“Uçan” ama belleğe kazılan “Yıllar”

Eralp Adanır

 

Hüseyin Kanatlı ağabeyimiz...
Onu tanıyan herkes için; radyo ve televizyonculukta, sunuculukta bu toplumun bir “mihenk taşı”, bir duayeni.
Müzik yaşamıma başladığım 1977 yılından bu yana, özellikle baloların vazgeçilmez sunucularındandı. O zaman diyebilirim ki; Hüseyin ağabeyimizle tanışmam ta 1977 yıllarına uzanıyor, ben daha 13 yaşlarındayken.
Sonra müzik yarışmaları... ‘70’li yılların sonu ‘80’li yılların başı.
Kıyasıya bir mücadeleyle; müzikal mücadeleyle geçen o müthiş “İskele Müzik Yarışması” ve “Münir Hüseyin Müzik Yarışması”.
Deyimi yerindeyse “tüfek” gibi gruplarımız vardı.
Biz Anafartalar Lisesi (Girne Gelişim) ve Mağusa Namık Kemal Lisesi, kullandığımız nefesli enstrümanlar dolayısıyla inanılmaz ekiplerdik.
Ve bu yarışmaların da sunuculuğunu o güzelim ses tonu, tertemiz türkçesiyle Hüseyin ağabeyimiz yapmaktaydı.
Ve 1986... BRT’nin kapısından giriş o giriş.
Hâlâ buralardayım ve Hüseyin ağabeyimiz artık benim bir yol göstericim, programcılıkta ve bilgide benim örneğim, çalışma arkadaşım.
Müzik konusuyla ilgili kendisiyle birkaç program yapmıştım televizyonda.
Her açtığım konu; belleğinden süzülen tarihle dopdolu bir şekilde yoğruluyordu.
Hani her sözcüğü; bir tarihi belgeler niteliğinde desem yeridir.
Hüseyin ağabeyden hep işitmiş hep konuşmuşuzdur; anılarından oluşan bir kitap yayınlaması konusunda.
Yazmaya da başlamış teknolojinin nimetlerinden yararlanarak.
Çok sevinmiştim.
Çünkü eminim anlatacağı-yazacağı her şey, belki “öznel” gibi görülebilir ama yaşadığı dönemin tanıklığı ve belgeciliği açısından büyük önem taşımaktaydı.
Nitekim teknoloji Hüseyin ağabeyimize öncelikle bir “bayda” (çelme) attı ve 500 sayfalık yaşamının bir kesitini silip süpürdü.
Elbette böylesi bir durumda kim olursa olsun moral bozukluğunun tam dibinde oluverir.
Ve Hüseyin ağabeyimiz tüm bu olumsuzluklara rağmen yeniden başlamış. Çünkü teknolojinin belleği silinse de, Hüseyin ağabeyimizin belleği hâlâ yerinde ve aktif durumdaydı.
Ve ilk ürünü elimizde...
“UÇAN YILLAR 1931-1959, CİLT:1”
28 yıllık bu süreç nasıl dopdolu olabilir diye düşünebilirsiniz.
Ama kitabı alıp okumaya başladığınızda; doğum yılı olan 1931’de, İngilize karşı Kıbrıslı Rumların İsyanıyla başlayan yangın halinde, Hüseyin Kanatlı’nın hayatının başlangıcı da, yangınlara gebe olarak mühürlenmişti neredeyse, bir Koloni çocuğu olarak.
Kitap öncelikle Baf-Kasabanın ve tabii ki kendi ailesinin yaşamıyla başlıyor, burada doğup çocukluğunun anılarını dağarcığına atmaya başlayarak. Satıraralarında birçok şey öğeniyoruz Baf’a, Kasaba’ya ve sosyal yaşama ait.
Mesela o yıllarda “Salı” günlerinin; “Cuma” günleri gibi kutsal sayıldığını görüyoruz.
Ve bu günlerde adak yapmak için Dip-Baf’ta yer alan Hacı Mehmet Türbesi’nin ziyaret edildiği, dua okuyup türbeye yüz sürüldüğünü öğreniyoruz. Ben “yüz sürme” eylemini ilk kez duyuyordum.
Evet mum yakıp, çaput bağlamayı çok yerde görmüştüm ama türbeye “yüz sürme” bana göre yeni bir bilgi.
Limasol’da Piri Dede’nin mezarına kaşık dikilirdi diye hatırlıyorum küçücükken.
Ya da teyzesinin oğlu olan ve bugün spor tarihimizde ve Çetinkaya’da duayenler arasında yer alan Vedat-Cipsi ağabeyimizin çocukluk yıllarındaki muzurlukları!
Dediğim gibi; her satırı her anı, bu toplumun sosyal, siyasal ve kültürel yaşamında “belge” niteliği taşıyor.
Yüreğine kalemine sağlık Hüseyin ağabey...