Engelsiz Turizm

Turizm, çoğu insan için dinlenmek, eğlenmek, yeni yerler keşfetmek anlamına gelir. Oysa turizmin bir başka boyutu daha vardır: toplumun tüm bireylerine eşit erişim sağlamak.

Nalan NAR

Turizm, çoğu insan için dinlenmek, eğlenmek, yeni yerler keşfetmek anlamına gelir. Oysa turizmin bir başka boyutu daha vardır: toplumun tüm bireylerine eşit erişim sağlamak. Tatil yapmak, bir ayrıcalık değil, temel bir insan hakkıdır. Ancak dünya genelinde olduğu gibi bizim coğrafyamızda da bu hak, engelli bireyler için çoğu zaman kısıtlıdır.

Bir düşünün… Tekerlekli sandalye kullanan birinin sahile inemediği, görme engelli birinin müzede eserleri “hissedemediği” ya da işitme engelli birinin tur rehberini takip edemediği bir turizm ne kadar kapsayıcı olabilir? Turizm, yalnızca engelsiz bireylere hitap ettiğinde, toplumun önemli bir kesimini dışarıda bırakmış olur. Bu da hem sosyal bir adaletsizlik yaratır, hem de turizmin gelişimini engeller.

Oysa dünyada “accessible tourism” yani erişilebilir turizm kavramı giderek daha fazla önem kazanıyor. Gelişmiş ülkelerde plajlardan müzelere, otellerden toplu ulaşıma kadar birçok alanda engelli bireylerin özgürce seyahat edebilmesi için ciddi adımlar atılıyor. Çünkü turizmin gerçek anlamda evrensel olması, ancak herkese açık olduğunda mümkün.

Erişilebilir turizm konusunda en ileri adımları atan ülkelerin başında Avrupa’dakiler geliyor. Örneğin İspanya’da ve Yunanistan’da artık birçok plajda tekerlekli sandalye kullanıcıları için rampalar, özel yürüme yolları ve denize girmeyi kolaylaştıran aparatlar bulunuyor. Böylece engelli bireyler de herkes gibi denizin keyfini çıkarabiliyor.

İtalya ve Amerika Birleşik Devletleri’nde bazı müzeler görme engelliler için özel düzenlemeler yapmış durumda. Eserlerin kabartmalı maketleri, sesli rehberler ve dokunsal materyaller sayesinde ziyaretçiler eserleri yalnızca “görmekle” değil, “hissetmekle” de deneyimleyebiliyor. Bu tür uygulamalar, kültür ve sanatın yalnızca belirli bir kesime değil, herkese ait olduğunu hatırlatıyor.

Ayrıca Avrupa Birliği düzeyinde “Accessible Tourism” politikaları uzun yıllardır tartışılıyor ve uygulanıyor. Otellerin, ulaşım araçlarının ve turistik mekânların erişilebilir hale getirilmesi yalnızca bir sosyal sorumluluk değil, aynı zamanda ekonomik bir yatırım olarak görülüyor. Çünkü engelli bireylerin turizme katılımı, hem destinasyonların tercih edilme oranını artırıyor hem de sürdürülebilir kalkınmaya katkı sağlıyor.

Kısacası, dünyada birçok ülke “engelsiz turizm” için somut adımlar atarken, bu alanın aslında sadece engelli bireyler için değil, yaşlılar, çocuklu aileler ve hareket kabiliyeti kısıtlı herkes için fayda sağladığı kabul ediliyor. Erişilebilirlik, turizmin gerçek anlamda kapsayıcı olmasının anahtarı olarak görülüyor.

Türkiye’de son yıllarda engelli bireylerin turizme katılımı için çeşitli girişimler göze çarpıyor. Özellikle turizm bölgelerinde “engelsiz plaj” uygulamalarıyla tekerlekli sandalye kullanıcılarının denize erişebilmesi sağlanmaya çalışılıyor. Bazı şehirlerde otobüslerde düşük tabanlı araçlar kullanılmaya başlandı, havaalanlarında özel hizmet noktaları oluşturuldu. Ayrıca kültürel mekanlarda sesli rehberler ve işaret dili desteği sunan uygulamalar da hayata geçirildi.

Tüm bunlar umut verici gelişmeler olsada, hala yolun çok başında olduğumuzu kabul etmek gerekiyor. Büyük otellerde dahi erişilebilir odaların sayısı sınırlı kalıyor, birçok restoran ve kafe engelli bireyleri düşünerek tasarlanmıyor. Ulaşımda rampaların bulunmaması, dar kaldırımlar, uygun olmayan otopark düzenlemeleri günlük hayatı olduğu kadar turistik deneyimi de zorlaştırıyor.

