Viraj…

Asım Akansoy

Cumhurbaşkanı Sn. Akıncı’nın yirmi altı ay boyunca devam etmiş olan çözüm müzakerelerinde ne denli başat bir rol oynadığını her zaman vurgulamış bir kişiyim. Ada’yı çözüme ulaştırma konusundaki dik duruşunun, kararlı ve cesaretli tavrını da örneklere dayanarak “açıkça” ifade ettim. Bundan hiçbir zaman da pişman olmadım. Eleştirilerim, farklı görüşlerim oldu bunu da çekinmeden yazdım. Çözüme dair inancı olanların sorumluluğuyla bunu yaptım, yapmaya da devam edeceğim.

2016 yılı müzakere sürecinin oldukça verimli ve yapıcı bir içerikte olduğu hepimizin malumudur. Sn. Akıncı’nın 2016 yılı sonuna kadar çözüm konusundaki saptama ve uyarılarının, 2017’deki uluslararası aktör ve durum değişimi dikkate alındığında ne denli yerinde olduğu da ortaya çıkmıştır. Ancak bir tanesi hariç; o da yeni BM Genel Sekreteri’nin beklenenin aksine çok daha etkin ve cesaretli oluşu.

Özellikle toprak ve harita konusundaki açılımının anlamlı bir irade göstergesi olduğunun altını çizmekte yarar var. 

Buna karşılık Sn.Anastasiades’in 2016 yılı içerisindeki performansının da yine yapıcı olduğunu söylemekte yarar var. Açılımlarından memnun olsak da olmasak da, hiçbir şekilde hiçkimse Sn.Anastasiades’in çözüm istemediğini, Kıbrıslı Türklerin kaygılarını dikkate almadığını ve masadan kaçtığını da söyleyemez.

Siyasi eşitliğin bir modeli olarak, -ki kesinlikle birebir örtüşen kavramlar değildir, farklı şekillerde de siyasi eşitlik modellenebilir- bizim için olmazsa olmaz diye sunulan “Dönüşümlü Başkanlık”ı ilk günden cebinde tutmayı ve pazarlık gücünü yükseltmeyi tercih etmiştir. Anlaşılan o ki, buna karşılık verilecek toprağın niteliği, dönecek göçmen sayısını ve güvenlik-garantiler konusunu öne çıkarmıştır.

Cenevre Konferansı’nın anlamsız bir şekilde sonuçlanmasını sadece Yunanistan Dışişleri Bakanı Sn.Kocias’ın kişisel “hatası” olarak değerlendirenler, aslında oradaki sorun çözülmeden,  değişen birşey olmayacağını hesaba katmadılar. 

Ardından yaşanan Enosis Plebisiti konusunda, Sn.Akıncı’nın siyasi duruş ve beklenti olarak tamamen haklı olmakla birlikte, kamuoyuna dönük oldukça abartılı bir söylemle, o zamana kadar kendisinin de büyük katkısı ile toplumlar arasında oluşan olumlu havanın bu kez bozulmasında ne yazık ki rol oynadığını ve ciddi şaşkınlık yarattığını belirtmeliyim.

Ardından gelişen süreç çok güzel algı oyunları ve kamuoyu baskısı ile farklı bir boyuta dönüştürüldü. Önce, günlerce B planı konuşuldu, ardından anlamsız bir şekilde siyasi eşitliğimizi kabul etmedikleri, bize azınlık dedikleri servis edildi, daha sonra denizde çatışma olacak ya şimdi ya hiç dendi, daha sonra “bu son” propagandası başladı, örneğin şimdi de “BM parametreleri ile bu iş olmaz” diyerek federasyona savaş açıldı.. ve bu başlıklar tek tek gündeme taşınarak topluma enjekte edildi. Suni gündem yaratıldı. Elbette görüşmecilere bu konular ne ölçüde ve nasıl aktarıldı bilemem. 

Doğrudan ve dolaylı baskı sonucu büyük bir ısrar ile 2.Kıbrıs Konferansı’nın çağrılması sağlandı. Bu yeni Konferans da Kıbrıslı Türk heyetinin yüksek çabası ve yoğun baskısı ile gerçekleşti ki bunu Sn.Cumhurbaşkanı da dün basın toplantısında ifade etti.

Son bir haftadır tartışılan konular, bir yıldır gündemde olan ve konuşulan meseleler. İstisnasız tümü. Ve tüm bu konularda çeşitli/ciddi farklılıkların olduğu çok iyi biliniyordu. 

11 Şubat 2014 ortak açıklaması referans gösterilip, tüm başlıkların birbiri ile ilintili görüşüleceği konusunun öne çıkarılması, Güvenlik ve Garantiler konusunu müzakerelerin ana unsuru haline getirdi. Tam da bu noktada aynen 1. Konferansta olduğu gibi tüm konularda karar verici aktörler değişerek Türkiye ve Yunanistan’ın öne çıkması ve sorumluluk üstlenmesi sağlandı. 

Sn.Anastasiades’in dönüşümlü başkanlığı ve dört özgürlüğü kabul ettiği noktada beklentileri olan Garantiler konusundaki “sıfır asker sıfır garanti” modelini getireceği çok belli değil miydi? Başka ne yapabilirdi.

Siyasi eşitliğin açıkça sağlandığı ve güvenliğin ana unsurunun eşitlik olduğu bir çözüm modeli ile Kıbrıslı Türk toplumu, uluslararası alanda tanınmış bir devlet sahibi olma imkanını dün itibarıyla yitirdi. 

Kıbrıslı Rumlar, Kıbrıs Cumhuriyeti ile yoluna aynen devam edecek.

Türkiye, AB içerisinde çok ihtiyacı olan önemli bir destekçiyi, AB ile müzakerelerde 6 fasılın açılmasını ve uluslararası alanda çok ihtiyacı olan çok önemli bir başarı hikayesinin moral üstünlüğünü kaçırdı. 

Yunanistan’ın Crans Montana’da kontrollu bir diplomasi ile Sn.Anastasiades’in önüne geçmemeye çalışması sanırım dikkate değerdi. Yine de etkili bir uluslararası aktör olmadığı ortadadır. 

Tüm bu değerlendirmenin ardından şu belirtilebilir:

Türkiye “çözüm” için hazır olduğu gün, Kıbrıs sorunu “bu çerçevede” çözülebilecektir. Bunu asla sorumluluk yüklemek vs için yazmıyorum. Gerçeklerdir. Çünkü konu artık ağırlıkla Güvenlik ve Garantiler konusundaki karara kalmıştır, başka birşeye değil. Üç tarafın AB dünyasına dahil olacağı yeni bir düzende dördüncü tarafın rolü ve sorumluluğu elbette önemlidir. 

Sn.Akıncı şimdiden, yeniden başlamanın programını adım adım kurgulamaya başlamalıdır. Görevi, statükoya makyaj değil, dönüşümdür, çözümdür. Kendisine sözde sahip çıkan statükoculara ortamı terk etme hakkı yoktur.

Arabayla virajı alırken sürat ayarlaması yapmanız gerekir. Şartlara, aracın modeline, yol koşullarına tek tek dikkat edilmeli idi. 

Cenevre de, Crans Montana da aynı akıbete uğrattı, bizi yoldan çıkardı…

Viraj alınamadı.