Yeni Çözüm Paradigması: Siyasi Eşitliğe Karşı Garantiler!

Niyazi Kızılyürek

                       

1974’ten sonra Türk tarafı tezini “iki bölgeli, iki toplumlu federasyon” olarak belirledi ve Kıbrıs Rum tarafına “buyurun beyler, çözüm budur, bunu altına düşmeyiz” dendi.

Kıbrıs Rum tarafı II. Cenevre görüşmelerinden itibaren bocalıyordu. 1960’lı yıllarda federal devlet fikrine şiddetle karşı çıkan, bu uğurda Sovyetler Birliği ile karşı karşıya gelme riskini bile göze alan Kıbrıs Rum tarafı çok zor durumdaydı. Konjonktür aleyhine dönmüştü ve fazla bir seçeneği yoktu. Bir süreliğine şansını “çok-kantonlu federasyon” teziyle denedikten sonra, çaresiz, “iki bölgeli federasyon” tezini kabul etmek zorunda kaldı ve 1977 yılında Başpiskopos Makarios, Rauf Denktaş ile Yüksek Düzey Antlaşmasını imzaladı.

Benzer bir mutabakata 1979 yılında Spiros Kiprianu da imza attı.

Gelgelelim iki taraf arasında yapılan görüşmelerde sonuç alınamıyordu. Türk tarafı federal devlet fikrini konfederasyona doğru çekerken, Kıbrıs Rum tarafı üniter devlete doğru sündürüyordu.

Annan Planına kadar bu durum böyle devam etti.

Rauf Denktaş, 2002 yılının sonunda katı tutumunu sürdürüp Kopenhag’a gitmeyince, Kıbrıs Rum tarafı bütün Kıbrıs adına AB üyesi oldu.

Kıbrıs’ın AB üyeliği Kıbrıs Rum tarafına çok şeyler kazandırmış değil belki. AB müktesebatına gönderme yapılsa da, çözüm parametreleri konusunda önemli bir değişiklik olmadı.

Fakat AB üyeliği bir konuda Kıbrıs Rum toplumunun tavrını esaslı şeklide değiştirmesine yol açtı. O tarihe kadar yapılan görüşmelerde Garanti Antlaşmasının devamı sorgusuz sualsiz kabul ediliyordu. Katı tutumu ile tanınan Tassos Papadopoullos bile Bürgenstock görüşmelerinde Garanti Antlaşmasının devamını kabul etmiş, sadece anlaşmada yer alan “harekete geçme” sözcüklerinin askeri müdahale anlamına gelmeyeceğine dair bir not düşmekle yetinmişti.

Kıbrıs’ın AB’ye üye olmasından sonra bu durum tamamıyla değişti. Kıbrıs Rum tarafı Garanti Antlaşmasına karşı çıkmaya başladı. Nitekim AB üyeliğinden sonra 2008 yılında başlayan kapsamlı Kıbrıs görüşmelerinde Dimtiris Hristofyas Garanti Antlaşmasının iptal edilmesi gerektiğini dile getirdi. 2009 yılının Eylül ayında da Kıbrıs Rum Ulusal Konsey’i aldığı ortak bir kararda, “AB üyesi Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nde garantilere ve garantörlere yer yoktur” diyordu.

Bu çizgi güçlenerek devam etti.

Türk tarafı ise 1974 sonra belirlediği tavrı sürdürüyor ve Garanti Antlaşmasının aynen devam etmesini savunuyordu. Nitekim 3 Eylül 2008 tarihinde BM Özel Temsilcisinin önünde gerçekleştirilen Mehmet Ali Talat-Dimitris Hristofyas görüşmesinde Talat şöyle diyordu: “Biz 1960 tarihli Garanti ve İttifak Antlaşmalarının devam etmesini çok önemsiyoruz. Bu anlaşmalar, tarafların birbiri üstünde hükümranlık kurmasını engellediği için taraflar arasında Kıbrıs’ta iç dengeyi koruduğu gibi, Türkiye ve Yunanistan arasında Kıbrıs bağlamında dış dengeyi de koruyor.”

Talat-Hristofyas görüşmelerinde bu konuyu ele alacak kadar ileri gidilemedi.

