Türkiye’nin KKTC sınavı

Sami Özuslu

 

Gazeteci dostum Erdal Güven Kıbrıs’la ilgili şu tespiti yapmıştı birkaç sene önce:
“Türkiye’nin bir Kıbrıs sorunu vardır, bir de KKTC sorunu!”
Çok yerinde bir saptamaydı bu ve ifade ediliş biçimi de zekicedi.
Kıbrıs adası denilince iki şey akla geliyordu genelde Ankara’dan bakıldığında, ama bunlar arasındaki ayırımın ve ilişki biçiminin çok az insan ayırdındaydı.
‘Kıbrıs sorunu’nun yanısıra Türkiye’nin hem içeride, hem dışarıda ‘başına dert’ açan bir de KKTC sorunu vardı.
Uluslararası arenada KKTC ‘varlık/yokluk’ bağlamında ayak bağı oluyordu Ankara’ya ama uzunca bir süredir devam eden bu duruma artık alışılmıştı.
Ancak KKTC’nin uluslararası ve konjonktürel pozisyonu nedeniyle adanın kuzeyinde kapana kısılan Kıbrıslı Türk popülasyonu, yarım yüzyılı aşan Kıbrıs sorunu içerisinde bir başka ‘sorun’ penceresi yaratmıştı.
**
Aslında olup biten çok basitti.
Stratejik Kıbrıs adasında ‘nöbet’ tutmakla görevli Kıbrıslı Türkler ‘soğuk savaş’ koşullarının hüküm sürdüğü 1950’li yıllardan itibaren ada üzerinde çizilen senaryolar gereği savaşa sokuldu, çatıştırıldı, göç ettirildi, enklavlarda yaşamaya mahkum edildi.
1974 sonrasında fiziki bölünmeyle beraber Kıbrıs adasının kuzeyinin ‘lagalitesi’ aşılmaz bir sorun oldu. 1983’le baraber yurtdışı kapıları iyice kapandı.
Uzun lafın kısası, Kıbrıslı Türkler ‘ekonomik yetersizlik’ batağına gömüldü. Zira ürettiğini satamadı. Satamayınca üretmekten vazgeçti.
‘Milli dava’ uğruna sürdürülebilirlikten ve ekonomik akıldan uzak uygulamalar hayata geçirilince ‘deve’ misali her tarafı eğri ve de eğreti bir yapı oluştu.
Erdal Güven’in ‘KKTC sorunu’ dediği, üç aşağı beş yukarı böyle doğdu.
Doğuşunu ve gelişimini, doğuş ve gelişim aşamasına katkılarını unutanlar gün geldi uyandı, “Bu yapı böyle sürdürülemez” demeye başladı.
“Günaydın” denildiyse de bunu duyan olmadı.
**
Bu bilinen hikayeyi şimdi neden yazdım?
Çünkü yeni bir konağa gelindi.
Türkiye’nin ‘Kıbrıs sorunu’ devam ediyor. Ama ‘KKTC sorunu’ da devam ediyor.
Adına ‘KKTC sorunu’ ya da ‘KKTC ekonomisinin sürdürülebilirlikten uzak oluşu’ denilen bugünkü yapıdan nasıl çıkılacağı konusunda iki farklı görüş var.
Bunlardan birini Ankara adına buradaki TC Büyükelçiliği, diğerini ise Kıbrıs Türk halkı adına yeni kurulan hükümet savunuyor.
‘KKTC sorunu’nun doğuşu ve gelişimine sayısız katkılar koyanların ‘dün dündür’ yaklaşımı ile hareket ediyor olması bir yana, kimi içerili ‘dedikodu ustaları’ tarafından yayılan söylentiler can sıkıyor.
“Eğer hükümet ekonomik programı uygulamazsa, Ankara’dan kaynak aktarımı durabilir”miş.
“KIBTEK özelleştirilmezse ülke elektriksiz kalabilir”miş.
“Zaten bu hükümetin ömrü de uzun değil”miş.
“Hükümetin niyeti Ankara’nın Kıbrıs’taki etkisini azaltmak”mış, “bu yüzden değilmiymiş ki Anayasa’nın geçici 10’uncu maddesi değiştirilmek isteniyor”muş?
Miş miş de mış mış!
**
Başbakan’a ve hükümete çağrımdır.
Eğer bu tür ‘tehdit’ içerikli mesajlar geliyorsa Ankara’dan, bunlar kamuoyuyla paylaşılsın.
Herkes bilsin, Ankara bakımından KKTC ve Kıbrıs Türk halkı ne anlama geliyormuş?
Şurası bellidir: Hükümetin, özellikle de CTP kanadının Ankara ister diye adımlar atma niyeti yoktur.
DP’nin de farklı bir tutum içinde olacağını zannetmiyorum. En azından şimdilik...
Dolayısıyla UBP döneminde ‘emrivaki’ şeklinde imzalanan TC-KKTC protokolünün aklıselimle revize edilmesi dışında bir seçenek yoktur.
Kıbrıslı Türklerin tarihin bu dönemine denk gelen iradesine saygı duymakla duymamak arasında bir tercihtir yapılacak olan...
Erdal Güven’den yola çıkarak buna ‘Ankara’nın KKTC sınavı’ da diyebiliriz pekala...
Ve bütün sorumluluk bu sınava Ankara adına girecek olanlardadır.