Mustafa Ongun
Bugün itibarıyla geldiğimiz aşamada yaşamakta olduğumuz sorunlar geniş çevrelerce göz ardı edilemeyecek hakikatlerimiz olarak daha çok dile getirilmeye başlanmıştır. Ne var ki hal böyle olsa, yani sistemin çöktüğü, yozlaşmanın ve adaletsizliğin tavan yaptığı birçoğumuz tarafından bilinse de, bir yandan da sorunlar çeşitli şekillerde kendilerini tekrar ederek sürüp gitmektedirler. Bu durum, sorunlarımıza çözümler bulamadığımızı ve siyasi anlamda ciddi bir kısırlık dönemi yaşadığımızı ima etmektedir. Birçoğumuz problemin somut politika eksikliğinden kaynaklanıyor olduğunu düşünse de, somut politika üretmekten daha önce gelen ve daha vahim olan bir başka problemimiz olduğunu söylemek mümkündür.
İşte tam da bu noktada bir kez daha Aristoteles ile başlamakta fayda vardır. Aristoteles, etik ve politik felsefesinde akrasia (ἀκρασία) diye adlandırdığı ve oldukça önemli gördüğü bir davranış biçimi üzerinde durmaktadır[1]. ‘Kişinin doğru olanı bildiği halde yanlış davranışı sergileme hali olarak tanımlanan ‘akrasia’ kavramı, siyasi kısırlığımızın temel nedenlerinden birisini işaret ediyor olması bakımından dikkat çekicidir. Akratik kişilik doğru olan davranışın ne olduğunu aklı ile bulabilen, ancak aklın doğrularını - kişisel arzu, hırs ve isteklerine yenik düştüğü için - gerçekleştiremeyen kişilerdir. Söz gelimi sigaranın zararlı olduğunu bildiği halde sigara içmeye devam eden veya şiddetin kötü olduğunu bildiği halde şiddet kullanan kişiler buna örnektir. Bu örnekler ‘akrasia’yı açıklamamıza yardımcı olsa da burada bizi ilgilendiren ‘akrasia’nın toplumsal boyutudur. Bir başka ifadeyle, bir toplumun genel olarak yanlışları bilmesi ancak bu bildiği yanlışları değiştirmekte veya düzeltmekte yetersiz kalması anlamına gelen akrasia problematiğidir. Tıpkı sigaranın zararlı olduğunu bilen ve bir türlü bırakamayan kişiler gibi, toplumların da kendileri için kötü olanı bildikleri halde ısrarla bu davranışları tekrarlamaları söz konusu olabilir ve kendi adımıza üzerinde durulması gereken de kanımca budur.
‘Akrasia’nın olası sebepleri
Daha çok belli kesimleri ve kurumları suçlama eğiliminde olsak da, genel olarak toplumsal anlamda bir akrasia problemi yaşadığımız gerçeğini görmenin zamanı artık gelmiştir. Akrasia toplumsal bir sorunumuzdur ve bu sorunu çözmek için de işe “sorunun nedenlerini” anlamakla başlamalıyız. İlk anda siyasi yapımızın TC’nin siyasi yapısından gereğinden fazla etkileniyor olması, yani vesayet altında bulunduğumuz gerçeği önemli bir neden olarak dile getirilebilir. Keza, eğitim, güvenlik, hukuk ve ekonomik regülasyonu sağlayan kurumların kendi devlet yapımız tarafından bağımsız bir şekilde idare edilmemesi ‘akrasia’nın diğer önemli nedenleri olarak sıralanabilir. Burada vurgulamak istediğim, TC’nin etkisinin bizim siyasi etkinliğimizi azalttığı değildir. Bu zaten yıllardır bildiğimiz bir gerçektir. Vurgulamak istediğim, yanlışları bildiğimiz halde doğruyu yapamamamız ve yanlışları farklı biçimlerde tekrar etmemizdir. Bu noktada kimileri kendi beceriksizliğimiz yüzünden TC’nin etkisine gerek duyulduğunu savunsa da bu sınırlı bir yaklaşımdır. Unutmamamız gerekir ki, bir toplum ancak demokratik şartlarda seçilmiş etkin bir siyasi iktidar ile doğru bildiklerini hayata geçirebilir. Bundan yoksun toplumlar başkalarının bildiği doğruları hayata geçirirler ve kendi yanlışlarını ısrarla tekrarlarlar. Örneğin adam kayırmaca, devlet kurumlarına kişisel rant sağlamak için istihdam yapma gibi problemler bizim iyi bildiğimiz ve yine “bizim” düzeltmemiz gereken problemlerdir. Siyasi erk aracılığı ile kendi sorunlarımızı kendimizin çözmeme alışkanlığı bizi doğru bildiklerimizi yapmaktan alı koymaktadır. Kısacası, kendi demokratik siyasi yapımız içerisinde problemlere çözüm aramak yerine hazır çözümlere yönelmemiz ve siyaseti kişisel çıkarlar için kullanmamız bizi günden güne daha da akratik bir karaktere büründürdüğü gayet açıktır.
‘Akrasia’nın tek nedeni vesayet mi?
