Su deposu yakınlarına 8-9 Kıbrıslırum gömülmüştü...

Bir şahit, bir süre önce bir okurumuza konuşmuş, biz de bu okurumuzun anlattıklarını Kayıplar Komitesi yetkilileriyle paylaşmıştık. Okurumuza sözkonusu şahit, “Haspolat’taki (Miamilya) kavşaktan Güngör’e (Gutsovendi) doğru döndüğünüz zam

 

 

 

Bir şahit, bir süre önce bir okurumuza konuşmuş, biz de bu okurumuzun anlattıklarını Kayıplar Komitesi yetkilileriyle paylaşmıştık. Okurumuza sözkonusu şahit, “Haspolat’taki (Miamilya) kavşaktan Güngör’e (Gutsovendi) doğru döndüğünüz zaman, orada bir su havuzu vardır. Beton bir su deposudur bu. Bu havuzun dibi, Kayıplar Komitesi tarafından kazılacak olursa, burada 2-3 tane “kayıp” Kıbrıslırum’un kemikleri bulunabilir. Bunlar Haspolat’ta (Miamilya) bulunan bazı Kıbrıslırumlar’dı. Öldürüldükten sonra havuzun dibine gömülmüşlerdi...” demişti. Bu bilgiyi sayfamızda yayımlamış, ayrıca Kayıplar Komitesi yetkililerini de 21 Mart 2012 tarihinde bu havuzun bulunduğu noktaya götürmüştük.

Hafta içinde bu depo civarında Kayıplar Komitesi kazı başlatınca, okurumuz bizi bu konuda görgü tanığı olan şahitle bir araya getirdi.

Şahit bize şunları anlattı:

“Aslında su deposunun 50 veya en fazla 100 metre kadar güneyindedir aradığınız yer. Burada 1974’te Kıbrıslırumlar’a ait küçük bir askeri tesis, mevzi gibi bir yer vardı. Bu tesiste 15 civarında Kıbrıslırum asker bulunmaktaydı. Eğer araştırırsanız, su deposunun 50 metre veya en fazla 100 metre güneyinde bu askeri tesisin kalıntılarını bulabilirsiniz. İşte 1974’te bu noktada çarpışmalar olduydu ve bu alana 8-9 Kıbrıslırum gömüldüydü, benim hatırladığım kadarıyla. Bazıları burada öldüydü, bazıları da yukarıdan, Gutsovendi’den (Güngör) getirildiydi. Madem ki kazı başladı, size sözünü ettiğim nokta iyice araştırılsın...”

Bu konuda dün Kayıplar Komitesi yetkililerini de bilgilendirdik.

Bu şahide sonsuz teşekkürler. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi sahibi okurlarımı isimli veya isimsiz olarak 0542 853 8436 numaralı telefondan beni veya 22-83607 numaralı telefondan Kayıplar Komitesi görevlisi Mine Balman’ı aramaya davet ediyorum.

 

 

 

 

 


 

 

 

ZAMAN

 

‘Karanlık bir odaydı geçmişimiz, şimdi anahtar deliğinden giren bir ışık var!’

 

ARIS NALCI  

 

“Hep şunu hayal ediyorum. Bu kitabı önlerine almış bakan üç nesil bir arada. Nineler, dedeler o anlattıkları köyün gerçek olduğunu kanıtlarcasına torunlarına gösteriyorlar. ‘Bak yalan değildi bizim köyümüz orası, aha da fotoğrafları da var' diye kendi varlıklarını anlamlandırıyorlar...”

Bu sözler 1992 yılında basılan ve bugüne kadar Türkçeye çevrilmeyen orijinal adı “Les Armenians” olan kitabın yazarlarından biri olan Raymond Kevorkian'a ait. Aras Yayıncılık'tan çıkan “Ermeniler” ana başlığında koca bir kütle kitabın Türkçeye çevirisi tamamlandı ve geçen hafta tanıtıldı. Kevorkian da bu vesile ile yıllardır gelmediği İstanbul'a adım atmış oldu. Kendisiyle yaptığım kısa söyleşi sırasında ağzından bu kelimeler dökülüyordu, soykırımdan kurtulmuş Ermenilerin kendi varlıklarını diasporada yetişen bir sonraki nesillerin gözü önünde anlamlandırma çabasını anlatırken. Kevorkian da üçüncü nesil bir diasporalı. Bu anlamda bu sözleri sadece kitabını alanları tanımlarken değil kendisini anlatırken de kullanıyor.

Dedim ya yıllardır gelmeyen Ermeni yazarlar, akademisyenler, sanatçılar ve düşünürler artık Türkiye'yle olan duvarlarını yıkmak için kendilerince çabalarıyla dede yadigarı topraklarına kısa ziyaretlerde bulunmaya başladılar. Tabii bu geri dönüşler sadece birer turistik ziyaret anlamını taşıyor şu anda. Bugünlerde bahsi geçen Süryani ve Yezidilerin sancılı geçen süreci kadar bile kolay olmayacak Ermenilerin bu topraklarla barışma serüveni. Bu ziyaretlerle birlikte gelenlerin anlattıklarından çıkardıklarım bunlar. Kevorkian kitabını anlatırken şunları söylüyordu: “Bu kitabı yayımlarken amaçlarımdan biri de yıllardır geçmişe kapalı olan kapının açılmasıydı. Kapı kapalıydı ve oldukça karanlıktı Ermenilerin geçmişi.”

