Türkiye Yalnızlaşırken…

Aysu Basri Akter

Bu hafta 4 günlük bir Strasbourg gezisiyle yine Avrupa Birliği-Türkiye- Kıbrıs üçgenine odaklı geçti.

Avrupa’nın tarih kokan ve Avrupa Birliği’nin Brüksel’den sonraki 2. önemli kenti konumundaki şehir, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne ev sahipliği yapıyor.

İşte bu gezinin amacı da Avrupa Parlamentosu davetiyle Türkiye ilerleme raporunun görüşüleceği 4 günlük birleşimi izlemekti…

2000’li yılların başından itibaren genç bir gazeteci olarak Avrupa Birliği’nin bütün kurumlarında bulunma, bu kurumların işleyiş şeklini inceleme, süreç içindeki genişleme politikalarını takip etme fırsatı buldum. Kurumun gazetecilere yönelik çalışma imkanları ve bilgiye ulaşma fırsatları konusunda muazzam bir altyapısı olduğuna defalarca şahitlik ettim.

Özellikle Annan Planı’nın gündemde olduğu Kıbrıs’ta çözüm umutlarının en çok yükseldiği zamanlarda, Türkiye’nin yeni iktidarının bu koridorlarda ne kadar büyük bir hayranlıkla takip edildiğine de şahitlik eden biri olarak, bu gezi sanırım yaşadığım en acı deneyimlerden biri oldu.

Bu koridorlarda çok değil sadece birkaç yıl önce bürokratlarıyla, medyasıyla Türkiye toz attırıyordu.

Şimdilerde Türkçe sadece bu koridorların emektar temizlik görevlilerinin kendi aralarında kullandıkları bir dil…

Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri çok uzun zamandır, üyelik müzakerelerinin dondurulmasıyla birlikte ağır bir kopuş yaşadı. Her ne kadar ilişki devam etse, müzakereler, imtiyazlı ortaklık ilişkisine dönüştürülme sürecine girse de siyaset ve gelecek hedefleri konusunda bu iki ortak birbirinden fersah fersah ayrı artık.

Türkiye-Avrupa Birliği ticaret hacmi 2024 ticaret verilerine göre 210 milyar Euroyu aşmış, 2020 sonrası %59’luk bir büyüme seviyesine ulaşmış. Türkiye bugün AB’nin en büyük 5.ticaret ortağı.

Türkiye’nin sadece 2023 yılındaki toplam ihracatının %41’i Avrupa Birliği ülkelerine gerçekleştirilmiş.

Yani Avrupa Birliği de Türkiye’nin en büyük ticaret ortağı…

Türkiye’nin Mülteciler konusundaki pozisyonu, NATO ilişkileri, savunma ve ticaret alanındaki hacmi tarafları birbirine bağlasa da son ilerleme raporundaki zehir zemberek tespitlerin ötesinde, Avrupa üye devletler gözündeki yeri, Türkiye’yi belki de ilk defa bu kadar yalnızlaştırıyor.

Türkiye İlerleme Raporu Parlamento’da gece 8 sonrasında gündeme geldi. Buradaki uzmanlar, bunun ilk kez yaşandığına işaret ederken, konunun artık haber değeri taşımadığının ve aslında Türkiye ile ilişkileri ya da ülkenin durumunu kimsenin önemsemediğinin açık bir göstergesi olarak yorumluyor.

Tam da aynı şekilde, bir zamanlar Türkiye dünya basınının ilgiyle takip ettiği dahası bütün güçlü örgütleriyle Türkiye’nin haftalarca lobi yaptığı bu raporlar artık haberciler tarafından izlenmiyor.

Son raporu da Kıbrıs’tan giden gazetecilerden başkası izlemedi.

Bir zamanlar, TUSİAD’IN, İKV’nin, Türkiye Ticaret Odası’nın geniş kadrolarla çıkarma yaptığı bu koridorlarda, Türkiye medyasından tek bir kuruluş yoktu.

Raporla ilgili söz alan 40’dan fazla parlamenterden biri dahi, Türkiye ile ilgili tek bir olumlu söz söylemedi. Aksine, Türk Dışişlerinin sert şekilde reddedip eleştirdiği raporun yazarı İspanyol milletvekili Nacho Sanchez Amor’u ve Avrupa Birliği’ni, Türkiye’ye fazla imtiyaz gösterdiği konusunda yerden yere vurdu!

Yapılan eleştiriler, raporda da yer aldığı gibi, tutuklanan gazeteciler, öğrenciler, eylemciler, basın özgürlüğünün, hukuk bağımsızlığının ve demokrasinin olmadığı üzerine odaklanıyor. Ve Avrupa Birliği’nin derhal Türkiye’ye tüm kapıları kapatması isteniyor.

Son protestoları izlemek için yani aslında sadece gazeteci olarak işini yapmak üzere İstanbul’a giden ve burada tutuklanan İsveçli Gazeteci Joakim Medin, Avrupa’nın gözünde, Türkiye’nin “diktatörlüğünün” simgesi olarak görünüyor.

İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması, AİHM kararlarına rağmen halen hapiste olan Osman Kavala ya da tutukluluğu devam eden Selahattin Demirtaş konusu, Türkiye’nin sadece bugün değil, kısa ve orta vadede de Avrupa değerlerini yakalayamayacağının kanıtı olarak gösteriliyor.

Türkiye’nin “diktatör rejiminin” bu değerleri “terörize” ettiği konuşuluyor!

Avrupa’nın değil işbirliği ortaklığı önermesi, bütün ilişkilerini askıya alıp, Türkiye ile ticareti durdurması, silah satışının engellenmesi gibi radikal öneriler peşi sıra tekrarlanıyor.

Türkiye’nin hiçbir zaman Avrupa’da olamayacağını söyleyen onlarca milletvekili, Avrupa Birliği’nin tereddütsüz olarak Türkiye’ye bütün kapılarını kapatması çağrısında bulunuyor.

Avrupa Birliği kurumları, üye ülkelere yapılan tehditleri ve bütün antidemokratik uygulamaları izlemekle suçlanıyor.

Ve tabii ki, bütün bunların üzerine Türkiye’nin Kıbrıs sorunundaki politikaları da tuz biber oluyor.

Kıbrıs sorununu hayati öneme sahip bir konu olarak değerlendiren, Türkiye raportörü Sanchez Amor’a göre, iki devletli çözümde ısrar etmek demek, Kıbrıs’ın Kuzey’ini “vilayetleştirmek” anlamına geliyor.

Bizim alışık olduğumuz meclis oturumlarının aksine, burada konuşmacıların ortalama konuşma süresi 1 ile 1 buçuk dakika arasında değişiyor ve herkes, bazen birkaç saniye gecikmeyle de olsa bu kurala uyuyor.

Ama o 1 dakikalar içinde duyduklarımız yumruk gibi. Bugüne kadar hiçbir toplantıda Türkiye’nin bu kadar yalnızlaştığına bu kadar dışlandığında şahitlik etmemiştim.

Bu konuşmalar sonrasında söz alan Amor, hiçbir ülkenin liderinden ibaret olmadığının altını çizerek, Türkiye iktidarını Rusya’ya benzettiğini söylerken, Avrupa Birliği’nin dünyanın dört bir yanında antidemokratik rejimlerle mücadele ettiğine vurgu yapıyor.

2013’den beridir Türkiye-AB ilişkilerinin hızla gerilediğine işaret eden Amor, kapıyı kapatıp Türk halkını umutsuzluğa sürüklemenin doğru olmadığını anlatıyor.

Türkiye raportörü Amor, raporun oylanmasının ardından Kıbrıslı gazetecilerle özel olarak da görüştü.

Kendisine daha çok Kıbrıs uzmanı gibi yaklaşıldığını ve raporun Kıbrıs raporu muamelesi gördüğünü ifade eden İspanyol milletvekili, bu raporun Türkiye raporu olduğunun altını çiziyor ancak Kıbrıslı Rum vekillerin koridorlarda bir ordu gibi çalıştığına da işaret ediyor, şakayla karışık. 

Şunu özellikle vurgulamak gerekiyor;

Avrupa Birliği kurumlarından sadece Türkiye çekilmemiş, bir zamanlar Kıbrıslı Türklerin de sıklıkla yer aldıkları platformlar, Kıbrıslı Türkler tarafından da terk edilmiş!

