Tuncer Bağışkan’ın hayat hikayesi... (3)

Sevgül Uludağ

Hiç beklenmedik biçimde, geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz değerli araştırmacı-yazar, arkeolog Tuncer Hüseyin Bağışkan abimizi, 2005’te onunla bu sayfalar için yaptığımız geniş bir röportajla anmak istiyoruz...

“Lefkoşa’nın belleğine yolculuk” başlıklı bir dizi röportaj çerçevesinde, Tuncer abimizle de konuşmuştuk... Bu röportajında bize hayatını ve Lefkoşa’yı anlatmıştı... Tuncer abimizle bu röportajımız Kasım 2005’te YENİDÜZEN’de yayımlanmıştı...

Röportajımız, “Ömerge mahallesinde doğan, Kaymaklı’da büyüyen Tuncer Bağışkan anlatıyor:  Ömerge mahallesinde Karagöz oyunları” başlığını taşıyordu.

Röportajımızın son bölümü şöyleydi:

Soru: Uzun yıllar ama Eski Eserler Dairesi’nde de “sicil”inizden ve duruşunuzdan dolayı herhalde, epeyi bir hakkınızın yendiğini hatırlarım ben...

Tuncer Bağışkan: Esasında ben ve çoğu arkadaşlarım o 75 yılında daireye girdiğimiz zaman, ortalıkta dönen eski eser kaçakçılıklarını, kilise talanlarını, müze soygunlarını yaşayan insanlardık ve benim esasında duruşum, etik olarak, mesleğimin gereği olarak, bunların kesinlikle yapılmaması yönündeydi. Eski eserlerin bir kültür varlığı olduğunu biliyorduk, bunu korumak gerektiğini hep söylüyorduk... Tabii ki bizim bu söylediklerimiz, yöneticiler tarafından çoğu zaman benimsenmedi. Hatta eski eser ticaretinin o dönem kaldırılmasını isterken, bir de baktık ki bakanlığımızın içindeki bazı kişilerin, bu eski eser ticaretini yapanların arkasında olduğunu gördük. Bunlarla mücadele ettiğimiz için tabii duruşumuz savunulmadı... Ben onları rahatsız ettim, onlar beni rahatsız etti... Emekli olana kadar da gitti...

Soru: Duruşunuz hiç değişmedi...

Tuncer Bağışkan: Değişmedi çünkü biz eski eserlerin ticaretinin kaldırılması, eski eserlere sahip çıkılması mücadelesi verdik. Tabii gerek CTP’nin iktidara geldiği dönemlerde, gerek TKP’nin geldiği dönemlerde rahat devreler geçirdik... Başağrımız olmayan dönemlerdi bunlar ama öbür dönemlerde başımız hep ağrıdı, başından sonuna kadar da hep böyle kavga içinde geçti... Hala daha biliyorsunuz, kavga ediyoruz, bu SİT alanlarının korunması, eski eserlere sahip çıkılması için...

Soru: O dönemlerde sizde en çok iz bırakan bir anınızı anlatabilir misiniz? Sizi en çok yaralayan ne olduydu 75’ten emekli olana kadar geçen dönemde?

Tuncer Bağışkan: Beni yaralayan çok şeyler oldu – arabam yakıldı biliyorsunuz, garajın içerisinde...

Soru: Hangi yıldı o?

Tuncer Bağışkan: O 85 yılı filandı... Ancak beni en yaralayan Ermeni Kilisesi fresklerinin sökülmesiydi – o dönemde Ermeni Kilisesi’nin duvar resimleri sökülmüştü... O zaman Ortam gazetesi bir yayın yapmıştı ve o yayını yaptıktan sonra bakanlık da soyanların arkasında bir tavır izlediydi... Ve o dönemde en ağırıma giden, bir teknik personel olarak, iki tane askerin gelip beni daireden bir arabanın içine tıkmaları, Asal Şube’ye götürmeleri ve bana hakaret etmeleri, çok ağırıma gitti...

