Uluslararası ilişkilerde, duruma göre hareket!

Tümay Tuğyan

 


Uluslararası hukuk ihlalleri, ihlalin gerçekleştiği coğrafya ya da ihlali gerçekleştiren unsurların kimliği ve pozisyonuna bağlı olarak algılanma ve yanıtlanma lüksüne sahip.

Hukuk, sonuçları itibarıyla maalesef bir ve tek değil.

Kırım’da yaşananlara bir bakın.

Rusya, önce Ukrayna toprağı olan Kırım’a asker çıkarıyor...

Bu askeri gücü kullanarak, Kırım’ın Ukrayna’dan ayrılıp bağımsızlığını kazanması ve ardından Rusya’ya bağlanması için referandum düzenliyor...

Sonra da Kırım’ı kendi topraklarına katan bir karar çıkarıyor!

Kremlin dün itibarıyla, ‘Kırım ve Sivastopol, artık resmi olarak Rusya Federasyonu’nun bir parçasıdır’ açıklamasını tüm dünyaya duyuruyor.

Ve bütün bunlar, birçok uluslararası antlaşma ihlal edilerek gerçekleştiriliyor.

Bütün dünya bağırıyor; ‘yapamazsın, edemezsin...’ diye.

Ama sonuç değişmiyor.

***

Rusya, tüm dünyanın protestoları arasında, Kırım’ı ilhak etti.

Perde, kapandı.

Şimdi gündem, Rusya’ya yönelik yaptırımlar.

İlk ciddi adım, Rusya’nın G8 üyeliğinin askıya alınması.

Devamında neler olacağını hep birlikte göreceğiz.

Ve fakat yıllarca yaşanan ‘Soğuk Savaş’ tecrübesi dikkate alındığında, dünya kendini benzer bir tehdidin altına sokar mı; orada, bir soru işareti var.

Hele de dünyanın en büyük doğal gaz sağlayıcılarından biri olan Rusya, bu hayati kozu elinde tutarken!

Dünyanın en büyük gaz rezervleri, Rusya’da.

İkinci sırada ise İran var.

Ancak bu ülkenin üretim ve ihracat miktarı oldukça düşük.

Velev ki batı İran’la sorunlarını çözerse, bu ülke de piyasadaki yerini alıp, Rusya’ya alternatif bir tedarikçi olabilir.

Kuzey ülkeleri de özellikle küresel ısınma sonucu buzulların erimeye başlamasını takiben doğal gaz üretimi konusunda yükselişte.

Ve fakat yeterli mi?

Henüz değil.

Dolayısıyla Rusya ile yeniden ciddi anlamda bir kriz tırmandırmadan önce, batının kendini gaz konusunda garantiye alması gerekiyor.

Bu arada Rusya’nın Avrupa ile var olan büyük ticari ilişkilerini de unutmamakta fayda var.

***

Hatırlayalım; Suriye, 1976 yılında, ‘bölgedeki iç savaşı denetim altında almak’ gerekçesiyle Lübnan’a gönderdiği ve sayısının 15 bin civarında olduğu söylenen askerlerini, tam 29 yıl boyunca bu ülkede tuttu.

Uluslararası toplum, onca yıl Suriye’ye deyim yerindeyse göz yumdu, ancak 11 Eylül saldırılarının ardından ABD’nin bölgeye ‘el atmasını’ takiben, pek çok şey değişti; önce 2003 yılında Amerikan ambargosu geldi, ardından da BM Güvenlik Konseyi’nin Eylül 2004’te aldığı 1559 sayılı kararla, “Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesi ve Lübnan’ın içişlerine karışmaması” talep edildi.

Ardından yaşanan Hariri cinayeti ve Suriye Nisan 2005’te, askerini Lübnan’dan çekti.

Yani uluslararası toplum, çıkarı gerektirdiği anda, sözünü derhal dinletmeyi bildi.

Ama düşünün ki aynı uluslararası toplum, Kıbrıs’taki Türk askerinin tam 40 yıldır devam eden gayrı yasal varlığı konusunda kayda değer herhangi bir adım atmıyor.

Suriye veya Kırım’la pek çok farklılıklar ama aynı zamanda pek çok benzerlikler taşıyan biçimde, askeri bir müdahale sonucu ortaya çıkan de facto durum halen devam ediyor.

KKTC tek yanlı ilan ediliyor.

Ve devamında KKTC Anayasası, yine uluslararası hukuka aykırı biçimde referanduma götürülüyor.

Ama Türkiye’nin bölgedeki gücü, uluslararası toplumun ve Amerika’nın Türkiye’ye olan ihtiyacı nedeniyle, hayat burada bambaşka bir seyirde akıp gidiyor.

Kırım’da da durumun çok farklı olacağını düşünmüyorum.