Harputlu Kevorkian'ın bahsettiği kapıyı aralayan bu kitapta İstanbul Ermeni Patrikhanesi'nin 1913 ve 1914 yılları arasında tuttuğu kayıtlardan nüfus sayımları. Erkek ve kadın sayılarına varan detaylara, hangi bölgede hangi köyde hangi mezhepten hangi Ermeni'nin yaşadığına ve kaç okul ve kilisenin hangi mezralarda bulunduğuna dair haritalar ve tablolar eşliğinde 1000'in üzerinde fotoğraf bulunuyor. Anlayacağınız Ermenilerin bu topraklarda varlıklarını hâlâ ve hâlâ bilmeyen veya inkâr etmek isteyenler için bir baş ağrısı... Kevorkian bunları söylerken birkaç hafta önce Diyarbakır ve Batman'ı gezmeye gelen Amerika Birleşik Devletleri'nde yayımlanan Armenian Weekly Dergisi'nin Genel Yayın Yönetmeni Khatchig Mouradian'ın sözlerine götürüyor bizi. ABD'deki seçimlerin ardından “Soykırım yasa tasarılarına izin vermeyen Obama” diye yazıyordu Hürriyet, seçim sonuçlarını değerlendirirken. Oysa Khatchig bize bu seçimlerde ABD'de soykırımın bir malzeme olmadığı bilgisini haftalar öncesinden vermişti. Lübnan'da yetişmiş ve Ortadoğu'nun en sancılı dönemlerinden birine tanıklık etmiş, gençlik yıllarını bu coğrafyada geçirmiş olan Mouradian, diasporanın homojen olmadığını bir kez daha ve bir kez daha tekrarlıyordu. İnsanların kendilerini açmak istediğini aynı Kevorkian gibi “karanlıktaki tarihleri”ni canlandırmak istediklerini belirtiyordu.

Mouradian'ın değerlendirmelerinde önemli bir nokta vardı: “Bu topraklarla olan bağ asla kopmadı. 80'lerinde bir arkadaşım var benim ve sürekli şunu söyler: Ermeniler son Osmanlılardı. Bu, onları bu toprağa bağlıyor. Bu köylerle bağ hiçbir zaman kopmadı. Aslına bakarsan ben bu köyleri ziyaret ettiğimde insanlar bana sürekli soruyorlar: 'Hazine mi arıyorsun? Altın mı arıyorsun?' Çünkü bu insanların aklında birinin ta Amerikalardan kalkıp gelip hiçliğin ortasındaki o köye her günkü güzergahıymış gibi duygusal bağlarıyla geliyor olmasının imkanı yok.”

 Türkiye diaspora ile olan ilişkilerini düzeltmek istiyorsa bunun yolu diasporayı bizleştirmekten geçmiyor. Çünkü bu yolda şu anki Türkiye hükümeti daha önceki hükümetlerden bir adım ilerlemiş değildi. Çünkü bir yandan diasporayı Diyarbakır'da Ortadoğu'nun en büyük Ermeni kilisesinin açılışına çağırırken veya Van'da Akhtamar Adası'ndaki Surp Haç Kilisesi'ni küçük bir haçı bile olmadan müze olarak açarken diğer yandan o gün adaya gelenleri kilisenin kendisi kadar büyük bir bayrak  ile karşılayarak bir kez ve nedense her hükümet gibi “bu topraklar benim”i hatırlatarak mesaj vermeyi de ihmal etmiyor. İşte bu yüzdendir ki hükümetin samimiyetine inanmıyordu Ermeniler. Dünyanın iki farklı köşesinden iki farklı nesilden iki insanla yaptığım sohbetlerde Türkiye'nin Ermeniler ile (sadece diaspora ile değil) barışmasına daha çok vakit olduğunu fark ettim. Bundan iki ay önce Ararat filmi ile Türkiye'de gündeme gelen Arsineé Khandjian da yine İstanbul'da şunları söylüyordu bana: “Bence burada referans almamız gereken diyalog kavramı Türkiye tarafı için, bir anlamda Ermenilerin hazır olduğu bir diyalog kavramıyla aynı seviyede değil.”

Cumhuriyet tarihindeki katliamlarla topraklarından edilen Yezidiler, Süryaniler henüz topraklarına geri dönemez iken sanırım Ermenilerin bu ülkeyle olan büyük ve katasrofik önyargısını yıkmaya çalışmak için Türkiye'nin Ortadoğu'da gösterdiği “samimiyet” maskesinden çok daha fazlasını gerektiriyor sanırız. Ama onun da günü gelecektir bir gün. Her bir Ermeni köyüne girildiğinde biz Ermenileri hoşbeş ettikten sonra önümüze getirilen ya da bizi önüne götürdükleri taşların altında altın arayanlar için de şunu ekleyeyim: Aras Yayıncılık'tan çıkan Raymond Kevorkian'ın kitabını lütfen alın. O zaman o toprağın altında kalanların değil üstünden gidenlerin sizlere ne kadar kaybettirdiğini bir kez daha anlayacaksınız...

(ZAMAN – Aris NALCI – 25.11.2012)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri