TÜRKİYE’NİN SEÇİMİ…

Sinan Dirlik

 

Her ne kadar “Türkiye’nin seçimi” gibi görünse de Balkanlardan Kıbrıs’a, Ege’den Suriye’ye geniş bir coğrafyanın kaderinde belirleyici olacak 24 Haziran seçimlerine sadece 50 gün kala Türkiye siyasetinde saflar hiç olmadığı kadar heyecan verici biçimde berraklaşıyor. Adaylar ve ittifaklar arasındaki seçim rekabeti değil ama Türkiye siyasetinin 1990’lardan sonra ilk kez yeniden altüst olup yeniden şekillenmesini izlemek heyecan verici… Her ne kadar toplumun geniş kesimi için bu bir parti/ittifak/aday yarışı olarak algılansa da siyaset sosyolojisi ile az buçuk ilgilenenler bunun sınıfsal, sosyal ve siyasal anlamda kartların yeniden karıldığı, safların yeniden belirlendiği ve önümüzdeki on yıllara uzanacak yeni siyasal haritayı şekillendirecek bir milat olduğunun farkında…

AKP Genel Başkanı Erdoğan AKP, MHP ve BBP nin oluşturduğu İslamcı-Milliyetçi ittifakın adayı olarak ortaya çıkıyor.

AKP- MHP- BBP ittifakının ortak paydasını Türkiye’nin aşırı milliyetçi, muhafazakâr çizgide reorganizasyonunun seri biçimde tamamlanması oluşturuyor. Tüm kurumlarıyla ele geçirilen devletin, yeni dönemde toplumun kılcallarına kadar nüfuz ederek toplumun geri dönülmez biçimde yeniden yapılandırılmasını öngörüyor.

Muhalefet partileri ise çatı adaylığı konusunda belirli bir mutabakata ulaşamadığı için 1. Turda kendi adayları ile seçime katılacaklar. Bununla beraber CHP, İyi Parti, Saadet Partisi parlamento seçimleri ve 2. Turu kapsayan bir protokolle ortaya çıktılar.

CHP, İyi Parti ve Saadet Partisi gibi görünüşte farklı ideolojik duruş sergileyen 3 partinin bu “ilklerin seçiminde” birlikte hareket etmelerini sağlayan ortak payda Parlamenter sisteme geri dönüş. Ancak her 3 partinin “ittifak bileşenlerini” belirlerken gösterdikleri “seçicilik” bir diğer ortak paydanın “HDP nin dışarıda bırakıldığı bir muhalefet” anlayışı olarak şekillendiğini gösteriyor. Bu ne anlama geliyor? Kuşkusuz Erdoğan’ı destekleyen “Muhafazakâr Milliyetçi” ittifak karşısında “Ulusalcı- Muhafazakâr bir bloğun” tesis edilmesi…

Erdoğan’ı destekleyen “Muhafazakâr Milliyetçi” ittifak karşısında “bir miktar esnetilmiş olsa da Kemalist laiklik anlayışına sadık”, ancak kesinlikle Milliyetçilik çizgisinden ödün vermeyen bir yapılanma… CHP- İyi Parti- Saadet Partisi bloğu Kürt siyasetiyle, sol- sosyalist hareketlerle ilişkisini “eski devlet refleksiyle” tanımlamayı tercih ediyor.

“Tek millet/ Tek bayrak/ Tek devlet” anlayışının her iki ittifakın da ortak paydasını oluşturduğu bu seçimde iktidar ve muhalefetin “ötekiler” karşısında benzer pozisyonda konumlanmalarının ilginç ve yeni olan bir yanı yok aslında… “Eski devlet” için de “yeni devlet” için de Türkiye’nin etnik çeşitliliğinin anayasal düzeyde eşitliğinin tescil edildiği, Kürtlerden Türklere, Müslümanlardan Dinsizlere, Feministlerden Eşcinsellere, Sosyalist soldan çevrecilere geniş bir alanda söz söylemeye çalışan irili ufaklı “sivil muhalefetin” varlığı tüyleri diken diken etmeye yetecek bir durum. Bu nedenle de Eski Devlet ile Yeni Devletin kıran kırana verdiği büyük mücadelenin bu son düzlüğünde “ötekilerin muhalefeti” oyun dışında bırakılmaya çalışılıyor.

