Yarına dair düşünceler

Asım Akansoy

Kıbrıs Genç TV’de sevgili Nazar (Erişkin) ile gelişmeleri değerlendirirken görüşlerimi şu çerçevede ifade ettim: “Kıbrıslı Türkler yaygın anlamda politik bir toplumdur. Bu adadaki günlük siyasi gelişmeleri ve kısa yakın tarihi çok iyi bilirler. Günlük siyaset ile yapısal sorunlar ve olgular arasındaki ilişkiyi de kurabilecek kapasitededirler. Siyaset ne zaman ki sinik bir tavıra bürünür ve gerçeği tahrif eder, o noktada toplum siyasetten umudunu yitirir.” 

Her dönemin kendine göre koşulları vardır. Dünden devralırız bugünün sorunlarını. Bu sorunlarla yüzleşirken amaç onları yıkmaktır. Dünün sorunları yıkılmadan yeni bir yarın kurulamaz. Tarih hep böyle akar. 

Konu, sorunların ötelenmesi ve herhangi bir “büyük gün”ün ardına bırakılması değildir. Bu “sinik” bir tavır olur. Bekleyin o gün gelecek ve biz tüm sorunlarımızı çözeceğiz. Elbette böyle bir dünya yoktur. Olmadığını biliyoruz. İnsanların günlük sorunlarını gidermek adına bitimsiz bir enerji ile çalışmalıyız.

Ancak; aynı şekilde, o “büyük gün” için gereğini zamanı gelince yaparız demek de aynı tavrın bir diğer yansımasıdır. Çünkü o gün için çalışmadığınız, statükoyu bugünden başlayarak dinamik ve yaratıcı projelerle, siyasi söylemlerle adım adım kırmadığınız sürece, dönüştürücü olmayan, öteleyici, inançsız  bir “sinik” siyasi tavrın yörüngesine girersiniz.Tekrara düşersiniz. Güç ilişkilerinin sonuçsuz döngüsü siyasetinizi teslim alır. 

Örneğin toplumun büyük bir kısmı için, bugün en önemli konu ve o güne dair öncelik Federasyonun kurulmasıdır. Bu adadaki halkların kardeşliğine, kendi kendini yönetmesine, kendi varlıklarını özgür bir şekilde gerçekleştirmesine yol açacak yeni dönemdir bu. Herkes bu durumun farkındadır. 

Biz, içinde bulunduğumuz döneme ve yarına dair gelişme dinamiklerini diyalektik bağlamdan koparmadan aynen dün ile bugün arasında kurduğumuz bağlam gibi, kendi çelişkileri, keskin çatışmaları, uzlaşmazlıkları üzerinden okur ve değerlendirirsek dönüştürücü siyasetin öznesi olabiliriz. Yurdumuzdaki temel sorunun tahrif ya da gözardı edilmesi veya sürekli ötelenerek üzerinde çalışılmaması halkların önündeki ana sorunsalın yok sayılması, statükonun güçlendirilmesi demektir. Taşları bu anlamda yerli yerine oturtmamız gerekir. Bu bağlamda sürekli olarak, barış ve halkların kardeşliği üzerinden ortak bir mücadele stratejisi izlenmelidir. Halkların ortak mücadelesi öne çıkarılmadan, sadece uluslararası gelişmeler üzerinden süreci yönetmek kanımca bir yanılgıdır. Özne eğer halklar ise, karar verici, belirleyici de halklar olur ve bunun mücadele perspektifi kurgulanır. 

Dün yaşanan tarihsel olguların analizini yapmadan, yeni bir başlangıç yapabilmek imkansız aslında. Bugün çözüm mücadelesinin yalpalamasındaki ana sorunun 24 Nisan 2004 süreci ile yüzleşilmemesidir, diye düşünmekteyim. Çözümün mücadele aktörlerinin bu yönde tatmin edici bir yüzleşme yaşamamış olması, dinamik unsurların geri çekilmesini ve kamuoyunun egemen ideolojinin ayrıştırıcı söylemlerinin etkisi altında kalmasına yol açmıştır.  

Ancak dün yapılmayan orda kalmaz elbette. Dün yapılmayan hemen bugün yapılabilir, bu durum güne ışık tutabilir. Bunun için daha çok tartışma ve Kıbrıs sorununu salt müzakere sürecinin teknik ayrıntılarında boğmamak, öze ilişkin değerlendirmeler, sorgulamamalar yapmak gerekir. Yeniden güven tesisi bu bağlamda sağlanır. 

Bugün yapılabileceklerin siyasetin ideolojik eksenini daraltmaması çok önemli.Bu durumun tersi sizi statükonun oyuncağına getirir, varolanı tekrarlatır.Uzun süre günü nasıl kurtaracağız tartışmaları yaptık. Günü kurtarmalı mıyız ? Güne dair dönüştürücü adımlar atmalı mıyız? Tekrar edeyim, elbette bunları sonuna kadar yapmalıyız. Ancak güne dair siyaset yaparken, önemli olan ana ekseni sürekli gözetmek ve statükoyu tekrarlamayacak şekilde adım atmaktır.

***

KKTC, Kıbrıslı Türklere dar geliyor ve gelecektir. Bu devlet yapılanması gelişmeye açık değildir. Ortada normalleştirilip ekonomik ve sosyal analizler üzerinden günü kurtarabilecek bir yapı yoktur. Bu çarpık yapılanma ne çalışanlar için ne de sermaye için bir hareket alanı sağlıyor. Toplumsal tabakaların bu çarpık yapı devam ettiği sürece rahat nefes alamaması devam edecektir. Belirli sermaye çevrelerinin en büyük yanılgısı varolan yapı üzerinden gelişebileceklerine inanmaları ve çürüyen yapıyı kısa günün karı uğruna beslemeleridir. 

Eğer medeniyet tarihinde, sosyal yapının dönüşümü ekonomik alt yapı dediğimiz üretim ilişkileri üzerinden şekilleniyorsa, burada ekonomiyi yaratan güç emek olmasına rağmen dünyanın değişiminde sermayenin ciddi belirleyiciliği olduğunu bilmeliyiz. Ve elbette sermayenin tercihleri ve dokusu, üretim güçlerinin yapısını zaman içinde değiştirirken, toplumsal ve siyasi yapılarda da ciddi değişimler yaratır. 

Bugün, ciddi bir gerileme içerisinde olunduğunu, dolasıyla çarpık siyasi yapılanmayı doğuran kayıt dışı ekonomik gücün ekonomik ve siyasi olarak etkisi altında olunduğunu not etmekte yarar var. 

Dolayısıyla toplumun en dinamik ve dönüştürücü gücünün iradesi ile hayatın her alanında kurulacak hegemonyayı oluşturmanın zamanı geldi diye düşünüyorum.