Soru: Çünkü o “Sivil İşler” dedikleri, Asal Şube’nin içindeydi daha önce...

Tuncer Bağışkan: Onun içerisindeydi, hatırlarım... Hatırladığım, arabayla götürdüler beni ve “Çık dışarı!” dediydiler... Bana böyle bir hakaret yapılması çok yaraladıydı...

Soru: Kimdi yapan? Viktorya Sokağı’ndaki Ermeni Kilisesi’nden bahsediyorsunuz...

Tuncer Bağışkan: Evet, Viktorya Sokağı’ndaki Ermeni Kilisesi’nden bahsediyorum... Orada bir komutan vardı, A... diye biriydi sanıyorsam, H... vardı, biri bekçilik yaptı, biri freskleri söktü... Zaten bunu mahkeme tutanaklarından öğreniriz... Bu olayın failleri yakalanmadı ama son 89...

Soru: Nereye gittiydi bu freskler?

Tuncer Bağışkan: Bu freskler nasıl oldu bilmem ama ansızın asker bize teslim ettiydi bunu... Ve Tema Irkad bu soruşturmayı yapmak üzere görevlendirilip timini oluşturduğu zaman ancak 82’den 89’a ne kadar süre geçti, ancak o zaman failler ortaya çıktı... Daha önce Tema Irkad’ın oluşturduğu bir sistem oluşturulmuş olsaydı, yakalanırdı... Ama ondan sonra ne oldu? Tema Irkad çok başarılı, güzel işler yaptı, zaten başarılı işler yapanlar “ödüllendirilir”!

Soru: Tehdit alıyor muydunuz?

Tuncer Bağışkan: Esasında aldığımız olurdu, telefonla bir iki kere aldım ama onlar pek önemsediğim bir olay değildir. Tabii ben memuriyet hayatım boyunca hiç yükselmedim, onlar öyle bir kolayını bulmuşlardı ki başka yollardan cezalandırıyorlardı... Benim o zaman sürekli söylediğim şey şuydu: devlet-kaçakçı bütünleşmesi vardı orta yerde... Dolayısıyla ben bir iki telefon aldıktan sonra herhangi bir şey almadım...

Soru: Etkili olmadığını, korkmadığınızı gördüklerinde gerilerler zaten...

Tuncer Bağışkan: Doğrudur yani...

Soru: Korkan için geçerlidir tehdit...

Tuncer Bağışkan: Doğrudur... Yani çünkü bizim orada yaptığımız, yasaları savunuyorduk... Bizim kamu görevlisi olarak görevimiz, normalde yasanın öngördüğü şekilde kültürel mirası korumaktı bizim görevimiz... Biz orada görevimizi yapıyoruz, görevimizi yaptık diye suçlanamayız... Biz kararımızı verdik – aksini yapsak aysonu geldiğinde alacağımız o para hakkımız değildi diye düşünürdük biz...

Soru: Kitaplar yazdınız, biraz da bunlardan söz edebilir miyiz?

Tuncer Bağışkan: Ben çok kitap yazdığımı söyleyemem...

Soru: Yayımlanmamış çalışmalarınız var, biliyoruz...

