‘Yeter’ demeliyiz savaşlara

Cenk Mutluyakalı

Coğrafya yorgun, yılgın, acılı...
“Türkiye’nin ne işi var Suriye’de” diyorlar,  okuyorum, oralarda yaşamış insanlardan…
Duyarlı insanlar.
Savaş istemiyorlar.

*  *  *

Gencecik fidanlar tabutlarla dönecekler evlerine…
“Kahraman” diyecekler…
Kendileri bilmeyecek…
Bu insanlara sorulsaydı eğer acaba kaçı böyle bir savaşta yer almak isterdi?
Gençlere sorulsaydı, analarına, sevdiklerine, sevdalılarına sorulsaydı eğer…

*  *  *

Hani “etkisiz hale getirildi” deniyor ya?
“Kendi ölülerimizi unutturmanın yolu öldürdüklerimize sığınmakmış” gibi…
Onlar da başka başka ana babanın çocukları, onlar da genç, onlar da insan…
Ağır ateş altına alınan gibi…
Ağır ateşi altına aldıkları da etten, kemikten, duygudan örülmüş.
Hepsinin kaderi ortak: Niçin öldüklerini bilmiyorlar.
Karanlık bu…
Uçsuz bucaksız bir karanlık…

*  *  *

Davulla zurnayla başkalarının çocuklarını cepheye gönderenler ve savaş emri verenler kendi çocuklarının kokusunu terk etmiyorlar kolay kolay.
“Hepsi bizim evladımız” diyecekler, eminim.
Ama laf tutmuyor hayatın yerini…
İnsanlar, hakikatler, hayaller toprağa verilirken hutbeler yayınlanıyor, ağıtlara karışıyor nutuklar…
Savaşanlar bilmiyorlar ‘niçin’ diye…

*  *  *

Barut kokusunun kirlettiği bir adanın çocuklarıyız.
Ana yurdunu yitirmenin eşiğine gelmiş bu coğrafyada kırdırılmış, aldatılmış, kanatılmış insanlarız.
Olmasın böyle!
Göç yolları hınç yolları olmasın!
Evleri, barkları yıkılmasın insanlığın…
 
*  *  *
 

Yoksullar ölüyor en fazla…
En fazla yoksullar kalıyor babasız, kardeşsiz, evlatsız…

Üzülmek, elbette üzülmek…
Yetmez…
Savaşa başkaldırmalıyız…
İnsansak eğer…
Bir kalbimiz varsa…
Bir vicdanımız…
Savaşı destekleyecek hiçbir sözcük araya katmadan…
İsyan etmeliyiz savaşa…
Savaşa ve savaş emri verenlere…
“Yeter” demeliyiz, her yerde, her koşulda…
 




12 yıl olmuş


Gaile’nin doğumuna değilse de bebekliğine tanıklık ettim.
Sol duyarlılık üzerinden ilerleyen, hem özerk hem de tümüyle gönüllü insanların hazırladığı bir yayın olarak sanırım kendi alanında bir ilki başarıyor.
Böylesine entelektüel düşünce üreten ve bu kadar uzun ömürlü bir başka yayın var mı?
İdeolojinin ayıplandığı, değerlerin silikleştiği, siyasetin hiçleştirildiği bir yerde, olabildiğince özgürlükçü ve eleştirel bir nefesle koşuyor, bir grup insan…

*  *  *

12’nci yılını tamamladı Gaile.
Yayın kurulları birkaç kez değişti.
Hakkı Yücel gibi bir düşünür, edebiyatçı, duayen; Niyazi Kızılyürek gibi usta bir araştırmacı, tarihçi geçti içinden… Tufan Erhürman’ın o unutulmaz yazıları, Ali Dayıoğlu’nun araştırmaları, Doğuş Derya’nın, Aslı Murat’ın toplumsal cinsiyet eşitliği ve feminizm kavgaları… Ahmet Güneyli ve Pervin Yiğit’in hevesini, heyecanını, emeğini görüyorum şimdi her ay, “yeni bir sayı, yeni bir ışık” gibi…
Bilmiyorum hesabını tutan oldu mu, herhalde, yüzü aşkın farklı akademisyen, sanatçı, yazar, düşünür, çevirmen, araştırmacı katkı koymuştur.
O nedenle, birkaç isim yazdım diye, kimselere de haksızlık etmek istemiyorum.

