. Ekonomi uzmanı Muhammed Mustafa’ya göre, “bu Kosova’nın en önemli zaferlerinden birisiydi çünkü eski Yugoslavya’da bulunan mülklerini idare hakkı kazanıyordu...”

***  Karadağ’da Başbakan Yardımcısı Dritan Abazoviç – kendisi de Arnavut kökenlidir – Budva’daki Kosova’nın bir mülkte hak iddiasına destek ifade ederek, 25 Haziran’da gazetecilere şöyle dedi: “Bu, hükümetin görev alanında değildir çünkü mahkemeler bağımsızdır ancak bu dava ve diğerleri konusunda olumlu baskı yapılmalı ki ilerleme kaydedilebilsin...”

***  Ancak Budva’da Mülkiyetin Korunması Sekreteryası başkanı Nikola Plamenaç, geçen ay gazetecilere yaptığı açıklamada, “mülkiyet konusundaki geçerli yanıtın yerel mahkemeler tarafından değil, ancak uluslararası kurumlar tarafından verilebileceğini” duyurdu.

***  Hırvatistan elçisi Barisiç ise Kosova ile Hırvatistan arasında mülkiyet konularını idare etmek üzere, tıpkı Hırvatistan’ın Slovenya ve Kuzey Makedonya’yla yaptığı gibi, ikili bir anlaşma yapması gerektiğini tavsiye ediyor...

***  Hirvatistan’ın Kosova’daki elçisi olan Barisiç, BIRN’e yaptığı açıklamada iki ülkenin iyi ilişkileri olduğunu ve Hırvatistan’ın Kosova’yı Avrupa Atlantik yolunda desteklemekte olduğunu belirtti. Barisiç, sözkonusu tartışmalı mülklerin “çözüm getirilmesi gereken bir konu olduğunu” da söyledi.

***  Barisiç, Kosova ile Hırvatistan arasında bu konuda ikili bir anlaşmanın, mülkiyet konularındaki sorunları ele almak için uygun bir çerçeve olacağına inanıyor. Ancak ekonomi uzmanı Mustafa buna karşı çıkarak, bunun konuyu daha da politize edebileceğine inandığını söylüyor... BIRN’e yaptığı açıklamada, “Herhangi bir cumhuriyetin veya otonom ünitenin mülkü, kendi halkına aittir ve bunlar üzerindeki hak iddiaları mahkemeler aracılığıyla yapılmalı, devletin kurumsal konularına dönüştürülmemelidir” diye konuştu.

s2-292.jpg

(BIRN’den özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).

 


BASINDAN GÜNCEL...

“Yara nereden açılmışsa, önce orayı görmek gerekir...”

Fethiye Çetin

Hrant’ın zor meseleleri var ve meselesini dert edinenlerden o. Derdini içine gömerek yaşayanlardan, acısıyla avunanlardan değil. Acısını vakarla sırtlayıp kendini, atalarının haklarını savunarak geleceğin inşasına,  dönüşmeye ve dönüştürmeye adayanlardan.

Kuşkusuz dert önemlidir ama mayınlı bir tarlada ki onun deyimiyle ‘bıçak sırtında’ o derdi ifade edebilecek dil daha da önem kazanır. Hrant’ın dili, derdinin, acısının büyüklüğü oranında gelişmiş; en katı kalplere dahi kolaylıkla ulaşabiliyor. Yine onun deyimiyle kendi lügatini kendisi yaratıyor. Sevgili Ümit ‘Hafıza Yetersiz’ belgeseli ile onu lügatiyle, duygusuyla, derdiyle bize taşıyor.

Ondan çok şey öğrendik ve öğrenmeye devam ediyoruz. İçten içe çürüyen hastalıklı bir toplumuz. O bize hastalıklarımızdan nasıl kurtulacağımızı, barışçıl bir geleceği nasıl kuracağımızı, farklılıklarımızla bir arada barış içinde nasıl yaşayabileceğimizi gösteriyor.

“Benim esas sancım” diyor, “bu topraklarda 3.000.000 nüfustan cumhuriyete geçerken 300.000 olduk. O üç yüz bini de tükettiler, tükettiler, atalarımın ürettiğini de tükettiler.”

“Anadolu’nun her yerinde üç milyonu aşkın bir kültür yaşıyorduysa ve eğer bugün bunlar yoksa biraz da tarihi ‘niye yok bunlar’ diye okumak lazım. İyi ki yok diye değil” diyor.

