KKTC’de sistemsizlik sistem haline geldi. Deve örneğinde olduğu gibi, ‘doğru’ bir yer bulmak kolay değil!
Bunun nedeni 1974’ten bu yana, hatta daha uzun bir süredir izlenen politikalara dayanıyor.
Yani Kıbrıslı Türkler kendi başlarına sistemsizliği sistem haline getirmeye karar vermediler.
Kamudaki şişkinliğin, üretimin sıfırlanma noktasına gelmesinin, narenciye ve küçük sanayinin batmasının, KİT’lerin kurulmasının müsebbibi ‘sokaktaki vatandaş’ değildir.
Elbette her toplum gibi bizim toplumumuzun da kendi yaşamına yön veren kararların alınmasına katkı koyması, tepki vermesi, etkide bulunması gerekirdi.
Toplumun bu açıdan ‘kabahatli’ olduğunu söyleyebiliriz. Ama kabahatin asıl kısmı topluma yüklenemez.
Gelin görün ki, 50 küsur yıllık ‘derin’ Kıbrıs politikaları nedeniyle atılan adımların faturasını şimdi misliyle toplumun önüne koydular, usulca kabul etmesini bekliyorlar!
**
Bu ülkede hiçbir olgu ‘derin devlet’in yaptıklarından ayrı düşünülemez. Eğer o önemli ‘detay’ı atlarsanız, üreteceğiniz sonucun ayakları yere basmaz.
Örnek mi?
Bu ülkede her seçime Ankara, yani ‘derin devlet’ bir şekilde müdahale etmedi mi?
Artık bu soruya “hayır” diyen çıkmaz. Zira her seçimle ilgili tonla bilgi, anı, belge var.
İşte o müdahale edilen seçimler sırasında, bu ülkenin sadece siyasi değil, ekonomik ve sosyal kaderiyle de oynandı.
Neler mi yapıldı?
Neler yapılmadığını sıralamak daha kolaydır ama yapılanların birkaçını sayayım sadece…
İstenenlerin seçim kazanması için devlet olanakları kullanıldı. İş, arazi, makam, mevki, para dağıtıldı.
Nüfus taşındı, yurttaş sayısıyla oynandı.
Talep edilmeyen haklar verildi, sosyal fonların geleceği karartıldı.
Siyasal tehditleri, karalamaları, sandıklardaki operasyonları da siz ekleyin bunlara…
**
Derin devletin bu ve benzeri yığınla vukuatı orta yerde dururken ve henüz hayatta olan kuşaklar tarafından yaşanmışken, bunun bedeli toplumdan isteniyor.
Ne deniyor?
Sistem yanlışmış…
Kıbrıslılar üretmiyor, çalışmıyormuş…
Kamu açıkları büyükmüş…
Türkiye’nin aktardığı kaynak reel ekonomiye akmıyormuş…
Bu gidişatla ekonomi düzelmezmiş…
Peki çözüm neymiş?
Çözüm yok!
Kamu açıklarını kapatmak, yani Ankara’dan gelen para miktarını aşağıya çekmek dışında ekonomiyle ilgili hiçbir olumlu tarafı olmayan paketler konuluyor önümüze…
Sanki ‘derin devlet’in 50 küsur yıl oynadığı “çözümsüzlük çözümdür” siyasetini bu toplum kendisi seçti ve ilmeği kendi elleriyle boğazına geçirip tabureye tekmeyi kendi ayağıyla vurdu!
**
Bu ülkede insanımıza dayatılan ‘fakirleşme’ siyasetini sorgulamaya başlarken ‘derin devlet’le hesaplaşmamız gerekiyor.
Kimse kusura bakmasın ama ‘Kıbrıs İstirdat Planı’nı biz yazmadık!
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluş antlaşmalarına biz imza atmadık, İngiliz’e iki egemen üssü biz hediye etmedik.
Camilerim bombalanması, yakılması emrini biz vermedik, Ayhan Hikmet ve Muzaffer Gürkan dahil ‘Cumhuriyet’e sahip çıkanları biz tertiplemedik.
“Selanik’te Atatürk’ün evi kundaklandı” safsatasını biz yazıp İstanbul Rumlarına dünyayı dar etmedik.
‘Taksim’ senaryolarını biz yazmadık, buna karşı çıkanları ‘vatan haini’ ilan etmedik.
Kıbrıs’ı her zaman uluslararası alanda bir ‘koz’ olarak görüp her türlü rantını biz yemedik.
KKTC’yi ‘tanırmış’ gibi yapıp Kıbrıs Cumhuriyeti ile gidip maç yapmadık, Atina üzerinden Gümrük Birliği rüçhanlı tarifesi üzerinden ticari ilişki kurup KKTC’deki ticaretin belini biz kırmadık.
Bunların tümünde ‘derin devlet’ başrol oynadı ve bugünlere geldik.
Ve şimdi bu halka “Yoksullaşacaksın” diyorsunuz!
Ne hakla?