Pembe Behçetoğulları
Birkaç hafta önce BRTK Haber Kanalı’nda bir programa katıldım DAÜ’yü temsilen. “Kuzey Kıbrıs’ta Sinema ve Sinema Eğitimi” idi konu. Ne zaman bu konu konuşulsa, buradaki, bu ülkedeki yokluklardan söz açılıyor öncelikle. Ne yok burada? Sinema yok! Yapım yok, eleştirmen yok, eleştiri yok, sinema dergisi yok, şu yok, bu yok, şu’su az, bu’su az… Bu liste böyle uzayıp gidiyor. Daha programa girmeden konuşmaya başlıyoruz bunları; ‘eleştirinin niye olmadığını’, ‘üretimin niye olamadığını ya da cılız kaldığını’… Buradaki üretimin örneğin Türkiye’deki sinema üretimine benzemediğini, çünkü burada bildik işleyişi içinde bir sinema sektörü olmadığını, ama bu nedenle burada bir ‘sinemanın olmadığından söz etmenin’ haksızlık olacağını söylüyorum –derslerimde de sohbetlerimde de ısrarla tekrarlayıp duruyorum bunu, konu oraya geldikçe! Hakikaten de bunun böyle olduğuna inanıyorum çünkü. Bu yazı vesilesiyle de ne demeye çalıştığımı biraz daha açmak istiyorum.
Evet, burada, sinema endüstrileri gelişmiş ülkelerdekine benzer bir sinema endüstrisi olmayabilir; ancak sinemanın varlığını buna bağlamak bence doğru değil. Sinema, büyük bütçeli yapımlar ya da illa da uzun metrajlı film de değildir sadece. Her ülkede kendine has, kendi ekonomik-sosyal koşullarından türeyen bir kültürel atmosfer vardır ve bu dahi, zamana/mekâna göre değişik özellikler gösterir. Sözün kısası, her yıl onlarca uzun metrajlı filmin vizyona girdiği ve bu filmler hakkında eleştiri yazılarının gazete sayfalarını süslediği koşulların Kuzey Kıbrıs’ta hüküm sürmediği herkesin malûmu. O zaman burada olmayanlardan değil, olanlardan söz etmeli. Eğer olmayanlara odaklanmak yerine olanların ne olduğundan söz edebilirsek, nasıl bir sinemasal atmosferi soluduğumuzu ve bu atmosferi geliştirmek için neler yapabileceğimizi de daha açık seçik tartışabiliriz diye düşünüyorum.
Kuzey Kıbrıs’ta uzun metrajlı film yapmaya çalışanların çok ciddi zorluklarla karşılaştığını biliyoruz; nitekim uzun metrajlı –konulu- film sayısının çok sınırlı olmasının nedenlerinden bir tanesi budur. Yönetmen Cemal Yıldırım’ın adını burada anmadan geçmek haksızlık olur, zira bu zorluklar içinde iki tane uzun metrajlı film çekmiş ve ekibiyle yeni film projeleri üzerine çalışmaya devam ediyor. Ancak benim derdim, bu konudaki zorluklardan söz etmek değil. Ben burada, Kuzey Kıbrıs’ta yapılan –kısa ya da uzun- belgesel yapımlarının ve sayısı 5’i bulan İletişim Fakülteleri (özellikle Radyo, Televizyon ve Sinema) öğrencilerinin kısa filmlerinin varlığından söz etmek ve bunun altını kalın çizmek derdindeyim. Çünkü burada kanımca eksik olan, film yapmak konusundaki azim, heyecan ve birikim değil; bu birikimi görünür kılan ve destekleyen kurumsal yapıların eksikliğidir. Belki çoğumuz farkında değil ancak Kuzey Kıbrıs’ta hatırı sayılır sayıda belgesel yapıldığının ve hatırı sayılır sayıda belgeselci yetiştiğinin altını çizmeliyiz. Bu gruptaki gençlerin de Radyo-Televizyon ve Sinema öğrencileri gibi, üretim yapabilmeleri için desteğe ihtiyaçları var. Bu yazıda, bir başlangıç olur belki umuduyla ‘neler yapmalı?’ sorusuna bir iki yanıt üretmek istiyorum.
Öncelikle, film yapmak isteyen, bu konuda çaba koyan genç (ya da orta yaşlı ya da yaşlı) insanların yararlanabileceği fonlar yaratmak gerekir. Bunun adresi Turizm, Çevre ve Kültür Bakanlığı’dır. Bugün dünya çapında ünlenmiş Fatih Akın gibi yönetmenlerin ilk filmlerini yapmalarını sağlayan sebeplerden bir tanesi, Almanya’da sinemacılar için ayrılmış fonlar olmuştur. Bu son derece önemli bir destektir, çünkü film yapmak isteyen insanların karşılaştığı en ciddi sorunların başında finansal sorunlar gelmektedir. Film yapmak isteyen birisinin, finansal kaynağını yaratsa bile, bunun uzun dönemli olabilmesi için zamansal kaynağa da ihtiyacı olduğu bir gerçek... Yani bir kişi, hayatını kazanmak için bir iş yapmak zorundaysa, finansal sorunlarını halledeceğini bilse dahi, film yapmak için kullanacağı zamanı olmayabilecektir. Bu işe kendini adamak ve bu işi meslek olarak seçmek isteyen gençlerin, zamanlarını daha iyi örgütleyebilecekleri işler yapmaları durumunda iyi projelerle finansman bulabilmelerini garantileyebileceğinden, bu tür fonların varlığı, sinema alanına önemli bir katkı sağlayacaktır.
Peki, başka ne yapılabilir? TRT’nin yaptığı gibi ‘Genç Sinemacılar’a benzer bir yapılanmayla, gençlerin senaryolarıyla/projeleriyle katıldığı yarışmalara BRTK’nin yapım desteği sunduğu ‘destek programları’ oluşturulabilir. Bu hem yeni sinemacıların ortaya çıkmasına yardımcı olacaktır, hem de BRTK’nin prodüksiyon konusundaki birikimini toplumun yaratıcı kesimleriyle paylaşmasını sağlayıp kendi içine kapanmasını engelleyecektir. Elbette bu projeler gerçekleştikten sonra bu yapımların yine BRTK’de gösterilmesi ve festivallere katılması, genç filmcilerin heyecanlarının ve çabalarının devamlılık göstermesinde etkili olacaktır.
Yukarıda da belirttiğim gibi, bu ülkede beş tane iletişim fakültesi mevcuttur. Bu fakültelerin Radyo, Televizyon ve Sinema bölümlerinde öğrenciler öğrendikleri teorik bilgilerle pratik bilgileri harmanlayabildikleri kısa filmler yapmaktadırlar. En azından benim mensubu bulunduğum bölümde, bitirme projelerinde öğrencilerimizin ‘kısa film’ yapmak zorunda olduklarını biliyorum. Bu öğrencilerin ürettiği filmler başlangıç niteliğinde olsa bile, tüm üniversitelerin söz konusu bölümlerini hesaba kattığınızda, bu bölümlerde ne kadar çok üretim yapıldığı ortaya çıkar. Yine Turizm, Çevre ve Kültür Bakanlığı’nın bu öğrencilerin çalışmalarını değerlendirebileceği, gösterime sunabileceği kurumsal yapılanmalara imza atabileceği kanısındayım. Sözün kısası, ortada kalite olarak değerlendirmeye açık, sayı olarak ise azımsanmayacak sayıda üretim vardır. Mesele bu üretimi toparlayabilmekte, onu görünür kılabilmekte…