YENİ BİR KIBRIS İÇİN*

Tamer Öncül

Öncelikle şunu vurgulamalıyım ki “Federal (Kıbrıslı) Kültür”, yeni bir yaşam biçimini çağrıştırır bende. DEVLET olgusundan çok; farklılıklarıyla bir arada olma, birlikte yaşama ve YENİyi kurma olgularını çağrıştırır.

Güney ve Kuzey’deki sanatçıların/yazarların çeyrek yüzyılda yaptıkları, bu YENİ KÜLTÜR’ü oluşturma çabalarına “rehber” oluşturabilecek, önemli bir pratik biriktirmiştir. 25 yılı bulan bir kardeşlik serüveni var, Kıbrıs Sanatçı ve Yazarlar Birliği ile Kıbrıs Yazarlar Birliğinin… 1990 yılının başında kurulan, Kıbrıs Türk Sanatçı ve Yazarlar Birliği’ni, kuruluşunun hemen ardından iki toplumlu ilişkiler başlatmıştır.

19 Aralık 1990 tarihinde Larnaka Havaalanı’ndan Kıbrıs’a gelen Aziz Nesin’in her iki tarafta etkinliklere katılması için verdiğimiz ortak çaba atılan ilk önemli adım olmuştur…Sınırın, cezaevi duvarlarını andırdığı yıllardı o yıllar. Karşılıklı geçişler, egemenlerin keyfi kararlarına kalmış durumdaydı…

Adaya Güney’den geldiği için Denktaş rejimi tarafından topa tutulan Aziz Nesin’in Güney’deki etkinliğine bin bir zorlukla katılabilmişti Kıbrıslı Türkler… Benzer durum, Rumların Kuzey’deki etkinliğe geçişlerinde de yaşanmış; Aziz Nesin sınırda bir sandalyeye oturup; etkinliğe katılacak Rumların tümü sınırı geçinceye kadar da yerinden kıpırdamamıştı…

Sanatın, edebiyatın hafızayı canlandırmada en önemli araç olduğundan yola çıkmalıydık öncelikle… Egemen kesimler, yıllarca “UNUTMA” sloganının ardına saklanarak “toplumsal hafızayı” değil; şovenizmi, düşmanlığı, ve kini körüklemişlerdi… Bizim canlandırmayı hedeflediğimiz HAFIZA, resmi tarihi parçalayabilecek; barışa ve çözüme kapıları açacak (saklanan) gerçeklerin dillendirmesini içeriyordu…

Birbirinden (yıllarca) yalıtlanan; ötekileştirilen /öcüleştirilen toplumların, bu “Ortak Hafıza” ile yüzleşmesi ve birbirlerini (gösterilen gibi olmadığını) yeniden tanıyıp anlaması için kültür/sanat insanlarına büyük görevler düştüğünün farkındaydık hepimiz…

O yüzden, tüm olanakları kullanarak; şartları alabildiğine zorlayarak sık sık buluşuyor; toplantılar, etkinlikler yapıyorduk…

Sanatçı ve Yazarlar Birliği’nin ilk başkanı rahmetli Haşmet M. Gürkan’ın, Lefkoşa’nın Güney’de kalan Sur içi bölgesini adımlarken (Lefkoşa üzerine) anlattığı ayrıntıları şaşkınlık ve hayretle dinleyen Rum dostlarımız, “kendi coğrafyamıza/tarihe ne kadar yabancılaştırıldığımızın kanıtı olarak gösteriyorlardı bu durumu…

Yine, bin bir zorlukla Güney’e geçtiğimiz bir gün, hediye olarak götürdüğümüz ekmek kadayıflarını toplantı öncesi evine bırakan Moleskis’in bir sonraki toplantıda anlattığı şu anekdot durumun ne derece ürkütücü olduğunu anlatıyordu…

“O sıcak günde, getirdiğiniz tatlılar bozulmasın diye, toplantı öncesi geçip eve bırakmıştım. Kızım paketi açıp bakmış; güzel bir şey olduğundan emin; ama paketin üstünde Türkçe yazılar var. Yemeden bırakmış… Kızıma, korkma Türk arkadaşlarım getirdi, yiyebilirsin dediğimde; yüzüme ‘Türk’ten arkadaş mı olur’ gibi bir bakış fırlattı… Oysa bizim evimizde düşmanlıktan söz eden yok… Biz barıştan, dostluktan söz ediyoruz ama; okullarda beyinleri yıkanıyor çocukların. Birbirimizi yeniden tanımalı/tanıtmalıyız”

Kıbrıs Yazarlar Birliği ile iki kardeş örgüt olarak kurduğumuz sıcak ilişkiler, aileler arası boyuta da taşınmıştı o günden sonra…

Kıbrıs’ta Kalıcı Barışın “iki toplumun sevinçlerinin de acılarının da ortak olacağı günlerde” sağlanabileceğine inanan sanatçılar olarak, sevinçlerimizi de acılarımız da paylaştık…

Birimizin çocuğunun düğünü (O tatlıyı yemeye çekinen küçük kızınki dahil) hepimizin çocuğunun düğünü oldu…

Yitirdiğimiz dostların ölümü, hepimiz için aynı acıyı alevlendirdi…

Soluduğumuz havanın; yaşadığımız toprakların aynı coğrafyada olduğunun bilinciyle sürdürdük dostluklarımızı…

Toplantıların ardından, diğer insanlarla temas kurabileceğimiz kalabalık mekanlara gitmeye özen gösterdik…

Bizler birbirimizi (empati yaparak) anlasak da, diğerinin edebiyatını, hassasiyetlerini vb. tanımıyorduk. Önümüzde, ikinci bir duvar (Dil) alabildiğine kalın gövdesiyle bizi geri püskürtüyordu:

İki toplumlu şiir dinletileri; karşılıklı şiir/öykü çevirileri; paneller ve söyleşilerle birbirimizin edebiyatını daha yakından tanıma ve tanıtma fırsatı yaratmalıydık… Birliklerimizin dergileri Pygmalion ve Nea Epohi, sayfalarında çeviri şiirlere/öykülere daha çok yer vermeye başladı.

Bu ortak mücadeleyi yurt dışına taşıma konusunda da ciddi çabalar gösterdik… Kıbrıs’taki yabancı elçiliklerle (başta İsveç, Fransa, Almanya, Letonya olmak üzere)  sıcak ilişkiler kurup; ortak etkinlikler ve çeviri çalışmaları gerçekleştirdik..

İsveç’in Godland adasında, Rodos’ta ve İstanbul’da, farklı disiplinlerden sanatçılarla gerçekleştirilen etkinlikler; Letonca yayınlanan “Kıbrıs Şiiri Seçkisi (Kipras Dzeja)” bunlardan bazıları.

Referandum’dan 6 ay sonra Avrupa Yazarlar Federasyonu’nun (29 Ülkeden 55 Avrupalı yazarın oluşturduğu bir federasyon) Kıbrıs’ta organize ettiği uluslararası kongre, (MARE NOSTRUM seminerler dizisinin üçüncüsü. İlki1999’da Delphi’de, ikincisi ise 2001’de Barselona’da gerçekleştirilmişti) birbirimizi anlamak ve birlikte daha etkin adımlar atmak için iyi bir zemin oluşturmuştu… MARE NOSTRUM III ana başlığıyla ve “AKDENİZ: Ayıran Sular veya Paylaşılan Toprak?” Dünyadaki Sorunları çözmede Yazarların ve Edebiyatın Rolü” alt başlığıyla gerçekleştirilen etkinlikte, Kıbrıslı yazar ve sanatçıların dışında Akdeniz ülkelerinden de çok sayıda yazar/şair katılmıştı…

Askerin iki dudağı arasına sıkışan “izin” maskaralığını kıramadığımız zamanlarda, Pile ev sahipliği yaptı bize… 2003 Nisanı’nda sınır kapıları serbest geçişlere açılana kadar, çoğu etkinliğimiz ara bölgedeki Ledra Palas otelinde gerçekleşti…

Bu yıllar içinde, ortak pek çok organizasyona birlikte imza attık… Pek çok engeli aşıp; tabuları kırdık… Ülkemizin Doğal Parklarını korumak adına, Karpaz burnunda Eşeklere Şiir okurken; Mülteci Sorununu ve savaşları kınamak için Kapalı Maraş’ın telleri yanından elbiselerle denize girip şiir ve bildiri okurken, Akdenizli İroni’nin, sıcak kanlılığının, ve dayanışmacı ruhunun sınır tanımazlığını yaşadık…

2004’deki Referandum’dan sonra Türk toplumunda yaşanan büyük hayal kırıklığı; Rum toplumuna karşı yeni bir güvensizlik ve ardından “düşmanlık” duygularını kamçılamıştı… Bizler, bu olumsuz havayı kırmak;  Rum toplumunda “evet” için çalışan dostlarımızı “çifte saldırılara” karşı korumak için her zamankinden daha çok çalıştık…

2006 yılında başlattığımız “Gençlere Yönelik Şiir-Öykü Yarışmaları” ile bir yandan çeviri kapsamını genişletirken; diğer yandan da Kıbrıs Edebiyatı’na her iki toplumdan genç edebiyatçılar kazandırmayı hedeflemiştik…

Başlangıçta, her iki dalda ilk üçe girenlere para ödülü şeklinde süren yarışma Fikret Demirağ’ın ölümünün ardından yeni bir format kazanmış; bir yıl şiir, bir yıl öykü dalında tek ödül verilmesi ve birinci seçilen ürünlerin iki dilli olarak kitaplaştırılmasına geçilmiştir.

