Yorgoz’dan Akdeniz’e, kayıpların izinde...

Geçtiğimiz Çarşamba sabahı (14 Kasım 2012) tek başıma yola koyuluyorum, bir şahitle buluşmaya gidiyorum... Bana söyleyeceklerini başka kimsenin duymasını istemedi – ben de onun “isimsiz” kalma talebine saygı gösteriyorum ve yola koyulu

 

 

 

Geçtiğimiz Çarşamba sabahı (14 Kasım 2012) tek başıma yola koyuluyorum, bir şahitle buluşmaya gidiyorum...

Bana söyleyeceklerini başka kimsenin duymasını istemedi – ben de onun “isimsiz” kalma talebine saygı gösteriyorum ve yola koyuluyorum...

Bu harika sonbahar gününde güneş pırıl pırıl, hava ne sıcak, ne soğuk, kırlar yeşillenmeye başladı... Lefkoşa-Omorfo yolunda Yılmazköy (Şillura) altgeçidinden geçiyorum... Şillura’nın içinden geçip Çamlıbel’e (Mirtu) doğru gidiyorum...

Yol neredeyse ıssız denecek kadar tenha... Arada bir karşıdan bir araba gelip geçiyor, Kılıçaslan (Kördemen – Kondemenos), Özhan (Asomato) gibi askeri köylerden, askeri bölgelerin ortasından geçiyorum... Kargalar eşlik ediyor bana ve arada bir tarlalarda tek tük traktörlere rastlıyorum... Bu bölge o kadar doğal, o kadar el değmemiş, o kadar sessiz ki, Lefkoşa’nın karmaşasından, çöpünden, pisliğinden, didişmelerinden, politikacıların carcar etmelerinden kaçmak, ruhuma iyi geliyor... Burada kargaların uçuşuna, bir giksinin dalışına bırakıyorum kendimi...

Nihayet Çamlıbel’e (Mirtu) varıyorum...

Burada 1974’te bombalanmış eski bir benzin istasyonunun önünde buluşuyorum okurumla...

Birlikte Yorgoz’a (Tepebaşı – Diorios) gidiyoruz...

Yorgoz’un eski yolunu buluyoruz, Yorgoz’dan Akdeniz’e (Ayirini) giden yolu... Delik deşik, perişan bir yol bu... Belli ki yıllardır tamir edilmemiş, bakım görmemiş...

Aradığımız kavşağı buluyoruz ve duruyoruz...

Arabadan aşağıya iniyoruz...

Okurum bana bildiklerini anlatıyor:

“Üç Kıbrıslırum, bazı Kıbrıslıtürkler tarafından Kormacit’ten alınıp Akdeniz’e (Ayirini) götürüldüydü. Bunlar Şekeris ile bir baba oğuldu” diyor.

1974 yılında Aya İrini’de Kördemenli (Kondemenos) baba-oğul Takis Panteli ve Pantelis Hacıhristoforu ile Liveralı (Sadrazamköy) Andreas Şekeris öldürülmüştü... 1974’te bazı EOKA-B’cilerin köyün dışında öldürdükleri Hüseyin Mustafa Tarabulus’un mezarının bulunduğu yere gömülmüşlerdi – hatta bu yeri Kayıplar Komitesi yetkililerine göstermiştik...

Okurum devam ediyor:

“Evet, önce Tarabulus’un mezarı yanına gömüldüydüler” diyor, “ama ondan sonra iki defa yerleri değiştirildi. Birincisinde, Tarabulus’un mezarının oradan çıkarılıp köyün ormanına, bodur selvilerin altında bir yere gömüldülerdi. Topraklarıynan birlikte bir römorkun içine konmuş ve traktörle oraya taşınarak gömüldülerdi. Aradan zaman geçti, bir gün bir adam bu bölgeye bir tavşan tuzağı kurmaya gittiği zaman, orada bazı insan kemikleri gördü. Hemen Çamlıbel (Mirtu) polisini aradı ve bu durumu bildirdi.