*  *  *

Popüler kültürden uzak böylesi bir yayını yaşatmanın en zor yanı işin lojistiği, tekniği, baskısı, dağıtımı, finansmanıdır. Yenidüzen olarak da bunu üstlenmeye çalıştık; içten bir sahiplenme duygusu, yayın içeriğine toplu bir saygıyla… Çünkü gaile’nin de ruhunda yeni bir dil, yeni bir siyaset, yeni bir memleket arayışı var.


*  *  *

12 yıl, 473 sayı, onca gaile!
Biliyorum, pek çok insan, her yeni sayıya bakıp bakıp da “bu kadar yazıyı kim okuyacak” diyor.
Hayatımızda bakmaktan ve söylenmekten daha çok “okuma” olsa, çok daha fazla bilim, felsefe, sanat olsa…
Kıbrıs daha güzel bir yer olurdu, eminim…

*  *  *

İlk günden bugüne gailesi olanlara, bir yurtsever olarak içtenlikle teşekkür ederim.
Hep hayatımızda olsun, böylesi gaileli dostlar…
 




Bariyerlere rağmen

Barışın tabandan bir yerden geleceğine inanırım hep…
İnsanlar gerçekten başkaldırdığı zaman…
Birlikte…
Barikatları geçici de olsa ‘kilitlemenin’ belki de en olumlu adımı bu oldu.
Ledra caddesinde buluşan Kıbrıslı yurtseverler, barışa inananlar, demir parmaklıkları yıktı, geçti.
Kıbrıslı Türklerle kucaklaştı ara bölgede, iki dilde sloganlar haykırarak ve bu ülkeyi tek yürek severek…

Öyle görünüyor ki bu karar sağlıkla ilgili değil, siyasi...

Belki Kapalı Maraş’taki ‘güç gösterisi’ne yanıt, belki Akdeniz’de ilerleyen savaş gemilerine…

İki yanlışın bir doğru etmediği yerde, üzücü…

Evet, ‘Kıbrıs Cumhuriyeti’nden kaynaklı haklarımızı isterken, hiç ‘sorumluluğumuz’ yok gibi davranıyoruz… Maraş’ın gerçek sakinleri uzaktan bakarken, orada, saçma toplantılar organize ediyoruz.

Üzerine basıp geçiyor başkalarına ait hayatların...

'Kıbrıs Cumhuriyeti'nden sebeplenip, 'KKTC' üzerinden hüplüyoruz.

Eyvallah!


Peki ama "kapıları kapatmak" mı çözüm, yoksa özlü diyalog mu?
Değil asla…

Kucaklaşmak…
Tüm bariyerlere rağmen…
Bir gün, mutlaka…

 


‘İptal’


Bir gazeteci olarak, “izleyiniz” demiş, önermiştim ya, sorumluluk taşıyorum, o nedenle de yazıyorum.
Kıbrıs Türk Devlet Tiyatroları'nın "Woyzeck" oyunu...

- 10 Ocak Cuma akşamı oynanacak oyun iptal edildi.
- 31 Ocak Cuma akşamı oynanacak oyun iptal edildi.
- 7 Şubat Cuma akşamı oynanacak oyun iptal edildi.
- 14 Şubat Cuma akşamı oynanacak oyun iptal edildi.
- 21 Şubat Cuma akşamı oynanacak oyun iptal edildi.
- 28 Şubat Cuma akşamı oynanacak oyun iptal edildi.

İlk beş iptalde “sağlık sorunu” dendi.
En sonuncu iptalde “yangın, şehitler…”
...

Sağlık sorunu için geçmiş olsun demek istiyorum elbette.
Yine de sanırım tedbirli olmak gerekiyor.
Hele de oyun sadece haftada bir gün sahneleniyorsa…
Bir de hatırlatmak isterim…
Sanat, en zor zamanlarımızda sığındığımız limandır, tam da böylesi günlerde ihtiyaçtır, böylesi dönemlerde…