ZAMANIN ZULMÜ

Neşe Yaşın

Bazı insanlar neden münzevi olmayı seçer, kendilerini eve kapatırlar ve sosyal alandan bir biçimde çekilirler? Özellikle belli bir yaştan sonra bunu yapanlara rastladım. Parlak bir gençlik ya da olgunluk çağı geçirdikten sonra yaşlılığı kabullenmeyen, yaşlılık gömleğini üstüne yakıştırmayan insanlar var. Gençliğinde çok güzel olan bazı kadınların böyle bir kapanma yaşadığına, kilolarından, yüzündeki kırışıklıklardan filan utanarak kendini eve kapattığına dair hikayeler dinlemişimdir. Diğeri ise ağırlaşmış bir kırılmalar belleğinin kapıyı kapatması belki. Dışarıya çıkmak, insanlarla karşılaşmak yeni kırılmaların da önünü açmak bir anlamda. Enerjinin düşmesi, yaşla gelen bazı sağlık sorunları da söz konusu tabii. Her hayatın farklı bir hikayesi var. Dijitalleşme sayesinde artık evdeyken bile evde değiliz aslına bakılırsa. Tuşlarla çözemeyeceğimiz problem yok gibi. Banka işlemlerini, alışverişimi, akrabalarla, tanıdıklarla sohbetimi bir cep telefonundan yapmam mümkün. Cep telefonumla bir konseri bir konferansı da canlı izleyebilirim. Bahçeli bir evim varsa ağaçla, çiçekle, kuşla, böcekle de bir mesai yapmam mümkün.

Doğrusu, zorunlu gerçekleşen bazı insan iletişimlerinin son derece yorucu ve sıkıcı olduğu söylenebilir. Tatlı tatlı süren sohbetleri bozacak bir kem göz, başkalarını üzmekten zevk alan birilerinin birden ortaya çıkıp zehrini saçması gibi tehlikeler de hep mevcut. Bir kıskançlık, bir mikro iktidar girişimi keyifli bir zamanın tadını kaçırabilir. Bütün bunlarla başa çıkmayı becermeyen pek çok naif insan var. Pandemi ve kapanmalar dönemi hayatın pekâlâ evde de asgari bir keyif içinde sürebileceğine dair ip uçları verdi sanki kimilerine.

Bir araştırmaya göre ise en keyifli zamanlar 60’lı yaşlardan sonrasıymış. Çocuklar büyümüş, ekonomik olarak bir noktaya gelinmiş, zaman kendine ait, hayatla başa çıkacak felsefi bir olgunluğa ulaşılmış… Hangi ülkeden, hangi toplumsal sınıftan bahsediyorsun diye sorabilirsiniz? Ekonomi kısmı sanırım dünyanın yüzde beşini filan kapsayan bir durum. Her anlamda bir yaşlı kıyımı çağındayız aslında. Dünyayı hala yaşlılar yönetirken bu nasıl oluyor diye sorabilirsiniz? Dünyayı yöneten yaşlılar bir anlamda kendileri için bir tip “gençlik” ele geçirmişler belki de. Güç sayesinde gençlikle sağlanan bir iktidar türünü alt etmeyi başarmışlar.

Yaşlılık meselesinde kadınlar ve erkekler açısından da büyük bir fark var. Gelecekte bu nasıl olur bilmiyorum ama yaşlanmakta olan kuşağım ve özellikle önceki iki kuşağın kadınları için durum pek de iç açıcı değil. Hayatını geleneksel roller içinde debelenerek ya da bu rolleri kırmaya çalışarak geçirmiş kadınlar bugün hayat hikayelerinin bazı bedellerini ödeme noktasındalar. Özgürlük uğruna aile kurmaktan, çocuk yapmaktan imtina edenler, çocuklarını yalnız büyütenler, çocukları uğruna kendilerini sevgisiz bir ortama mahkûm edenler ve dilediğiniz gibi uzatabileceğiniz bir liste söz konusu. Beyaz atlı prensi hiç gelmeyenler, geldikten sonra atına binip başka prensese ya da prenseslere gidenler, prens beklemeyip kendini bazı kucaklarda avuttuktan sonra derin boşluklara düşenler, her durumda bakıcı rolünden kurtulamayanlar verebileceğim bazı örnekler.

Yaşlılık diliminin ileriye çekilmesi, kozmetik sanayinin yarattığı mucizeler, sağlıklı yaşam koçlukları filan bir yere kadar teselli edici. Bunlarla uğraşılacağına yaşlılığı onurlu ve üretken bir kategoriye dönüştürmek, inkâr yerine kabul etmek, zamanın zulmüne en çok da zekayla direnmek kimilerinin seçtiği. Ne olursa olsun tazelik ve gençliğin hiyerarşi basamaklarının üstüne tırmanmasına engel değil bu.

İşin püf noktası bu aslında. Bütün mesele hiyerarşi oluşturan bir sistemde yaşamakta. Farklılıkların her birinin değerli olduğu, gücün paylaşıldığı, her rengin diğerinin yanında durarak onurla var olabildiği bir sosyal eko sistem belki de gerekli olan. Çeşitliliğe dair bir coşku ve farklı olanı takdir etme hali hepimizi mutlu edebilirdi sanki.

Hüzünlü insan manzaraları içimi burkuyor. Yalnızca bu nedenle bile bir münzeviye dönüşesim var kimi zaman. Pandemiden sonra garip bir pratik edindim. Bir kamusal alandayken, sergi izlerken, sinemada, alışveriş merkezinde, uçakta, otobüste, metroda filan geliyor başıma. İnsanlara bakıyorum ve bu insanlar arasından biri çok yakında ölebilir diye düşünüyorum. Ürpertiyor bu beni. Bir fanilik ruh hali sanki. Ölümün baş gündem olduğu bir dönemin ruhumda yarattığı bir arıza belki de. Bazen de son dönemde yitirdiklerimizin yüzleri geçiyor gözlerimin önünden. Yüzüm düşüyor hemen. Bir yaşlılık bulutu içine çekiyor beni. Oysa içimde cıvıl cıvıl bir kız çocuğu koşuyor hala.