Yarayı gösteriyor Hrant. Zira yara nereden açılmışsa çözüm için önce orayı görmek gerekir.  Yaranın nereden açıldığını görmeye davet ediyor ki çözümü bulabilelim.

Bugün mutlu olmamızın, geleceğe dair umutlu olmamızın yolu aslında yaranın yol açtığı devasa kaybın yasını birlikte tutmaktan geçiyor. Hrant Dink’in en çok vurguladığı, hepimize verdiği en önemli derslerden biri bu.

Bir de “yabancı vurgusu ve mütekabiliyet içinde değerlendirilmek” onu çok acıtıyor.

“Üç bin yıldır bu topraklarda yaşıyorum, yabancı falan değilim…” diyor ve bunu derken bu tanımlamanın kendisini nasıl da incittiğini, dile getiriş biçiminden, sesinin tınısından, bakışlarından anlamamak mümkün değil. 

“Seçimlerde oy veriyorum, milletvekili seçiyorum. Gidiyor mecliste bana küfrediyor. Yabancı diyor. Beni mütekabiliyet kavramı içinde değerlendiriyor” diyor, sesi titriyor.

Meselenin kökündekine, esasen tam da özüne işaret ediyor Hrant.

TC vatandaşı kimliğine sahip olduğu halde yabancı sayılma ve mütekabiliyetin konusu yapılmanın saçmalığına demeyeceğim, zalimliğine dikkat çekiyor.

Vatandaş, mütekabiliyetin konusu yapılabilir mi, yani yabancı sayılabilir mi?

Bu hukuken mümkün değildir, aksine önemli bir hakkın, vatandaşlık hakkının, yurttaşlık hakkının ihlalidir ve esasen suçtur. Ama devletin kendisi bunu yapıyor ve toplumun önemli bir kesimi de buna ortak oluyor.

Her zaman saygı ve sevgi ile yâd ettiğim Ermeni dostum avukat Diran Bakar’a, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okutulan Yabancılar Hukuku ders kitabımızın, ülkedeki “Yabancı Gerçek Kişiler” başlıklı bölümünde sayılanlar arasında “azınlıklara” bir alt başlık olarak yer verildiği sayfayı gösterdim. Bu bölümde Lozan Antlaşması hükümleri ve ülkemizdeki Müslüman olmayan azınlıklar anlatılıyordu. Baktı acı acı gülümsedi ve “Dur ben sana nüfus cüzdanımı göstereyim” dedi ve nüfus cüzdanını getirip gösterdi, gözlerime inanamadım.

Diran Bakar’ın nüfus müdürlüğünde kayıtlı olduğu cilt numarası aynen şöyle yazılmıştı: “3 Yabancı”…

Yani bu devlet, vatandaşlarının bir kısmını kaydettiği defterleri diğerlerinden ayırmış; ayırmakla da kalmayıp bir de onları “yabancı” olarak kodlamış.  Kodladığı defterlere de sayı vermiş. Yabancı 1, 2, 3…

Ancak bu durumun, bir yönetmelik hazırlığı sırasında bazı karışıklıklara yol açacağı düşünülmüş ki; yeni bir kavram üretilmiş! Şöyle ki; bir kere, başka ülke vatandaşı yabancılar var bir de burada içeride olan yabancılar.  Bir karışıklığa sebebiyet vermesin, bunları birbirinden ayıralım diye yaratılan tanımı sanırım hepiniz biliyorsunuzdur. “Yerli Yabancılar”

Yönetmelikte yer verilen tanımın doğrusu şöyle; “memleket içindeki yerli yabancılar (Türk tebaalı)!...

Mevcut Anayasaya göre; “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.”

Bu etnik vurgu nedeniyle vatandaşlık tanımı sorunludur. Oysa Vatandaşlık tanımının her türlü etnik, dinsel ve kültürel ‘imalardan’ dahi arındırılmış olması gerekmektedir.

1924 Anayasası’ndan başlayarak bu ülkenin bütün anayasalarında vatandaşlık, bir ortaklaşma unsuru değil, bir ayrıştırma unsuru olarak tanımlanmıştır. Vatandaşlık, soya sopa, ırka atıfla tanımlandığından bir özde vatandaşlardan, bir de sözde vatandaşlardan söz edilebilir.

Bu konuda şöyle diyor Hrant: “Yeri geldiğinde Türküm dedirteceksin, yeri geldiğinde Ermeni dölü diyeceksin, ya seveceksiniz, ya terk edeceksiniz diyeceksin.”

