YEPYENİ TÜRKİYE…

Sinan Dirlik

Unutmaya meyilliyiz ya… Önce azıcık hafızaları zorlayalım…

10 Ağustos 2014 akşamı saat 22:00 de, sandıkların kapanmasından sadece 3 saat sonra Yüksek Seçim Kurulu Başkanı “Türkiye’nin 12. Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan’dır ve 2. Tura gerek kalmamıştır” diyerek seçimin sonuçlarını ilan etti. YSK Başkanı, 15 Ağustos günü Erdoğan’a mazbatasını takdim etti…

O tarihte Anayasaya göre Cumhurbaşkanı seçilen kişinin mazbatasını almasıyla birlikte varsa, partisinden ilişiği kesilmesi gerekiyordu ama Erdoğan bu Anayasa hükmünü yok sayarak 27 Ağustos günü yapılan AKP Kongresine kadar partisinden istifa etmedi.

“Durum”, 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan referandumla “düzeltildi” ve “partili cumhurbaşkanı” sisteminin önü açıldı. Bu aynı zamanda Türkiye’de parlamenter rejimin sona erip “Türk tipi Cumhurbaşkanlığı sistemine” geçişin vizesi oldu.

Gerek 2014’teki Cumhurbaşkanlığı seçiminde, gerek 2017 referandumunda YSK ya yapılan itirazlar sonuçsuz kaldı. Kendine özgü başkanlık rejiminin önünü açan 16 Nisan 2017 Referandumunda seçmenlerin %51.41’inin Evet (25.157.025 oy) , %48.59’unun Hayır (23.777.091 oy) oyu kullandığı (fark %2.82/ 1.379.934 oy)) açıklanmasına ve itirazlara rağmen yeniden sayım söz konusu dahi edilmedi.

Asıl büyük gürültü 24 Haziran 2018 seçimlerinde yaşandı. Aynı gün hem Cumhurbaşkanlığı hem de Milletvekili Genel Seçimlerinin yapıldığı 24 Haziran’da oyların %52.6 sını aldığı açıklanan Erdoğan, aynı akşam meşhur balkon konuşmasıyla seçmenlerine teşekkür etti.

24 Haziran seçimleri tuhaflıklarla doluydu. YSK resmi verilerine göre Cumhurbaşkanlığı seçimine 51.197.959 seçmen oy kullanmış, bunun 1.129.332 si geçersiz sayılmıştı. Aynı sandıkta oy kullanılmasına rağmen, Milletvekili seçiminde ise 51.189.444 seçmen oy kullanmış ve bunun da 1.052.269’u geçersiz sayılmıştı… İlginç olan, “geçersiz sayılan oyların” Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi için yeterli olacak  %50+1 oranının tam da 2 puan üzerinde olmasıydı… Bir başka deyişle, itirazlar kabul edilmiş ve oylar yeniden sayılmış olsa seçimin kaderini değiştirebilecek bir oy farkı… Ancak meşhur balkon konuşmasında Erdoğan’ın da ifade ettiği gibi; “atı alan çoktaaan Üsküdar’ı geçmişti” ve itirazlar sonuçsuz kaldı.

Erdoğan ve AKP, her fırsatta “%50+1 i buldun mu kardeşim? Daha ne?” söyleminin ısrarcısı oldular…

31 Mart yerel seçimlerinin üzerinden 6 gün geçmesine ve İstanbul, Ankara başta olmak üzere pek çok ilde fark AKP aleyhine binlerle, on binlerle ifade edilmesine rağmen %50+1 kuralı iktidar tarafından muhalefet adayları için işletilmiyor. Yeniden ve yeniden sayılan oylarla fark anlamlı biçimde değişmezken rejimin savunucuları, “dünyanın en güvenilir seçim sistemine” olan güvenlerini bir anda yitirdiler ve “tarihin en şaibeli seçimiyle karşı karşıyayız” demeye başladılar.

Öncelikle vurgulamak gerekiyor ki, İçişleri Bakanlığını, Adalet Bakanlığını, YSK’yı töhmet altında bırakan “şaibe” söylemlerinin muhatabı elbette yine Erdoğan rejimi ve AKP olmalıdır. Eğer AKP kurmaylarının iddia ettiği gibi seçimlere şaibe karıştıysa, herhalde öncelikle İçişleri ve Adalet Bakanlarının, YSK üyelerinin hesap vermesi gerekir…

Hukuk ve Anayasa konusunda hassasiyet geliştiren AKP kurmaylarının bu ve bundan önceki seçimlerde yaşanan hukuksuzlukların da altını çizmeleri gerekir ki, en başta, Anayasaya göre seçim öncesinde görevlerinden ayrılarak makamlarını “tarafsız” kişilere devretmesi gereken İçişleri, Ulaştırma, Adalet gibi bakanlıkların neden devredilmediğinden başlamakta yarar var. Öyle ya, belki de bu bakanlar görevlerini Anayasaya uygun biçimde “tarafsız” kişilere devretselerdi “çok daha şaibesiz” bir seçim geçirecektik?