Üstelik turizmin sadece altyapıyla değil, zihniyetle de ilgili bir yönü var. Türkiye’de birçok yerde “engelli bireylerin tatil yapabileceği” değil, “zorunlu olarak dışarıda bırakıldığı” bir algı var. Oysa engelsiz turizm yalnızca fiziksel düzenlemelerle değil, toplumun bakış açısının değişmesiyle de mümkün olabilir. Bir plajda rampa olması önemlidir, ama o rampayı kullanan kişiye eşit bir birey olarak yaklaşmak en az o kadar önemlidir.

Türkiye’deki bu yarım kalan girişimler bize aslında büyük bir potansiyeli de gösteriyor. Doğru yatırımlar, planlamalar ve bilinçlendirme kampanyalarıyla Türkiye, bölgesinde “engelsiz turizm” konusunda öncü olabilir. Ancak bunun için öncelikle engelli bireylerin sesini duymak, onların deneyimlerinden yola çıkmak gerekiyor.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti turizm açısından büyük bir potansiyele sahip olsada, söz konusu engelli bireyler olduğunda durum oldukça farklı bir tablo çiziyor. Ne yazık ki KKTC’de turizm altyapısı engelli dostu olmaktan çok uzak. Otellerde erişilebilir odaların sayısı neredeyse yok denecek kadar az, plajlarda rampalar bulunmuyor, toplu ulaşım araçları ise tekerlekli sandalye kullanıcılarını hiç hesaba katmıyor.

Kültürel ve tarihi mekanlarda da benzer bir tablo söz konusu. Müze girişleri veya ören yerleri genellikle engelli bireylerin ziyaretine uygun değil. Görme ya da işitme engellilere yönelik rehberlik hizmetleri yok denecek kadar az. Bu da aslında toplumun önemli bir kesiminin, adanın zengin tarihini ve doğal güzelliklerini deneyimlemesinin önünde ciddi bir engel oluşturuyor.

KKTC’de sadece turizm gelir kaynağı olarak önümüze çıkmaktadır. Oysa turizm yalnızca döviz kazandıran bir sektör değil, aynı zamanda toplumsal katılımı artıran bir alan olmalı. Engelli bireylerin bu sürece dahil edilmemesi, yalnızca onların haklarının ihlali değil, aynı zamanda KKTC’nin uluslararası turizmde rekabet gücünü de zayıflatan bir durum.

Bu noktada yapılması gereken şey çok açık: KKTC’nin küçük ölçeğini avantaja çevirmek. Ada, “ilk engelsiz ada turizmi” vizyonuyla hareket edebilir. Toplu ulaşımda, konaklamada ve plajlarda atılacak küçük adımlar bile büyük farklar yaratabilir. Üstelik bu adımlar yalnızca engelli bireylerin değil, yaşlıların, çocuklu ailelerin ve farklı ihtiyaçlara sahip tüm ziyaretçilerin turizm deneyimini kolaylaştıracaktır.

Yüksek lisans eğitimimi birincilikle tamamlarken hazırladığım tez çalışmamda, Kıbrıs’ın dört bir yanındaki tarihi ve turistik mekanları gezip yerinde gözlemler yaptım. Ne yazık ki ulaştığım sonuç çok netti: adanın hiçbir yerinde engelsiz turizmin varlığından söz edemiyoruz. Yollar, müzeler, ören yerleri, plajlar ve konaklama tesisleri; yani turizmin bütün ayakları, engelli bireyleri dışarıda bırakıyor. Bu da aslında turizmin kapsayıcılık iddiasına gölge düşürüyor.

Bugün dünyada erişilebilir turizm, insan hakları kadar ekonomik kalkınmanın da bir parçası olarak görülüyor. KKTC de bu vizyonu benimseyerek hem kendi vatandaşlarına eşitlik sağlayabilir hem de uluslararası turizmde farklı bir marka değeri yaratabilir.

Son olarak sormak gerekir: Tatil yapmak, müze gezmek, denize girmek ya da yeni bir şehri keşfetmek neden yalnızca engelsiz bireylere ait bir hak olsun? Turizmi gerçekten turizm yapan şey, herkes için ulaşılabilir olmasıdır. Eğer bu eşitliği sağlayabilirsek, işte o zaman turizmden söz edebiliriz.

Arşiv Haberleri