“Göçebe tatili” yani her yıl aynı yerde değil de farklı yerlerde; kimi zaman bir kongre vesilesi ile, bazen ille de gerektiği için ya da planlanmış ama asla organize olmayan gezmeler benim ideal tatil anlayışımı anlatır. Yazı değil, sonbaharın hüznünü sevsem de, gezgin ruhumun beni taşıdığı her değişik coğrafyadan ve kültürden farklı tatlar alırım. Kum, deniz ve güneş paket programları beni asla çekmez. Hele de bol yıldızlı otellerde “her şey dâhil” muhabbeti bana göre hiç değil.
Aslında yaşadığı yerde turist gibi gezmeyi sevenlerdenim çoğu zaman. Yanından hep geçtiğim bir köyü derinlemesine keşfe çıkmak, yol geçmez sahillerde denize girmek ve yüzyıllar öncesine yolculuklara çıkarak bugüne ilmek atabilmek. Yaşadığım adada kaybolmak, sonra da en tanıdık duyguyla bugüne dönmek.
İşte yine mesleğim sürükledi beni, bu yıl ikinci kez dünyanın o Avrupalı ama bir o kadar da Akdenizli ülkesi İspanya’ya. Çok değil, geçtiğimiz Eylül ayında anlatmıştım size kırmızı kuşaklı, neşeli kız Madrid’i. Bu kez Barselona’dayız. Yine İspanyol’lara ‘ola’ desek de Barselona Madrid’den çok farklı bir şehir. İspanya’da Barselona’ya benzeyen bir başka şehir daha var mıdır bilmiyorum ama Barselona çok değişik. Hani orası ‘İspanya’ ama burası ‘Katalonya’ der gibi. Barselona'nın geçmişinin İspanya'dan daha eski olması ilginçtir. 9. yüzyılda Katalan bir asilzade aile tarafından kurulmuş ve o günden bu yana Katalan ruhunu hiç kaybetmemiş.
Gezi rehberleri hararetli bir şekilde bu şehrin stilinden, moda evlerinden, gecenin her saatinde rahat olan barlarından ve etkileyici kültüründen bahsetseler de, bu şehirde insanın ruhuna dokunan başka şeyler de var. Kimliğini hiç unutmadan ama durmaksızın kendini yenileyen, bunu yaparken de geçmişten gelen iyi şeyleri korumayı başaran muhteşem mimari eserleri olan bir şehir burası.
BARSELONA SOKAKLARINDA KAYBOLMAK…
EFSANEVİ RAMLAS…
Ne ilginçtir ki denizcilik tarihi bu kadar eski olan ve beş kilometrelik sahili bulunan bu şehirde insanlar yüzyıllar boyu sırtları denize dönük yaşamışlar. Barselonalılar o enfes Akdeniz kıyılarından deniz ve güneş keyfi için yararlanmaya başlayalı yirmi yıl ya var ya yok. Şehir yüzünü denize ancak olimpiyatlardan sonra dönmüş.
Deniz, balık ve eski liman havasını kokladıktan sonra aklımın kaldığı Ramlas’ın doğu yakasındaki Gotic Mahalleye ( Barri Gotic) dönüyorum. Burada şehrin nabzı ‘eski’ diye atıyor. 14 ve 15. yüzyıldan kalma binaları ve Le Seu diye bilinen devasa büyüklükteki katedrali sıra dışı bir çekiciliğe sahip. Bu çevrede her an karşınıza gizli meydanlar, büyüleyici müzeler, eski Roma surları, antikacı dükkânları, elbette cafe’ler ve eski Yahudi mahallesi çıkacaktır. Bu kent yetiştirdiği mimarlara ve sanatçılara gerçekten de çok şey borçludur. Mimarlar, her dönemde şehirlerini en iyi şekilde giydirmek için uğraşmış, sanatçılar ise yaptıkları sanat eserleriyle şehrin ruhunu beslemişlerdir. Barselona mimarlarından en ünlülerinden sadece birisi Antoni Gaudi. Elde mi içselleştirilmiş bu kültüre hayran olmamak ve elde mi yaşadığınız en az 4000 yıllık antik Lefkoşa’nın içinde bulunduğu duruma ağlamamak. Orada mimarlar şehri her dönem ayrı giydirmek, tarihi dokuyu korumak için uğraşırken, biz sırf evlerimize dekor olsun diye tarihi Venedik Surları’nın taşlarını yağmalıyoruz.
Barri Gotic’e gelmişken, Le Seu katedraline mutlaka fazladan vakit ayırmak gerek. Hiristiyanlığa geçmeye cüret ettiği için Romalılar tarafından öldürülen Santa Eulalia’ya adanmış olan katedral, İspanya’nın en büyük gotik binalarından biri. 14. yüzyıldan kalma bu binanın avlusundaki heybetli çam ağaçları ve kazlarla dolu tropikal bahçe görülesi güzellikte.
Hani “kendi ülkemde bir müzem bile yok” derken ve yüreğim hüzün dolarken ben sadece Barselona’da beş tane müze ve beş tane galeri saydım. Elbette ki hepsine gidemezdim. Kendime ziyaret için bir müze, bir de galeri seçtim. Eski şehirdeki (Barri Gotic) Meseu Federic Mares’i gezdim. Çılgın tasarımcıların ürünleriyle dolu bu büyüleyici mekânda antik ve Ortaçağ’a ait kullanılan her şey var. Özellikle ressam, restorasyon ustası ve heykeltıraş Frederic Mares (1893-1991)’in eşya koleksiyonu zamanda yolculuk gibi…
E, Barselona’ya gidip de Picasso Galerisi’ni gezmemek olmazdı. Şehrin en çok ziyaret edilen galerisi burasıymış. Tam bir sanat koleksiyonu…
ATEŞLE SUYUN DANSI…
Barselona, adım adım gezilecek bir şehir. Burası öylesine enerji dolu ve tarih yüklü bir şehir ki her adımdan ayrı bir keyif alırsınız. Bir buçuk milyonluk kalabalık bir kent olmasına rağmen kent kaybolamayacağınız kadar düzenli planlanmış. Geceler Barselona’da bir başka görsel güzellikte. Her meydanda şehrin tarihi mekânlarını, sanki ezelden ebediyetini anlatırcasına yanan bir ateş ve her meydanda su şöleni var. Ateşle suyun böylesine büyüleyici dansını başka yerde gördüm mü hatırlamıyorum.
Barselona’da anlatacak öyle çok şey var ki; gece izleyebileceğiniz Flemenko dansından, futbolkolik Barselonalılardan; Barselona tam bir keyif ve eğlence şehri...
Yaz için henüz planlarınızı yapmamışsanız ve erken, ya da geç bir yaz tatili düşünüyorsanız ben bu yıl size Barselona’yı kesinlikle tavsiye ederim. Yalnız dikkat, sakın ola yazın göbeğinde Barselona’ya gitmeyin yoksa aynı Kıbrıs’ta olduğu gibi kavrulursunuz. İlk yaz ve sonbahar Barselona’yı gezmek için idealdir diye düşünüyorum. Yok, biz bu yıl Kıbrıs’tayız diyorsanız benim bütün kış yazlık hayallerimi süsleyen Dip Karpaz Ay Filon’da deniz keyfi yapmayı ihmal etmeyin. Ne dersiniz artık tatil planları yapma zamanı. Ben diyorum ki, nereye gidersek gidelim, vitrin misali bakıp geçmeyelim; yaşayıp hissedelim.