Seçimler bitti ve rejim, seçilmiş Belediye Başkanlarının seçildiklerini kabul etmiyor…

Herkes İstanbul ve Ankara’ya bakmayı daha “konforlu” bulsa da örneğin Muş’ta yaşananlar da farklı değil. YSK, AKP’nin İstanbul ve Ankara’da yaptığı itirazları titizlikle dikkate alırken Muş’ta HDP’nin itirazları dikkate alınmıyor. İstanbul ve Ankara’da yaşananlara kamuoyu tepkisi büyürken, Muş’ta yapılanlara karşı derin bir sessizlik demeyelim hadi, ama belirgin bir umursamazlık var…

Oysa “Millet İttifakı” nın HDP konusunda hayli hassasiyet göstermesi gereken bir zamandayız. Zira  HDP’nin tutsak lideri Selahattin Demirtaş, dokunulmazlığının Anayasaya aykırı biçimde kaldırılmasının önünü açanlara küsmeden, darılmadan duvarların arkasından seçimin kaderini değiştirecek bir açıklama yapmıştı. Liderleri, milletvekilleri hapse atılan, yasal ve meşru bir parti olarak seçimlere katılabilmesine, TBMM’de 90 milletvekili ile temsil edilen partilerine terörist yaftasının asılmasına hayli tepkili olan HDP seçmeninin sandığa gitmeme eğilimi hayli yüksekken Demirtaş çıkıp “bağrınıza taş basın, sandığa gidin ve AKP dışındaki adaylara oy verin” çağrısı yapmasaydı sandıktan bu sonuçlar çıkabilir, AKP tarihinin en ağır hezimetiyle metropolleri muhalefete kaptırabilir miydi? “Millet İttifakının” teşekkürü ancak Demirtaş’ın haksız tutukluluğuna son verilmesi çağrısını ivedilikle yapmasıyla ve tabii Doğu ve Güneydoğu’da HDP adaylarına, seçmen iradesine karşı yürütülen ağır tecavüze dikkat çekmesiyle mümkün olabilir…

Bu şunun için çok önemli…

“Eski Türkiye” ile “Yeni Türkiye” günah yarışında birbirlerine rahmet okuturken, herkes “Yepyeni bir Türkiye” tahayyülü için bir fırsat doğuran 31 Mart seçim sonuçlarını olumlu bir sürecin başlangıcına dönüştürecek adımlar atmak zorunda.

Zorunda çünkü “Eski Türkiye” nin de “Yeni Türkiye” nin de ülke insanına vaat edebileceği, verebileceği hiçbir şeyin olmadığını ya da ne olduğunu gördüğümüz şu noktada “Yepyeni Türkiye” için sorumluluk duyan herkesin yepyeni bir dil, yepyeni bir bakış açısı, yepyeni bir yol haritası benimsemesinden başka çıkış kalmadı…

Eğer Türkiye demokrasiye, demokratik sisteme, seçimlere olan inancını korumaya devam edecekse, %50+1 gerçeği de önünde duruyorsa ve aritmetik, “ne yaparsan yap, %50+1 e ulaşman için Türklerin, Kürtlerin, tüm etnik toplulukların, Alevilerin, Sünnilerin, kadınların, lgbti bireylerin, dindarların dinsizlerin tamamını kucaklamalısın” diyorsa yeni bir yapıyı üretmek zorunda siyaset…

Cumhur ittifakı, milliyetçi-muhafazakâr damar üzerinden siyaset üretiyor ve bu seçmen tabanı üzerinden ülkeyi yönetiyor. Cumhur İttifakı’nın karşısına milliyetçi ön yargılarla, milliyetçi söylemlerle, muhafazakâr politikalarla, onun “suyunun suyu” retorikle çıkabilmek ve o tarladan ekin devşirmek mümkün değil…

Milliyetçi- muhafazakâr bir ittifakın karşısına, ciddi olarak, ülke yönetimine gerçekten talip olarak çıkılacaksa CHP’nin de, İyi Parti’nin de, HDP’nin de, hatta Saadet Partisi ve irili ufaklı sol partilerin de ezber bozması, kendi sınırlarını zorlamaları, özgürlükçü, demokratik, çoğulcu bir söylemde ittifak kurmaları dışında bir seçenek yok…

Türkler HDP fobilerini, Kürtler CHP fobilerini yenmek, herkes herkesle “ortak bir demokratik, özgürlükçü zemininde” buluşmak zorunda…

Aksi takdirde milliyetçi-muhafazakâr damar için bereketli topraklardır Türkiye ve öyle çok da uğraşı gerektirmez… Oysa özgürlükler, demokrasi, çoğulculuk emek ister, bilek ister…