Ekim ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin, Kıbrıslı Türklerin toplumsal varoluş mücadelesi açısından kritik bir eşik olacağını söylemek yanlış olmaz. Seçimlere bireyler, topluluklar, ekonomik çıkar grupları ya da uluslararası aktörler farklı anlamlar yükleyebilir. Bu olağandır. Sadece önümüzdeki Ekim Cumhurbaşkanlığı seçimi için değil, her seçim için geçerlidir bu. Ancak bu kez, Kıbrıslı Türkler olarak tarihsel bir kırılma noktasında olduğumuzu düşünüyorum.
Kıbrıslı Türkler, tarih boyunca bir varoluş mücadelesi verdi. Bu mücadelenin merkezinde, kendi kendini yönetebileceği bir siyasi yapının kurulması ve bu yapının ekonomik, sosyal ve hukuksal temellerle desteklenerek istikrar içinde sürmesi hedefi vardı. Bu düzenin kurulmasının ilk koşulu, her durumda Kıbrıslı Türk toplumunun varlığının kabulüdür. Kimliğiyle, kültürüyle, özgün tarihiyle, iradesi ve tercihleriyle bu varlığa saygı duyulması ve – altını çizerek tekrar ediyorum – kabul edilmesidir.
Bu kabulün ardından gelen ikinci temel unsur ise, istikrarlı bir düzenin sürdürülebilirliğidir. Ve bu sürdürülebilirliğin yegane koşulu, uluslararası hukukla entegre olmaktır. Kıbrıslı Türklerin tarihsel olarak sıçrama yapabileceği, coğrafi sıkışmışlığını aşabileceği ve sürdürülebilir bir yapıya kavuşabileceği tek model, federal çözümdür. Bu modelin dışındaki tüm siyasi kurgular, hem toplumsal bütünlük hem de bireysel düzeyde, irade gaspını beraberinde getirir. Federal çözüm, yıllardır çeşitli baskılarla, karşılıklı kışkırtılan milliyetçi tepkilerle ve uluslararası oyunlarla ötelenmiş olabilir. Ama artık “coğrafya ve tarih” bize başka bir çıkış yolu olmadığını açıkça göstermiştir. Göstermeye de devam ediyor.
Ekonomik kalkınma açısından küçük toplumların ya da küçük devletlerin büyük kazanımlar elde edip edemeyeceği ayrı bir tartışma konusudur. Ancak açık olan şudur: Nüfus, kurumsal yapı ve yatırım kapasitesi gibi etkenler düşünüldüğünde, bölünmüşlük, küresel rekabette büyük bir dezavantajdır. Boşuna “Kıbrıs bölünmek için küçüktür” demiyoruz. İstikrarlı bir yapıda, ortaklaşmayı hedefleyen birleşik Federal bir Kıbrıs, yeni ekonomik potansiyeller yaratabilir. Yeter ki büyük resme odaklanalım ve kararımızı kendi özgür irademizle verelim.
Biz insana bakarız. Eşitliğine, özgürlüğüne, mutluluğuna, refahına ve gelişimine. Bu bakış açısından devlet, bu değerlerin gerçekleşmesini sağlayacak bir araçtır. Yani insan, devletin önündedir.
Kıbrıslı Türklerin kendi kendini yönetemediği, tersine her geçen gün daha fazla kuşatıldığı bir düzende, ayrı devlet ısrarı sadece çözümsüzlüğün değil, inkarın da adıdır. Bu toplumun kimliğini, kültürünü, varlığını yok sayarak kurulan her yapı, atılan her adım iradenin sistematik biçimde gasp edilmesidir. Adına ne denirse densin, halkın rızasıyla beslenmeyen hiçbir siyasi kurgu meşru değildir. Ya varlığımızı savunacak, geleceğimizi sahiplenip kendi kararlarımızı alacağız ya da başkalarının iradesine mahkum yaşamayı sürdüreceğiz.
Bugün adada “iki ayrı devletin, işbirliği çerçevesinde yan yana yaşayabileceğini” savunanların, savunma harcamalarına, silahlanma yatırımlarına ve karşılıklı tırmandırılan gerginliğe bakmaları yeterlidir. Ortada bir ateşkes varken, bu küçük adayı sürekli silahlandırmak; kaynakları refaha değil çatışmaya seferber etmek; en genelde ekonomik çöküşü hızlandıran bir istikrarsızlık döngüsüne hizmet etmektedir. Bu tablo, ayrılıkçı modellerin bırakın çözüm getirmesini, tam tersine sürekli kriz, fakirleşme ve güvensizlik ürettiğini açıkça göstermektedir. Ve bu çıkmazdan en büyük zararı, kendi kendini yönetemeyen Kıbrıslı Türk toplumu görmektedir. O yüzden güven yaratma konusunun bir program olabileceğini ve buna sadece iki taraf değil, Garantör ülkelerin de dahil olması gerektiğini ifade etmek isterim.
Mevcut Güven Yaratıcı Önlemler çerçevesi, tarafların birbirine duyduğu derin güvensizlik nedeniyle artık işlemez hâle gelmiştir. Bir taraf, “ayrı devlet” yaklaşımını perde gerisinde teknik komitelere taşırken; diğer taraf, bu girişimleri tanıma korkusuyla sürekli savunmada kalarak hiçbir ilerleme sağlamamaktadır. Bu durum, güven inşa süreçlerini tamamen sabote etmektedir.
Gerçek ihtiyaç; halkın günlük yaşamını doğrudan etkileyen, Kıbrıs sorunundan kaynaklanan pratik sıkıntıları hafifleten ve yeni bir çözüm sürecine zemin hazırlayacak dinamik ve sürdürülebilir mekanizmalardır. Bunun için de ayrılıkçı söylemlerle oyalanmadan, Birleşmiş Milletler parametrelerine dayanan ilkesel bir duruş ve uygulanabilir, kapsayıcı bir yönteme acilen ihtiyaç vardır. Bu noktada, bahsettiğim güven artırıcı yeni konseptin, yeni dönemde iyice tartışılarak ileriye taşınacağından kuşku duymuyorum.