Çamlıbel polisi insan kalıntılarının bulunduğu yere inzibatla birlikte gitti çünkü 1978 yılına kadar Çamlıbel polisi, karakolun hemen bitişiğindeki inzibatlarla birlikte görev yapardı. Bu olay 1978’den önce meydana geldi. Yani 1974 ile 1978 yılları arasında... Çamlıbel polisi ile inzibat, insan kemiklerinin bulunduğu Akdeniz’deki ormancığa gidince, burada üç şahısa ait kemikler buldular, üç kafatası gördüler. Bunlar birkaç yıllık cesetlerdi. Gidip kireç aldılar ve sonra bu kalıntıları bir torbaya koydular. Oradayken, bunların Kıbrıslıtürkler değil, üç “kayıp” Kıbrıslırum’a ait kalıntılar olduğunu öğrendiler.

Çamlıbel polisi ve inzibat, bu olayın “bir cinayet” olabileceğini düşünerek, bağlı oldukları Girne polisine de haber verdiydi Akdeniz’e gitmeden önce ve Girne polisinden de bir görevli, Akdeniz’e (Ayirini) gitmek üzere yola çıktıydı. Bu bölgenin CID sorumlusu bir Kıbrıslıtürk polisti. Şu anda hayatta değildir.

İşte tam bu durduğumuz kavşakta karşılaştılar, Girne polisi ile Çamlıbel polisi ve inzibat...

Girne CID sorumlusu polis, “Geldim cinayeti araştırayım” deyince, Çamlıbel polis görevlisi (kendisi şu anda hayatta değildir) ona, “Ne cinayeti be, ölüler Kıbrıslırum’dur” diyerek durumu izah etti. Böylece inzibatlara emir verilerek, gidip kürek bulmaları ve torbada bulunan üç “kayıp” şahsa ait kalıntıları gömmeleri söylendi. İnzibat askerler de gidip kürek buldular ve anlatılanlara göre bir harnıp ağacının köküne onları gömdüler. Buradaki zorluk şudur: Yolun her iki tarafında da harnıp ağaçları vardı ama bazıları sanırım kesildi veya kurudu. Yolun ilerisinde de bazı harnıp ağaçları vardır. Yani tüm harnıp ağaçlarının altının taranması gerekir dikkatlice...”

Okurum böyle diyor...

Okurum “kayıp” Çakkas’la da ilgili bilgi sahibi... Omorfo-Ayirini (Akdeniz) arasındaki yolda, köyün bayağı dışında ufak bir çiftliği olan Hristodulos Çakka’nın yolun kenarında bir yere gömüldüğünü, çiftlikte ölü domuzlar bulunduğunu ve şirocunun onu domuzlarla birlikte gömmüş olduğunu kendisine bizzat anlattığını söylüyor. Buradan Alubo deresi geçiyormuş...

Köyde yani Akdeniz’de kalan Vasilu Biberari’yi  ve yine köyde geride kalan yaşlı Haralambos Celebeşis’in de öldürülerek naaşlarının “kayıp” edildiğini biliyoruz. Bu konuda bazı görgü tanıklarının göstermiş oldukları noktalarda Kayıplar Komitesi geçtiğimiz yıllarda kazı yürütmüş ancak onlardan herhangi bir ize rastlamamışlardı...

Bu okuruma paylaştığı bu değerli bilgiler için teşekkür ediyorum ve geldiğim aynı yoldan geri dönüyorum...

Döner dönmez Kayıplar Komitesi yetkilileri Murat Soysal, Okan Oktay ve Ksenofon Kallis’i arayarak 16 Kasım 2012 Cuma günü onlarla bu bölgeye gelebilmemiz ve onlara bu yerleri gösterebilmek için okurumun anlattıklarını paylaşıyorum. Çakka’nın çiftliğini bulabilmek için de bir başka okurumu arıyorum ve onunla da Cuma günü Kayıplar Komitesi yetkilileriyle buluşabilmesi için işlerini ayarlamasını istiyorum...

16 Kasım 2012 Cuma sabahı Kayıplar Komitesi yetkilileri Murat Soysal, Okan Oktay ve Ksenofon Kallis’le birlikte Tepebaşı’ndaki (Yorgoz-Diorios) eski yol kavşağına gidiyoruz.

Kallis, bu bölgenin havadan çekilmiş fotoğraflarını bulacak ki eskiden nerelerde harnıp ağaçları bulunduğu ortaya çıksın.

Ancak Kallis, harnıp ağaçlarının altına gömü yapmanın, hele hele kürekle harnıp ağacının altını kazmanın çok zor olduğunu izah ediyor bize...