Bu formatta ilk ödülü  (“Fikret Demirağ Şiir Ödülü”) Maria Şakalli ile Senem Gökel kazanmış; ve (iki dilli) ortak şiir kitabı yayınlanmıştı… Ardından Öykü dalında yapılan yarışmayı kazanan Mehmet Arap ve Sotiria Vasiliou’nun öyküleri kitaplaştırılmıştı… Bu  yılki (şiir) yarışmasını ise Tuğçe Tekhanlı ile Andreas Timotheou kazanmıştır. Ödül töreni ve şiirlerin yer aldığı kitabın tanıtımı 7 Nisan’da Ledrapalas’taki “Dayanışma Evi’nde gerçekleştirilecektir. (Bu vesileyle hepiniz o etkinliğe davet ederim).

Güney’deki dostlarımızla, yalnızca edebiyat/sanat alanında değil; ülke ve dünya sorunları, barış ve çözüm başta olmak üzere, geniş zeminli ortak bir mücadele sürdürmekteyiz…

Sevgili dostlarımız Moleskis (Kıbrıs Türk Şiiri) ve Gürgenç’in (Kıbrıs Rum Şiiri) çeviri antolojilerine; öykü antolojisi ve pek çok kitap çevirisinin de eklenmesi olumlu gelişmeler olarak sürmektedir. (Bu günlerde, Fikret Demirağ’ın ve benim birer şiir kitabımız Anthi Karra’nın çevirisiyle Heterotopia yayınları tarafından basılacaktır.)

Ömrü kısa süren (çok dilli) HADE dergisi ve Kıbrıs Üniversitesi’nin  (çok dilli) yıllık yayını “Cadences” bu alanda önemli adımlara imza atmıştır…

Eylül 2016’da üçüncü baskısı yapılan, EDON Merkez Konseyi’nin yayınladığı ( içinde Mihalis Hristofidis ve benim de şiirlerimin bulunduğu) “Aynı Gökyüzü Altında” isimli iki dilli kitap ve her iki toplumdan sanatçıların eserlerini çevirip yayınlayan Heterotopia yayınları da, bu çalışmalara ciddi  anlamda katkı koymuştur...

Diğer yandan, 21 Mart Dünya Şiir Günü; 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü; 1 Eylül Dünya Barış günü, Avrupa Yoksulluk ve Sosyal Dışlanma ile Mücadele Yılı gibi evrensel etkinlikleri hep birlikte organize etmeyi sürdürüyoruz…

Son iki yıldır, BM gözetimindeki “Kıbrıs Diyalog Formu” içerisinde (Kültür ve Bellek alanında) ortak çalışmalarımız sürmektedir…

Şubat sonu yaptığımız Olağan Genel Kurul’da, Birliğimizin adındaki “Türk” sözcüğünü çıkarıp birçok değişiklik yaparak, tüm Kıbrıslı sanatçılara üyelik yolunu da açmış bulunmaktayız.

Savaşlardan, çatışmadan, ötekileştirmeden uzak Yeni Bir Kıbrıs yaratmak için kat edilecek daha çok yol var… “Federal Kıbrıs” için atılacak adım; kalıcı barış için, yalnızca bir başlangıç olacaktır. Bireysel, grupsal, toplumsal hırs ve çıkar kavgalarından uzak; bölgemize ve ortak evimiz DÜNYA’ya karşı sorumlu; yaşamın her alanında duyarlı; yıkıcı “ekonomik aklı” değil, doğayla barışık insancıl gelişme kültürünü önceleyip; “BAŞKA BİR KIBRIS, BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜN” anlayışını güçlendirmeliyiz…

Buna ulaşmada en büyük görev, kuşkusuz ki kültür-sanat insanlarına ve örgütlerine düşmektedir. 

•Çarşamba Akşamı Larnaka’da gerçekleştirilen “Aynı Gökyüzü Altında” etkinliğinde yaptığım konuşma.