YOLCULUK  HALLERİ

Neşe Yaşın

Her mekân başka biri yapıyor insanı, farklı bir yanını ortaya çıkarıyor. Arkadaşın seyahatte seç derler ya; farklı mekanlar insanların farklı yanlarını açığa çıkardığındandır belki de bu. Bir de yoksunluklar, zorluklar, farklı kültür ve mekanlarda nasıl tepki gösterdiği çok önemli bir insanın. Zorda kalındığında dayanışma gösteriyor mu yoksa gemisini kurtaran kaptan moduna mı giriyor? Ekmeğini, parasını paylaşıyor mu, zor bir tırmanışta elini uzatıyor mu?

Hiç şaşmaz; yolculuk iyi bir sınavdır arkadaşlıklar için. Başka zamanlarda hiç meydana çıkmayan pürüzler beliriverir. Başka zamanlarda tahammül edilir olan, hatta bir hoşluk olarak görülüp geçilen bazı kişilik özellikleri birden sinire dokunur.

Çok arkadaşlıkların bozulduğuna tanıklık etmişimdir yolculuk sonraları. Fon değişince algı da değişiyor sanki. Bazen de hiç ummadığın biri ile yakınlaşabilirsin bir yolculukta. Kader birliği önemli bir bağdır çünkü. Sonraları yıllarca anlatılacak anılar oluşmuştur. Yolculuk anıları eşsizdir çünkü, rutin içindeki, insanın kendi gündelik hayatını sürdürdüğü mekânı içindeki anılara benzemezler.

Yaz aşkları biraz da mekânın büyüsünün yok olmasıyla yitip giderler; sosyal üniformasını çıkarmış insan başka biridir çünkü. Yazlık giysiler sadece bedene değil ruha da bir hafiflik katarlar. Sorumlulukların az olduğu zamanlarda daha az gergindir; fiziksel olarak bile başka biridir insan.

Yaz uzun ışıklar zamanıdır; geceler ise daha yakındır yıldızlara. Suya kendini bırakan beden ruhu da yüzergezer kılar, kalp ise daha hızlı çarpar yazları.

Hemen hemen her sabah bir şiir çeviriyorum Pandemi başladığından beri. Hem güne şiirle başlamış oluyor hem de tanıdığım, tanımadığım bir şairi etüt ediyorum böylelikle. Yaz şiirlerinin çok farklı bir havası olduğunu fark ettim bunu yaparken. Yaz Eros’a Kış ise Thanatos’a daha yakın sanki. Bildik bir şey, bir klişe diyeceksiniz ama klişeler defalarca deneyimlendikleri için klişe olmuşlar zaten.

Ben bahar insanıyım aslında. Gerçi her ülkenin yazı, güzü, kışı, baharı farklı. Kıbrıs’ın kışları yemyeşil, çiçek çiçek. Avrupa yazları daha çok da bahar gibi. Ya da küresel ısınma öncesi öyleydi diyelim. Şimdilerde Avrupa’yı bir kazana atmışlar.

Bu yazıyı bir yolculukta, bir pansiyon bahçesinde yazıyorum. Yarın bir feribotla İkaria adasına doğru yol alıyor olacağım. Tam 10 yıl önce bu g,nlerde aynı adadaymışım. Eminim çok şey değişmemiştir. Büyük şehirler gibi bir yılda başka bir yere dönüşmüyor adalar. Umudum bu yani. Kapitalizmin eli oralara ne kadar uzanmış bilinmez tabii. İkaria, Kızıl Ada diye de biliniyor. Yunan cuntası döneminde devrimci entelektüellerin sığınağı olduğu için layık görülmüş bu sıfata. Sonuçta İkarius’un, imkansızı başarmak için yola çıkmış olanın adası. Güneşe yaklaşınca erimişti İkarius’un mumdan kanatları. Bizler de güneşin sofrasında oturanlarız sonuçta.

On yıl önce İkaria’da çekilmiş fotoğrafımda beyaz bir elbise giymişim. Öyle mutlu filan değilim. Yine de geleceğe dair umutların dozu yüksek o zamanlar. İnsan şimdiki olgunluğuyla on yıl öncesinde olabilse keşke.

Yine hızla geçip gidiyor yaz. Pandemi sonrası bir hayat oburluğu nüksetmiş sanki. Dünyaya kırgınlıkla yan yana gidiyor bu. Ölümün nefesi hayatın ateşini körüklüyor.

Yeniden hareketlenen dünyada ortak bir keder deneyiminin failleri olarak daha çok hissedebiliyoruz birbirimizi. Başımıza daha neler gelecek kim bilir.

Temmuz’u devirirken adını İmparator Augustus’tan alan Ağustos’a giriyoruz. İmparatorumuz en büyük zaferlerini bu ayda kazandığı için bu aya verilmiş adı. Julius Sezar’dan dolayı adlandırılan Temmuz’un 31 çekmesini kıskandığı için de 31 gün olmasını buyurmuşlar Ağustos’un ve bunu hangi aydan çalmış dersiniz? Şubat’tan tabii. Benim doğduğum aydan.

Her başlangıç güzeldir sonuçta. Bakalım Ağustos ne getirecek? Belki de en güzel Ağustos henüz yaşamadığımız Ağustos’tur. Kim bilir?