Tuncer Bağışkan: Doğrudur... Bir tane “Kıbrıs Türk halk folklöründe ölüm” diye bir kitabım var – onu yapmamın daha ziyade nedeni, biz hep arkeolog olarak mezarlarda kazılar yaparız ya, elimize geçen buluntuları değerlendirirken, bir varsayıma dayanırız. Acaba o varsayımı yapabilecek bilgi birikimine sahip miyiz diye düşündüm... Olmadığımızı gördüm. Çünkü bir da manevi inançların, maddi kültürden daha uzun süre yaşadıklarını düşünüyordum... Dolayısıyla geçmişten günümüze gelen bazı manevi inaçlar var mı diye düşündüm – ölümle ilgili bir araştırma yaptım. Kapsamlı bir araştırma oldu, 5 yılımı alan bir araştırma oldu... En sonunda onu bitirdik, onu bitirdikten sonra 1999’da Karpaz’daki bütün yerleşim birimlerinin, 46 köyü teker teker eski eserlerinin tarihçelerini yapmak için 2001 yılına kadar araştırdım, onu devam ettirdim. Şu anda elimde çok kuvvetli bir malzeme vardır.  Karpaz bölgesinin haritaları elimdedir, köylerin tarihçeleri, aşağı yukarı elimdedir... “Kıbrıs’ta Osmanlı-Türk Eserleri” kitabı devreye girince onları bir rafa kaldırdım... Bu arada “Kıbrıs’ta Osmanlı-Türk Eserleri” kitabını çıkardım – Müze Dostları Derneği çıkardı bu kitabı. Yalnız orada eksik sayfalı, bazı sayfaları ters basılmış olarak çıktı...

Soru: Niçin öyle oldu?

Tuncer Bağışkan: Matbaacının teknolojisinin olmaması... Açtığınız zaman kitabın sayfaları dağılıyor. Orada bir sükut-u hayale uğradım, o dernekten de istifa etmek durumunda kaldım.

Yalnız önemli bir gelişme oldu: Şu anda yurtdışındaki bir kurum, benim bu kitabımı İngilizce’ye tercüme ediyor... Kaliteli bir yayın olarak çıkaracak... Herhalde, bir yıl içinde bu kitap, yani “Kıbrıs’ta Osmanlı-Türk Eserleri”, genişletilmiş bir tarzda, İngilizce olarak yayımlanacak. O beni mutlu ediyor çünkü kaliteli bir kitap olacağını söylüyorlar...

Bu arada Karpaz’a başlayabilirim. Yalnız, Karpaz’da beni zorlayan, saptadığım kadarıyla bazı köyler... Yerleşiklerle herhangi bir sorunum yoktur – yani Kıbrıslı Türkler’in kaldığı köylerde bir zorluğum yoktur... Yalnız yerleşiklerin gelip kaldıkları köylerde, orasının tarihini bilmiyorlar... Bazı kitaplar vardır o köylerle ilgili, Rumca’dır... Bu Rumca kitaplardan köylerin geçmişini saptayabilmek için belki de bir çeviriye ihtiyacım olacak. Onlara gelince belki yanıma ortak bir Rum arkadaş alabilirim diye düşünüyorum ama önce evimin önünü bir temizleyeyim, bakayım ne vardır, ondan sonra düşünürüm... Herhalde bu da benim son kitabım olur diye düşünüyorum...

Soru: Kıbrıs’ta kadınlarla ilgili inanışlar, bulgularınız var... Çok üretkensiniz, çok yazıyorsunuz... Afrika gazetesinde dizileriniz çıkıyor... Onları kitaplaştırmayı düşünmüyor musunuz?

Tuncer Bağışkan: Düşünmedim... Hiçbir zaman yayınlarımı bir para karşılığı olarak bir şey görmedim.

Soru: Kalıcı olması bakımından...

Tuncer Bağışkan: Doğrudur söylediğiniz... Onları esasında toparlayıp da yayınlamak lazım ama ben onları hep Halk Bilimi Dergisi’nde yayınladım... Birileri bir zaman çıkarsa ve bunları bir kitap halinde toplarsa... Kitap, ilgilenmediğim bir konudur... Para, ilgilenmediğim bir konudur. Benim hep düşüncem, herkes kahvede zaman öldürür, köylerde yaşlılarla konuşurum... Benim için bir hobidir, topladıklarımı da birilerine verebilirsem... Dergide, gazetede ama gazete yazıları gördüğüm kadarıyla giden, geriye bir şey kalmayan bir olay... Ancak kitaba alındığı zaman, kalıcılaşıyor...

Soru: Karpaz sizi nasıl etkiledi?