‘Akrasia’yı yaratan koşullar elbette vesayet ile sınırlı değildir. Problemin daha başka nedenlerinden de bahsetmek mümkündür. Vesayet kadar önemli bir başka problem ise ortak akıl veya ortak iyi bazında düşünemiyor oluşumuzdur. Ortak iyiye (yani birimiz veya bazılarımız için değil, hepimiz için iyi olana) yönelmek, egomuzu biraz da olsa aşmamızı gerektirir. Ancak görünen o ki, toplum olarak kişisel arzulara, hırslara, çıkarlara ve hesaplara kolayca yenik düşmekteyiz. Hepimizin kişisel hırsları, hesapları olduğunu ve bu duygulanımlardan tamamen kurtulmanın mümkün olmadığı elbette kabul edilmelidir. Ancak bunu kabul etmek hırslarımızı, arzularımızı vs. aşamayacağımız anlamına gelmez. Aristoteles bile 2500 yıl önce insanların hayvan olduğunu kabul ederek, hırsların ve arzuların yok sayılamayacağını kabul etmişti. Fakat yine 2500 yıl önce Aristoteles insanların sadece hayvan değil politik bir hayvan olduğuna da söylemişti. Buna vurgu yaparak da hırsların ve arzuların ortak iyi için aşılabileceği fikrini ortaya atmıştı. İşte bizi akratik bir toplum haline getiren önemli nedenlerden biri de Aristoteles’in kabul ettiğini bir türlü uygulayamamaktır – politik hayvan olamamaktır. Yani, sürekli olarak kişisel çıkarlara yenik düşmek, ortak iyiye yönelememek, bizi yanlışları bildiğimiz halde tekrar etmeye zorlamaktadır. Dolayısıyla, son yıllarda Kıbrıslı Türklerin bilgili hayvanlar olmayı başardıklarını ancak politik hayvanlar olamadıklarını söylemek hiç de abartılı olmayacaktır.
Peki Aristoteles’in anladığı anlamda politik hayvan olmakta neden bu kadar zorlanıyoruz? Cevap aslında basittir. Eğitim sistemimiz, popüler kültürümüz ve hatta aile yapımız neredeyse patolojik denilebilecek kadar çelişkili bir yapıya sahiptir. Bu çelişkili yapı ise bizim kişisel hırslarımızı ve arzularımızı aşıp ortak iyiye yönelmemizi engellemektedir. Hayatımızın birçok alanında bir yandan kişisel arzularımız, hesaplarımız ve isteklerimiz peşinde koşmamız gerektiği öğretilirken, diğer yandan da adaletli, doğrucu ve eşitlikçi olmamız öğretilmektedir. Aile, okul, üniversiteden tutun da izlediğimiz dizilere, filmlere, okuduğumuz kitaplara kadar bu ikilem her yerde karşımıza çıkmaktadır.
Popüler kültürümüz ve eğitimimiz bize bir yarışta olduğumuzu, hırslı olmamız, çalışmamız ve bu yarışı kazanmamız gerektiğini öğretmektedir. Otoriteyi dinlemeyip iyi örnekleri takip etmezsek, yarışın kaybeden tarafı olacağımız ve sonucunda hırslarımızı tatmin edemeyen mutsuz bireyler olarak kalacağımız öğretilmektedir. Öte yandan ise, aynı anda adaletli ve eşitlikçi olmamız söylenmektedir. Bir yandan ortak bir iyi olabileceği, bu iyiye ulaşmak için yarışmak değil paylaşmak ve ortak düşünmek gerektiği öğretilirken, diğer yandan da arzu ve isteklerimizi tatmin etmemiz, yarışı kazanıp kahraman olmamız öğütlenmektedir - yarışı azınlığın kazandığı ve kaybeden çoğunluğun ise mutsuz olduğu gerçeği gözden kaçırılarak tabii. Bu türden çelişkili bir aile, okul ve popüler kültür içerisinde doğruyu bildiğimiz halde yanlışları yapmak aslında hiç de şaşırtıcı değildir. Çünkü yanlış yapmamak, adaletli ve eşitlikçi olmak hırslarımızı, arzularımızı ve kişisel çıkarlarımızı aşmamızı gerektirir. Popüler kültürümüz, eğitimimiz ve aile yapımız bu basit gerçeği ısrarla göz ardı etmektedir. Kısacası, sistem bize adalet ve eşitlikle pek de ilgisi olmayan, diğerlerini yenmeyi, herkesten daha başarılı olmayı, herkesten daha önemli olmayı ve daha bunlar gibi birçok istek ve arzuyu aşılamıştır. Bu yapı da, günün sonunda, adaletli ve eşitlikçi olması gerektiğini bilen ama davranışlarına ve siyasi iradesine bildiklerini yansıtamayan akratik bir toplum yaratmaktadır.
Sonuç olarak eğer etkin bir toplum olmak, doğru bildiklerimizi uygulamak, yani kısacası ‘akrasia’dan kurtulmak istiyorsak yapmamız gereken iki temel şey vardır. Birincisi, vesayeti ortadan kaldırmak, TC ile ilişkileri saygın bir eşitler ilişkisine dönüştürmektir. Bunu yapabilmek de aslında ikinci adımı atmamızı, yani politik hayvan olmayı öğrenmemizi gerektirmektedir. Ancak unutmamamız gerekir ki, bu çelişkili popüler kültür ve eğitim sektörümüzü ret edip yerine başka bir kültürü ve eğitimi koymadan, ortak bir iyiye ulaşmak (yani politik hayvan olmak) hayal olarak kalacaktır. Buna bağlı olarak da vesayetin ortadan kaldırılması için gerekli olan fedakarlık ve mücadele de verilemeyecek ve günün sonunda herkes doğruları konuşacak ama pratikte yanlışlar kendini tekrar edecektir.
Akrasia kendini koruyacaktır…
[1] Nicomachean Ethics, Book 7.