Oysa Kıbrıs Türk siyaseti açısından AB ile ilişkiler Türkiye ya da Kıbrıs sorununun çözüm şartına doğrudan bağlanmaması gereken bir gerçeklik. AB vatandaşlarından oy talep eden siyasilerin, buralarda da söyleyecek sözü olması, demokrasisini özgürlüklerini ve geleceğini Türk siyasetinin çerçevesine hapsetmemesi gerekiyor.

O yüzden CTP başta olmak üzere, bu ilişkilerin ve bu alandaki çalışmaların önemine paralel bir tavır geliştirilmesi gerektiğinin özellikle altını çizmek gerekiyor.

Türkiye’nin 27 sayfa 59 maddelik raporuna ek olarak, Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın adaya yaptığı ziyarete yönelik de sözlü bir değişiklik önerisi oybirliği ile kabul edildi, geçtiğimiz gün parlamentoda.

Ve bu öneride, Erdoğan’ın ziyareti “yasadışı” olarak nitelendirilirken, Kuzey Kıbrıs’tan da “işgal altındaki bölge” olarak bahsediliyor. Madde bu ziyaretteki kışkırtıcı açıklamaları, müzakerelerin yeniden başlamasını tehlikeye atıcı ve her iki toplumun çıkarlarına “gayri meşru” bir müdahale olduğunu söyleyerek bunu kınıyor.

Hem kınama, hem raporun geneli ama belki de daha da önemlisi kurumlar içindeki Türkiye tepkisinin ilk kez bu kadar yükseldiğini ve tarafları birbirinden uzaklaştırdığının net olarak altını çizmek gerekiyor.

Türkiye özellikle son 10 yıldır tırmandırdığı siyasetiyle hızla yalnızlaşıyor ve “hegomonik diktatör” ülkelerle eşdeğer tutularak çok farklı bir yere konuluyor.

Amor, kendisine Türkiye tarafından genellikle haddini ve yerini bilmesi gerektiği ifade edilerek eleştirildiğini ancak Türkiye’nin AB üyelik başvurusunu kendisinin yaptığını ve süreci, sürecin gereklerini aslında çok iyi bildiğini, dolayısıyla her adımın anlamını da çok iyi biliyor olduğuna işaret ediyor ki, aslında son derece dikkat çekici bir hatırlatma.

Yaşananlar ve Türkiye’nin izlediği siyaset bilinçli… Sonuçları son derece öngörülebilir…

Yani aslında Türkiye hata yapmıyor. Türkiye iktidarı bile isteye seçiyor bu yalnızlığı ve bütün bu eleştirileri.

Yıllardır kısa sürede dağılması beklenen, üzerine çeşitli senaryolar üretilen Avrupa Birliği şu anda Avrupa dışındaki ülkelerle de ilişkilerini geliştirme stratejisini kararlı şekilde canlı tutuyor. Dış politika, ticaret, kalkınma yardımı ve diplomasi ile küresel bir diyalog yürütüyor.

Avrupa Birliği dünya çapında en büyük ticaret bloklarından biri… Latin Amerika, Asya, Afrika, Karayip ve Pasifik ülkeleriyle serbest ticaret anlaşmaları ve ekonomik ortaklık anlaşmalarıyla bu pozisyonunu güçlendiriyor.

Birlik, dünyanın en büyük kalkınma yardımı sağlayıcılarından biri… Afrika başta olmak üzere, gelişmekte olan ülkelere sağlık, eğitim, altyapı gibi alanlarda mali destek veriyor. Türkiye’ye de destekleri devam ediyor. Tabii ki Kıbrıslı Türklere de…

İklim değişikliği ile mücadele, yoksullukla savaş ve göç yönetimi öncelikli konuları olarak dikkat çekiyor.

Avrupa Birliği Türkiye için önemli bir partner…

Dolayısıyla bütün eleştirilen yönlerine ve dezavantaj kabul edilen hantal yapısına rağmen, Avrupa Birliği hedefinden vazgeçmek, demokrasiden, toplumların refah seviyesinden, özgürlüklerden ve istikrarlı bir gelecekten de vazgeçmek anlamına geliyor.

Çünkü rakamsal nüfus büyüklükleriyle kurmuyorsunuz geleceğinizi, geliştirdiğiniz uluslararası ilişkilerle, insan kaynağıyla, eğitime, bilime, sanata, ticaret ve ekonomi politikalarına yaptığınız yatırımlarla güçlü oluyorsunuz.