Her iki ittifakın siyasal argümanlarına baktığımızda, bizden Milliyetçiliğin, muhafazakârlığın, devletçiliğin tonları arasında bir seçim yapmamız isteniyor…

Peki ya “ötekilerin muhalefeti?”…

Kendi içindeki seslerin bile zaman zaman “Kürt Partisi” algısına indirgemeye çalıştığı HDP, kendisini dışlayan blokların ve kendi içerisindeki “tekleştirici seslerin” hatta Kandil’deki şahinlerin tüm çabalarına, 11 seçilmiş milletvekilinin vekilliklerinin düşürülmesine, eş başkanlarının hapse atılmasına, binlerce üyesinin tutuklanmasına rağmen Kürtlerin, Türklerin, dindarların, dinsizlerin, kadınların, eşcinsellerin, çevrecilerin, sosyalistlerin, aydınların, barış yanlılarının inatçı mücadelesiyle gücünü ve etkisini korumaya devam ediyor. Yapılan araştırmalar HDP’nin her şeye rağmen %10-12 bandında gücünü koruduğunu ortaya koyuyor. Bu, CHP- İyi Parti- Saadet Partisi bloğu için eğer gerçekten Erdoğan rejimine karşı çoğulcu, demokratik, özgürlükçü bir muhalefet bloğu kurmak isteselerdi hiç küçümsenmeyecek bir oy oranıyken HDP’nin “muhalefet bloğu” dışında bırakılması, aynı zamanda HDP bileşenlerinin tümüyle araya bir çizgi koyma kararlılığının da ifadesi…

HDP bileşenleri, halen tutuklu olan Selahattin Demirtaş’ı aday olarak gösterdiler, ancak seçimlerin 2. Tura kalması durumunda hangi adayı destekleyecekleri, sandığa gidip gitmeyecekleri konusunda bir değerlendirmede bulunmadılar henüz.

İlk turda Erdoğan ihtiyaç duyduğu %50 + 1 oyu alamadığı takdirde ne olacak?

Her şeyden önce psikolojik üstünlüğünü yitirmiş olacak ve Milliyetçi-Muhafazakâr blok çözülme yoluna girecek. Bu aynı zamanda “Cumhur İttifakının” Mecliste istediği çoğunluğu elde edememesi anlamına gelecek ki ikinci turda bir biçimde % 50+1’i elde edebilse bile Erdoğan ve Türkiye için yepyeni krizli bir sürecin başlamasına yol açacak. İstediği yasaları onaylatacak bir Meclise ihtiyacı olacak Erdoğan’ın… Ya sürekli “by-pass edilmeyi” sineye çekecek ki karakterine uygun değil ya da bir kez daha seçimleri yenileme yoluna gitmek zorunda kalacak. İlk turda istediği sonucu alamadığı takdirde Erdoğan’ın ittifakını genişletmekten veya “başka çözümler” aramaktan gayrı alternatifi bulunmuyor… O “başka çözümler” yeni düzenlemelerde yeterince mevcut zaten…

Bütün bu tablo, Türkiye’yi her koşulda “Muhafazakâr Cumhuriyetçiler” ile “Demokratlar” arasında iki eksenli bir siyasi yapıya zorluyor… Muhafazakârları biliyoruz… Şimdi önümüzdeki 50 günlük dönem ve sonrasında “Ulusalcı-Milliyetçi ittifakın” daha seküler, daha özgürlükçü, daha demokrat bir çizgiye evrilmeyi becerip beceremeyeceği… Eğer CHP-İyi Parti- Saadet Partisi bloğu siyasi cidarlarını genişletmeyi, daha kapsayıcı, daha özgürlükçü, daha eşitlikçi bir yaklaşımı benimsemeyi başarabilir, ikinci turda HDP bileşenlerinin desteğini alabilecek esnekliği gösterebilirse Türkiye için heyecan verici bir yenilenme süreci başlayabilir…

90’ların başından 2002’ye kadar İslamofaşizmin değirmenine su taşıyan korkunç bir yozlaşma, baskı, yolsuzluk çamuruna bulaşmış ve 2002 de havlu atarak devleti AKP’ye teslim etmiş Merkez Sağ ve Merkez Sol bu kez ders almış olabilir mi?

Türklerin ve Kürtlerin, her renkten ötekinin Parlamentodaki güçlü sesi olarak büyük bir umut dalgası oluşturan Selahattin Demirtaş’ın iktidarca derdest edilmesini sessizce izleyen kitleler; bu kez daha da kararlı ve güçlü biçimde bir araya gelmeyi, Demirtaş’ı Cumhurbaşkanlığına götüremese bile tutuklu olduğu zindandan çıkarmayı başarabilecek, bölünmenin eşiğindeki ülkeyi yeniden Türk’üyle, Kürd’üyle, Alevi’si Sünni’siyle bir araya getirme feraseti gösterebilecek mi?

Yaşayacak ve göreceğiz…