Tuncer Bağışkan: Karpaz’ı, esasında İngiliz döneminden beri, kitaplardan izleyebildiğim kadarıyla, hiç el değmemiş, bakirliği bozulmamış, olduğu gibi korunan bir yer olarak gördüm ben.  Ve her daima, bu bakir yerler çok etkiler beni... İşte insanlar, bir yerlere el attıkları zaman, mutlaka bozuyorlar. Üstelik bir de maddi ferahlık işine girince – mesela şimdiki zamanda olduğu gibi – doğa ve kültür mirası, olduğu gibi yok ediliyor. Kimsenin de umurunda olmuyor. Düşünüyorum mesela, İngiliz döneminde dahi, Karpaz’a el atılmadı, niçin el atılmadı? Yani ahmak mıydı İngiliz? Anladım ki o bakirliğe el değmek istemedi – madem ki bu ülke bir turizm ülkesiydi, İngiliz naptı? İngilizlerin mesela en çok yerleştiği yer Girne oldu... Ve bir de Mağusa’daki eski eserleri aldı... Eski eserlere öyle bir tamirat yaptı ki şaşar kalırsınız! Girne bölgesini da naptı? Kalelerini restore etti... Arkeolojik kazılarını yaptı ve İngilizlere rahat edecekleri bir ortam hazırladı. Tabii ben bu bakirliği gördüğüm için, eskiden 1998’de karar verdim bunu yapayım. Çünkü gerçekten bakirdi... Bir de merakım, orada yerleşen insanlar, nasıl yerleşmişler o bölgeye? Tarihi özelliklerinin yanında işte, evleri nasıldır? Şu bu... O dönemde gidip insanlarla konuştuğum zaman, o insanların o bölgeye 1975’te yerleştiklerini öğrendim ve o insanlar, kendilerini Kıbrıslı gibi hissediyorlardı ve çocukları da Kıbrıslı’ydı ve bu memlekette oluşan, yurtdışından gelen insanların yaptıkları aksilikleri kendilerine yapılmış gibi varsayarlardı... Böyle hissediyorlardı... Ve kendileri adına yapılmış olduğunu hissettikleri için bir nefret duyuyorlardı... Özellikle 1975...

Soru: 1975’te gelen Türkiyeliler’den bahsediyorsunuz...

Tuncer Bağışkan: Türkiyeliler’den bahsediyorum, 1975 yılında gelen insanlardan. Bunları buldum ben, insanlarla konuştum... Dediğim gibi Türkiyeli olanlarla sorunum olmadı. Birbirleriyle karışık yaşadıkları, Türkler’le Rumlar’ın karışık yaşadıkları köylerde sorunum olmadı. Ancak tamam Rum köyü olup da tamamen Türkiye’den gelip yerleşenlerle sorunum oldu çünkü geçmişe yönelik herhangi bir kültürü olmayan, herhangi bir bağı olmayan, o kültürle ilgilenmeyen bir insan topluluğu gördüm. Böylece başladım... 46 köyün sistematiğini çıkardım. Esasında Zekai Altan, o zaman Kumyalı’da otele bakıyordu. Üç kere, birer aylık sürelerle otelde kaldım. Gündüzün, sabahtan erkenden yola çıkıyordum, gece vaktine kadar dolaşıyordum, kişilerle röportaj yapıyordum. Gece geliyordum, teyplerimi deşifre ediyordum, o dönem yeterli bir param olmadığı için... Deşifre etmem de gerekiyordu – sebebi, ertesi günü anlamadığım konuyu, tekrar gidip sorabilmek için... Bir soru sistemim vardı benim, standarttı sorularım. Onlara yeni sorular eklemem gerekiyordu. Onları yaptım.

Soru: Son birkaç şey sorayım ve bağlayalım... Genelde baktığınızda ve düşündüğünüzde, işte Ömerge, Kaymaklı, mevziler, Tekke Bahçesi falan... Ve bugünkü Lefkoşa’yı düşündüğünüzde, ne kaldı size geriye?