Harnıp, su istemeyen, ancak çok uzun yıllar sonra meyva veren bir ağaçmış... Toprağın altındaki kökleri çok yayılırmış, insanlar sulamadığı için, kendi suyunu bulabilmek için sağa sola kök salarmış...

Bu yüzden harnıp ağacının altındaki toprağı kazmak çok zormuş çünkü hemen köklerle karşılaşırmış insan...

“Bak” diyor, “ne kadar geniş yer ister harnıp... Üstelik harnıbı keserek yok etmek mümkün değil... Kolay kolay kurumaz da... Kesersanız, hemen borica atar... Meğer ki şiroyla bütün köklerini alasınız...”

Kavşağın iki yanındaki ve karşısındaki alanda harnıp ağaçlarının çevresini dolaşıyoruz, derken yoldan çok uzak olmayan bir noktada bir kuyu keşfediyor Kallis, bu kuyu kapatılmış...

 “Belki de onları bu kuyuya atmışlardır” diye tahmin yürütüyor Kallis... “İnsan bir kuyuyu durup dururken niye kapatır?” diye soruyor... Bu kuyunun neden kapatılmış olduğunun da araştırılması gerekecek...

Okan Oktay, aslında bu alanda iki-üç yıl önce kazı yürüttüklerini ama yolun öteki tarafını kazmadıklarını söylüyor...

Kavşaktaki işimizi tamamlayıp bize Çakkas’ın olduğunu tahmin ettiğimiz çiftliği gösterecek olan okurumla buluşmaya gidiyoruz.

Onu da yanımıza alıp, ODTÜ yolundan ilerliyoruz, Omorfo’nun (Güzelyurt) çöp alanının içinden geçiyoruz... Yolun her iki tarafına da çöpler yığılmış, yer yer yanıyor çöpler, bu yüzden ortalık dumanla kaplı...

Çöp alanını geride bıraktıktan sonra, epeyi bir ilerledikten sonra nihayet Omorfo-Akdeniz (Ayirini) arasındaki toprak yolu buluyoruz ve sağa dönüyoruz.

Yolun girişinde bir uyarı levhası var: Burası tankların atış alanıymış ve patlamamış mermiler olabilirmiş!

Toprak yolda ilerliyoruz ve bir zamanlar küçük bir domuz çiftliği olan yere geliyoruz.

Az sonra okurumun bir akrabası da geliyor...

“Biz bu aileyi iyi tanırdık” diye anlatıyor...

“Ben küçüktüm, altı yaşında traktör sürerdim, çok haylaz bir çocuktum. Polis peşime düşerdi... Burada yaşayan Kıbrıslırum aile, beni korurdu, polisin bana dokanmasına izin vermezdi... Zaten bu aileyle bizim ailemizin ortaklaşa 60 küsur dönüm ortak arazisi vardı. Tapuları da ortaktı yani... Ama ben çok küçüktüm, o nedenle burada neler oldu, bilemem” diyor.

1974’te domuzların bulunduğu alanı gösteriyor bize, çiftliğin dışında birkaç odalı bir ev varmış, ev yıkılmış... Evin yerini gösteriyor... Eğer bir şirocu buraya gelmişse, nereden giriş yapmış olabileceğini araştırıyoruz... Çiftliğin gancellisinin tam olarak nerede olmuş olabileceğini gösteriyor bize buraya gelen okurumun akrabası...

“Biz onları Goracidissa diye bilirdik” diyor...

Şimdi Kallis, burasının gerçekten de Çakkas’lara ait bir çiftlik olup olmadığını araştıracak... Bu konuda da Kayıplar Komitesi’nin daha fazla çalışma yapması gerekecek...

Çarşamba günü okurumun bana anlattığı gibi, çiftliğin az ilerisinden Alubo deresinin geçtiğini de görüyoruz...

Bu yolu takip ederek Akdeniz’e (Ayirini) kadar varıyoruz...

Bu konuda bize yardımcı olan okurlarıma sonsuz teşekkürler... Kayıplar Komitesi yetkililerine de bizimle gelerek onlara bu olası gömü yerlerini göstermemizi kabul etmiş oldukları için çok teşekkür ederiz.

 

 

 

 

 

 

 

Arşiv Haberleri