Yeter ki gerçekçi olalım…

Asım Akansoy

 

“Eğer size slogan atmamı istiyorsanız atarım. Çok attım ve attırdım. Eğer sizi gaza getirmemi istiyorsanız yaparım. Çok yaptım, yaptırdım. Eğer size dün “Şanlı bir mücadele verildi ama kaybedildi” dememi isti-yorsanız söylerim. Çok yalan söyledim. Söylememeye söz verdim ama ısrar ederseniz söylerim. Eğer “Bu mücadele burada bitmedi” dememe ruhen ihtiyacınız varsa bunu da söylerim.
Dünkü mücadele bir kıvılcım olacağına inanıyorsanız yanılıyorsunuz. Dünkü mağlubiyetin kimseyi yıldırmayacağını sanıyorsanız yanılıyorsu-nuz. Dünkü mağlubiyet bir son olacak zannediyorsanız yanılıyorsunuz.”
UG

Sevgili Ulaş, http://gokceulas.livejournal.com adresli blogunda “Neden mücadele kaybedildi” başlığıyla yayınladığı yazısı ile “yine” önemli saptamalar yapıyor. Keskin zeka ve acımasız kalemi ile, Kıbrıslı Türk siyasi düşünce hayatına önemli katkılar yapan Gökçe, “Gençlik Koordi-nasyon Ofisi” mücadelesinin neden baştan kaybedilmiş bir mücadele ol-duğunu; mücadele araçları ve söylemin bilinenin ötesine gitmenin müm-kün olmadığını ortaya koyarken, ne yapılması gerektiğine dair de bazı ipuçları sunuyor bizlere.

Geçtiğimiz hafta kaleme aldığım “Siyasete dair düşünceler…” bağlamına yakın bir arayışın söz konusu olması bence çok önemli. “Koordinasyon Ofisi” ile ilgili açıklama ve yorumlara baktığımda, muhalif kesimin ya hala uyanmadığını ya da geç uyandığını düşünmekteyim.

Uyanmamıştır, çünkü uzun bir süredir gündemde olan bir konun içeriğini sıradanlaştırarak gündeme taşıma ve konu ile ilgili geniş bir ittifak si-yasetinin üretilmesi sağlanamamıştır. Basitçe, olayı “top sahası ve gençlik kampı meselesine” indirgeyenlerden, “din” temelli kaygılarla bakanlara kadar uzayıp giden farklılıklar içerisinde işin kanımca özünü kaybedip, çeperlerde dolaşanların seslerini bolca işittik.

Ancak bu uyanmayışın altında yatan en büyük sorunun, demokratik kül-tür ve yapılanmayı en kolayından reddedip, ne ilktir ne son olacak dü-şüncesiyle kılını kıpırdatmayan sinik tavırlar olduğunu düşünüyorum.

Özellikle bazı sendikaların, yağmur yağsa greve gittikleri, sol yönetimler başa geçtiğinde acımasız tavır sergilemeyi marifet bildikleri ülkemizde nedense konu toplumun kendi öz varlığı ve toplumsal irade söz konusu olunca geri çekilmeleri ve basın açıklamaları ile konuyu geçiştirmeleri dikkat çekicidir.

Ulaş Gökçe, buna “çok örgütlülük içindeki örgütsüzlüğümüz” diyerek sağlam bir saptama yapıyor. Şöyle devam ediyor: “Şimdi siz zannediyor-sunuz ki örgütlerin bu zümresel tutumları sadece toplumsal konularda mağlup olmamızı sağlıyor. Hayır, örgütler kendi alanlarında da mağ-luplar.”

Geç uyanma meselesi de aslında, dünden bugüne “göstere göstere gelen bir golun” farkına varamamaktır. Çünkü bu yasanın Meclise geleceği belliydi. Gerekli ön hamleler zamanında yapılabilir, mücadele bütünlüğü ve kitlesel tepki önceden ele alınabilirdi. Yazmış olayım, sadece bu konu değil, elektrikte özelleştirmeyi açıkça önümüze koyan bir Mali Protokol ve hemen ardından Güvenlik gerekçesiyle gelecek yasalar var…Tümü önümüze gelecek.

“Bugün ihtiyacımız olan “Sonuna kadar direneceğiz” sloganından çok direnmenin zeminini yaratmaktır.” görüşüne katılıyorum. Ancak varolan zihniyet ile o zeminde buluşmanın kolay olacağını düşünmüyorum. 2000  yılının ardınan yaşanan deneyimin yeniden masaya yatırılması ve değer-lendirilmesi şarttır. 

Başarısızlığı kimsenin sırtına yıkmadan ama. İşin kolayıdır, başaramamanın suçunu bir siyasi partiye yüklemek. Toplumsal mücadelenin böyle bir lüksü olduğunu düşünmüyorum.

Yeni bir başlangıç imkanının doğması bile, umut var olmamıza yetiyor.

Kavga ise kavga, ancak değişen nesilleri ve sosyolojik koşulları farkına varıp, ona göre yeniden dinamizm sağlanabilir. Gençler ve kadınlar yeni dönemin öncüsü olabilir mi ?  Bence olabilir. 

Ümitsiz olmamız için bir neden yok, yeter ki gerçekçi olalım. Kendimizi akıllı sanıp toplumdan gerçekleri hiçbir açıdan saklamayalım !

Kendimize ve topluma güvenelim.