Tuncer Bağışkan: Vallahi biz, çocuk yaşımızdan beri, hep savaşların içerisinde yetiştik... İşte bir yerlerden bir yerlere göç etme, işte her an ölüm korkusu, savaşlar... İşte kültürel çevrenin yıkımı... Doğal çevrenin yıkımı... Özellikle de beni etkileyen olay, bir Kıbrıs meselesi vardır 50’li yıllardan başlayan – 50’li yıllar neresi? 2005 neresi? Ve aynı şekilde, hala daha insanların bu topraklarda istikbalini görememesi... İşte bir barış ortamının tesis edilememesi... Ve ben dağlarda geçen yıllarıma, şunlarıma bunlarıma bakarım: hiç önümü göremedim. Benim içimde uhde kalan, bu şeyin ortadan kaldırılması, Kıbrıs’ın bir barış ortamına kavuşması... İşte Kıbrıs’ın bir ada olarak görülmesi, iki toplumun yanyana, içiçe – ne şekilde olursa olsun – bu savaş ortamının ortadan kalkması, Kıbrıs’ın birleştirilmesi – bunu isterim. Çünkü benim torunum vardır şimdi, torunum ne yapacak? Torunumun da benim yaşadıklarımı yaşamasını istemediğim için, sonuna kadar Kıbrıs’ta bir barışın tesis edilebilmesi için, bölünmüş adamızın yeniden birleştirilmesi için artık önümüzdeki günlerde, ecelimiz yettiği müddetçe, sonuna kadar savunacağız, eskiden da savunurdum, şimdi da savunacağız... Zaten bu bizim bir hayat tarzımız oldu.

Lefkoşa’ya baktığımda: Lefkoşa’ya ben geldiğimde, size söylediğim gibi, dolu dolu bir Lefkoşa bulduydum... Lefkoşa, cumbalı evleriyle, insanlarının o evde kalmalarıyla, yaşamalarıyla güzeldi – zaten evler ne zaman yaşar? İçinde insan varsa yaşar. Eğer içinden insanlar çıkarsa, artık onlar zaman içinde kiremidi kırılır, yağmuru akar, merteği çürür, çöker, sonra duvarları çökmeye başlar... Gider... Şimdi Lefkoşa’yı da eğer biz, eskiden olduğu gibi bir Lefkoşa yapabilirsek, en büyük mutluluğumuz budur. Zaten bizim siyasilerimizin her daima söylediği bir olay vardır – “Biz turizm yaparız gardaş, memleketimiz turizm memleketidir” derler... Politikacılar eğer derse ki “Bizim lokomotif sektörümüz turizmdir”, “Buyurun” derim kendilerine, “İşte bir Lefkoşa vardır önünüzde, yapın yapacağınızı...” Ancak gene benim inancım odur ki, Viktorya Sokağı örneğinde gördüğüm, Kıbrıs meselesi çözümlenmeden, ne kadar restorasyon yapılırsa yapılsın, en sonunda gittiğiniz gibi, işte restore edilmiş, bazılarının dışını yapmışlar, iç kısmı gene barhanadır, Kıbrıs meselesi çözülse, bunları biz restore edelim, işyerleri çıksın dışarı... İnsanlar Lefkoşa içine gelmeye teşvik edilsin ve böylece Lefkoşa’yı biz bir güzelleştirelim, kuralım... Ancak bu yarım Lefkoşa’yla değil, barış içerisinde, barışı yakalayan insanlar olarak Lefkoşa’nın o bölünmüşlüğünü, genelde de Kıbrıs’ın bölünmüşlüğünü kaldıralım orta yerden ki gerçek anlamda biz yandık, bizden sonrakiler de aynı şeyi yaşamasın. Kendine yapılmasını istemediğin şeyleri, sen de başkasına yapma diye bir olay vardır, onun gibi bir şey...