Çocuk okuldan eve dönüyor ve ebeveynlerine “yoğurdu üzümden çok severim” diyor. Duydukları karşısında şaşıran ebeveynler sonunda çocuğun söylemek istediğinin “yurdumu özümden çok severim” olduğunu anlıyorlar. Bu gerçek hikayeyi geçtiğimiz günlerde Mehmet Çağlar’ın hazırladığı “Eğitim Stratejisi Programını” tartıştığımız panelde Kutlay Erk anlattı. Hikaye, çocuklara “Türklük Şuuru” ve “Vatan Sevgisi” aşılamak için ezbere dayalı milliyetçi eğitim sisteminin hallerini bütün çıplaklığı ile gözler önüne seriyor. “Yurdumu özümden çok severim” veya “Varlığım Türk yurduna armağan olsun” türünden sloganlar eğitim sisteminin sadece milliyetçi saplantılarla örüldüğünü göstermiyor. Aynı zamanda, eğitim sisteminin buram buram savaş ve militarizm koktuğuna da işaret ediyor. Çocuklardan istenilen büyüyünce hayatlarını “vatana ve ulusa feda etmeleri”, yani ölmeye ve öldürmeye hazır olmalarıdır. Mustafa Kemal Atatürk de zaten öğretmenlerden “irfan ordusu” olarak söz ediyordu ve İrfan ordusunun görevinin “ölen ve öldüren birinci orduya niçin öldürüp niçin öldüğünü öğretmek” olduğunu ileri sürüyordu.
Mehmet Çağlar’ın büyük bir titizlikle hazırladığı alternatif Eğitim Stratejisi Programı mevcut eğitim anlayışı ve paradigmasını köklü biçimde değiştirmeyi amaçlıyor. Değiştirmek istediği eğitim sistemi ise yukarıda sözünü ettiğimiz anlayışa dayanıyor. Kuzey Kıbrıs’ta mevcut eğitim sisteminin başlıca amacı “Atatürk milliyetçiliğine bağlı yurttaşlar yetiştirmek” olarak açıklanıyor. Sorgusuz sualsiz benimsenen bu şiarın gerçekte ne anlama geldiğine bakmakta yarar vardır.
Mustafa Kemal Atatürk’e göre eğitimin amacı yeni kuşakları Türk milletine ve devletine sadık olarak yetiştirmek ve onları Türk milleti ile devletine düşman olanlarla mücadeleye hazır hale getirmektir. Nitekim Atatürk “çocuklarımıza ve gençlerimize vereceğimiz tahsilin sınırı ne olursa olsun, onlara esaslı olarak şunları öğreteceğiz: Milletine, Türkiye devletine, Türkiye Büyük Millet Meclisine düşman olanlarla mücadele etmektir. Bu yöntem ve araçlarıyla donatılmış olmayan milletler için yaşama hakkı yoktur” diyordu. Atatürk’e göre öğretmenlerin asli görevi “milli düzene saygılı” itaatkar yurttaşlar yetiştirmekti. Cumhuriyet Halk Partisi’nin ‘Altı Ok’ olarak adlandırılan Temel İlkelerinin programına aldığı 1931 kongresinde eğitim konuları da “Milli Talim ve Terbiye başlığını taşıyan programın Beşinci Kısmında yer almıştı. Programda şöyle deniyordu: “Kuvvetli cumhuriyetçi, milliyetçi ve laik vatandaş yetiştirmek tahsilin her derecesi için mecburi ihtimam (özen) noktasıdır. Türk Milletine, Türkiye Büyük Millet Meclisine ve Türkiye devletine hürmet etmek ve ettirmek hassası (özelliği) bir vazife olarak telkin olunur.”
Laik milliyetçi yurttaşlar yetiştirmek ve onları Cumhuriyet düzenine entegre etmek olarak belirlenen Atatürkçü eğitim sisteminde bireyselleşmeye ve farklılaşmaya yer yoktu. Osmanlı İmparatorluğu’nda devlet ile ümmet arasında ne denli özdeşlik varsa, cumhuriyette de devlet ve millet ya da devlet ve halk arasında o denli bir özdeşlik aranıyordu. Bu anlayışta özerk ve eleştirel düşünen bireylere yer yoktu. Yurttaşın bireysel haklarından çok görevlerine yer veriliyordu. Cumhuriyetin kuruluşundan 1998 yılına kadar Türkiye’de milli eğitim ideolojisini inceleyen İsmail Kaplan Atatürkçü eğitimin özünün “halka mutlak itaat ruhunu aşılamak” olduğunu saptadı: “Türk eğitim sisteminde 1920’deki kuruluşundan başlayarak milliyetçi-devletçi bir felsefenin ya da ideolojinin yön verdiği söylenebilir. Bu ideoloji, Türk ulusunu ve Türk devletini yüceltme eğitimini taşıyordu. Temel kaygısı, öğrencilere milliyetçi değerleri aşılamak ve onları devlete ve ulusun en iyi özelliklerini cisimleştirdikleri düşünülen devlet başkanlarına mutlak sadakatle bağlı yurttaşlar olarak yetiştirmekti.”
Şu sıralar Türkiye’de “Atatürkçü gençlik” değil, “Müslüman gençlik” yetiştirmek isteniyor. Bunun Kuzey Kıbrıs’a da yansımalarını görüyoruz. Fakat Kemalist eğitimin itaat ve biat kültürüne dayalı anlayışı aynen devam ettiriliyor. Tek fark, Atatürkçü gençlik yerine “Müslüman gençlik” yetiştirmektir. Bireysel özerk ve eleştirel düşünceden yine eser yoktur.
İşte Mehmet Çağlar’ın paradigma değişikliği ile kökten değiştirilmesini önerdiği eğitim sistemi(leri) bunlardır. Eleştirel düşünceye, sorgulamaya, farklılaşmaya dayalı bu eğitim sisteminin özünü özgürlük ve özgürleşme oluşturmaktadır. Bu yapılmadığı sürece de “yoğurdu üzümden çok seven” yurttaşlar yetiştirmeye devam edeceğimiz kesindir…