Nikos Anastasiadis ve Mustafa Akıncı arasında yapılan görüşmelerde ise çok net olarak ortaya çıkmıştır ki, Kıbrıs Rum tarafı Kıbrıslı Türklerle aynı devlet çatısı altında egemenliği ve iktidarı paylaşmak için, Türkiye’nin Garanti ve İttifak Antlaşmalarından vaz geçmesini istiyor. Anastasiadis’in Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliği ve federal organlara etkin katılımı konusunda zorluk çıkarması, kendisinin iddia ettiği gibi devlet mekanizmasının “işlerliği” konusunda endişelerinin olmasından değil, bu konuda adım atmayı garanti ve güvenlik sorunlarına endekslemiş olmasındandır.

Anastasiadis Kıbrıs Türklerine şunu demeye getiriyor: Federal devlette eşit toplum olmak, devlet yönetimine de etkin biçimde katılmak istiyorsanız, Türkiye’nin tek yanlı müdahale hakkını da içeren Garanti Antlaşması’nın ortadan kalkması lazım. Çünkü federal devletin etkin katılım sonucunda zaten karşı karşıya kalacağı “işlerlik sorunları”, Türkiye’nin garantörlüğünün devam etmesi durumunda daha büyük sorunlara yol açabilir!

Bu tavır değişikliğini sadece AB üyeliğine bağlamak, eksik bir değerlendirme olacaktır. Kıbrıs Rum tarafı federal devlet modeline evet derken, bütün göçmenlerin evlerine geri dönmesi, mülklerine kavuşması, Türkiye kökenlilerinin adadan ayrılması, önemli miktarda toprağı geri alması, bireysel özgürlüklerin adanın bütününde uygulanması gibi beklentiler içindeydi. Geçen süre içinde ortaya çıkmıştır ki, bu beklentilerin çok azı hayata geçebilecek. Bunun üzerine, çözümden beklentiler başka bir noktaya kaydırılmıştır. Artık federal devlete evet demek için Türkiye’nin 1960’ta elde ettiği konumu ve adadaki askeri varlığını sıfırlama şartlarını ileri sürüyor.

Açıkçası, Kıbrıslı Türklere “AB üyesi bir refah devletinin eşit ortağı olmak istiyorsanız, Türkiye’yi Türkiye’de bırakacaksınız” demeye getiriyor.

Yani, Türk tarafında sık sık ileri sürüldüğü gibi, Nikos Anastasiadis Kıbrıslı Türklerin siyasi eşitliğini reddetmiyor ama siyasi eşitliği garantiler-güvenlik başlığı ile takas etmek istiyor.

Bu durumda sorulması gereken sorular şunlardır: Her fırsatta Kıbrıslı Türklerin haklarının hamisi olduğunu ileri süren Türkiye kendisiyle ilgili konularda geri adım atıp sadece Kıbrıslı Türklerin adada güçlü bir konum elde etmeleriyle yetinir mi?

Türkiye garantörlük konumunda ısrar ederek Kıbrıslı Türklerin AB üyesi Federal Kıbrıs Devletinin eşit ortağı olma fırsatından mahrum eder mi?

Veya Kıbrıslı Türkler Türkiye’nin garantörlüğünde ısrar ederek elde edebilecekleri çok önemli statüyü heba edip Türkiye’nin gölgesinde statüsüz bir toplum kalmayı onaylar mı?

Aslında istenirse bir takım ara formüller bulunabilir. Türkiye’nin hem Garanti hem de İttifak Antlaşmasından vaz geçmesini beklemek yerine, Garanti Antlaşmasının iptalini isterken, İttifak Antlaşmasını güncelleştirmeyi gündeme getirmek daha doğru bir yaklaşım olur diye düşünüyorum. Bu anlaşma çerçevesinde adada kalacak sınırlı sayıda Türk askerinin durumu, Antonios Guterres’in dediği gibi, yüksek düzeyde ele alınabilir. Tabii, Türk tarafının da Garanti Antlaşmasını son erdirmeyi kabul etmesi gerekecek...

Önümüzdeki dönemde bu sorulara ne gibi yanıtlar verileceği ülke kadar Kıbrıslı Türklerin de kaderini belirleyeceğe benziyor...