Müslüman olmayanların Türklüğü vatandaşlık itibarıyla bir Türklük olduğundan, gerçek Türklerin, özde Türklerin sahip olduğu haklara sahip değildirler.

Anayasa Mahkemesinin, kararlarında yer verdiği şu absürd betimlemesiyle; “sınırlı haklar rejimine tabidirler.” Mesela devlet memuru olamazlar, askere gittiklerinde rütbe alamazlar, küfür ve ayrımcı muamele mubahtır, hatta “en ufak bir merhamet kırıntısını dahi hak etmeyen haindirler, düşman”dırlar.

Bu tanım ve bu anlayış geçerli olduğu yıllar boyunca ayrımcılık, pogrom,  asimilasyon, arındırma ve imhaya neden olmuş ve ülkede Müslüman olmayanların sayısının birkaç binlere düşmesine yol açmıştır. 

Eşit yurttaşlık ve eşit muamele görebilme hakkına sahip olmak istiyor Hrant,  yani yasamanın, yürütmenin, idarenin ve yargının karşısında eşit olabilme ve eşit muamele görebilme hakkına sahip olmak istiyor.

Çünkü bu hakka sahip değil...

Şimdi eğri oturup doğru konuşalım; gerçekten demokrasi istiyor muyuz? Demokrasinin önündeki en büyük engellerden birinin Anayasadaki vatandaşlık tanımı ve bunun izdüşümü zihniyetlerimiz olduğunun farkında mıyız?

Anayasa, yasa yaparken, yasal düzenlemeleri uygularken, mahkeme kararlarına imza atarken, günlük hayatımızda konuşurken, yazarken, bakışlarımızla bu ülkenin Müslüman olmayan bireylerine ne türden şiddet biçimleri ürettiğimizin ve uyguladığımızın farkında mıyız?

Karabağ’da yaşanan her gerginlik ve son savaş sırasında, bu ülkenin Ermenilerine, çocuklarına nasıl bir şiddet uyguladığımızın farkında mıyız?

İzninizle burada Delal Dink’in, beni çok etkileyen yazısından bir bölüme yer vermek istiyorum:

“Birkaç yıl sonra yine Karabağ’da bir gerginlik olduğunda liseye gidiyordum. Okul dönüşünde bindiğim trenin vagonunda Ermenileri ‘gebertmenin’ sevap olduğuna dair bir yazı vardı. Yazıya gözüm iliştiğinde kafamı indirmeye çalışırken aynı yazıyı okuyan bir adamla göz göze geldim. O vagonda ‘Tanrım, lütfen üstümdeki okul üniformamdan Ermeni olduğumu anlayıp bana bir şey yapmasınlar’ diye düşünerek kaç dakika gittiğimi bilmiyorum. Eve nasıl vardığımı bir ben biliyorum.”

Bu çocuğa, bu çocuklara yaşattığımız şiddetin farkında mıyız? Yeni “mama” demeyi öğrenen minik Ermeni’ye ikinci olarak, bunu dışarda söylememesi gerektiğini öğretmek zorunda kalan anneye, babaya ve minik yavruya nasıl bir şiddet uyguladığımızın farkında mıyız?

Yüzleşmeyi bizim dışımızdakilerden istiyoruz dostlar.

Devlet mecbur kalmadıkça yüzleşmez.

Bize sunulan imtiyazların konforundan taviz vermeye hazır mıyız?

İçinden geçilemeyen acıların, tutulamayan yasların bizi korku, öfke ve şiddet sarmallarına nasıl hapsettiğini yıllardır deneyimliyoruz.  Çok acı biriktirdik, bu acılara her gün yenileri ekleniyor. 

“Bu çözümsüzlüğü nasıl aşarız” diyor Hrant ve kendisi cevap veriyor: “Bellek değiş tokuşu, konuşma, diyalog, ve bunların olmazsa olmaz koşulu ifade özgürlüğü ile” “Çünkü biz birbirimizin doktoruyuz. Sen benim doktorumsun, ben senin” diyor ve çağırıyor:

Gelin önce birbirimizi anlayalım...

Gelin önce birbirimizin acılarına saygı gösterelim...

Gelin önce birbirimizi yaşatalım.”

Anısına saygıyla...

s1-333.jpg

(AGOS – Fethiye ÇETİN – 20.1.2022)

 

 

 

 

 

Bu yazı toplam 693 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar